Otobüsleri hiç sevemedim

İstiyorum ki otobüslerden içime çöküp kalmış ne varsa çıksın terk etsin vücudumu.
İstiyorum ki otobüslerden içime çöküp kalmış ne varsa çıksın terk etsin vücudumu.

Denklem basit; "iş yoksa Burcu da yok" ... Düğüne sekiz gün kala dualarım kabul oldu. Bizim ilçeye yakın yerde taş ocağı var, orada bir kişi eksilmiş. Haber gelince gol atan Müslüman topçular gibi şükür secdesine kapandım.

Otobüsleri hiç sevmezdim. "Bunlar böyle yan yatmış apartmanlar gibi yollarda iniler durur. Kim heves etmiş de otobüsleri icat etmiş?" diye merak içindeydim.

Otobüslerin kendine has kokusu olurdu. Mazot, ter, toz karışımı bir şey. Tahammülü zor bu kokuya eskiden sigara da eklenirdi. Sigaradan beni uzak tutan en birinci şey işte otobüs içindeki sigara kokusudur. Sigara zaten pis kokar, bir de otobüslere bulaşınca çekilmez oluyordu. Trene gönül düşüren pek azdı. Zaten trenler söğüt gölgesinde kendi türküsünü çığıran yaşlı ozanlar gibiydi. Yavaş, kendi hâlinde, iddiasızdı trenler. Hâl böyle olunca yolların padişahı otobüsler oldu. Mesela iki katlıları çıktı. Herkesler heves etti. Benim bir kere binmişliğim yoktur.

Benim otobüslere olan bu iflah olmaz kederimin tek istisnası Burcu'dur. Kendisi benim nişanlım olur. Sevdim de aldım. Üç ay sonra da düğünümüz olacak. Her şey tastamam ama bir tek sıkıntılı durum var. Burcu'nun babası yani benim pek muhterem kayınpederim otobüsçüdür.


Ben zaten otobüsün yukarıdan ve kibirli bakışını sevmezdim. İki katlılar iyice kibir abidesi oldular gözümde. Yolda her aracı iki kat yukarıdan seyreden bir yan yatmış süt kutusuydu bunlar. Vatandaş neyine heves ediyorsa hiç anlamadım. Vatandaş rağbet ettikçe otobüsler şımardı. Bilet fiyatları arttı. Şehir içine girmez oldu otobüsler. Dağın başına yapılmış terminallere getirip attılar yolcuları.

Vatandaş bir de şehir içi servislere mahkûm edildi. Şehir içi servis yapan otobüslerin bir boy küçüğü olan araçlar tümden rezillikti. Dar, havasız ve pasaklıydılar. İnsan kısmının otobüs ile imtihanı burada bitmedi tabii. Firmaların borç harç ederek otobüs alma iştahını gören üreticiler otobüslerin içine ekranlar ve müzik sistemleri koymaya başladılar. Sanki film seyredilirse otobüs çekilir bir şey olacaktı. "Pöh hadi ordan, değil film izlemek, filmi otobüsün içinde çekseler bile katlanılmaz otobüsün kibirli haline..." Benim otobüslere olan bu iflah olmaz kederimin tek istisnası Burcu'dur. Kendisi benim nişanlım olur. Sevdim de aldım. Üç ay sonra da düğünümüz olacak. Her şey tastamam ama bir tek sıkıntılı durum var. Burcu'nun babası yani benim pek muhterem kayınpederim otobüsçüdür. "Yuf" dediğinizi duyar gibiyim. Otobüsten bu kadar tiksineceksin ve kayınpederin otobüsçü olacak. Dedim ya ben sevdim. Burcuyu pek sevdim. O sevdanın hatrına babasının otobüsçü olmasına razı oldum. Otobüs takıntımı bilenler etrafımı sardılar. "Yahu nasıl olur? Senin gibi bir adam bir otobüsçünün kızını nasıl alır?" dediler.

Annem cevabını yapıştırdı. "Büyük laf etti. Ben otobüsten uzağım dedi. Artık kayınpederinin omzu yakası, gömleği hırkası hep otobüs kokacak. Burcu'yu seven otobüs kokusuna katlanır" diyerek gülüştüler. "Ben Burcu' ya kavuşmuşum. Gerisi umrumda değil." diyordum. Ama bir sıkıntım vardı. Düğüne çok az gün kaldığı hâlde ben iş bulamıyordum. Burcu'nun babası benim müstakbel kayınpederim ise inat ediyordu. "İş bulmazsa düğün müğün yok haberi olsun" diye haber gönderiyordu. Benim girmediğim delik kalmadı. Haber bırakmadık ahbap, dost bırakmadım. Herkes biliyordu ki ben iş arıyordum. İş bir av oldu ben ise avcı ama avımı vuramadım gitti. İş bulamadığımı gören kayınpeder acı bir teklif yaptı.

Ben zaten otobüsün yukarıdan ve kibirli bakışını sevmezdim.
Ben zaten otobüsün yukarıdan ve kibirli bakışını sevmezdim.

"Otobüslerin muavine ihtiyacı var. Gelirse beraber çalışırız." dedi. "... mümkün değil" diye kestirip attım. O zaman Burcu ağlamaya başladı. "İşin olmazsa ne yapacağız? Düğün olacak diye aleme haber saldık. Benim düğünüm bu sene olmazsa ben herhâlde çok yaşamam. Ne yap ne et ya iş bul ya otobüse razı ol. Dedi.

  • Nişanlısının ağlaması adama çok koyuyormuş anladık. "Sus kız..." dedim. Azıcık da gaz verdim. "Senin bir damla göz yaşına tüm otobüsleri kurban ederim" dedim. Gaz vermek kolay gerisi zor. Ben nasıl otobüste çalışırım? Millet ne der? Ben ki otobüs uğruna ne laflar etmişim? Neler demişim?

Şimdi bu lafları çaresiz yutacağım. Denklem basit; "iş yoksa Burcu da yok" Otobüslerin en temizini seçtiler. Kaptanın en titizinin yanına beni muavin yaptılar. Vatandaşa su dağıttım. Lastikler sağlam mı diye kontrol ettim. "Cümleten geçmiş olsun" diyerek anonslar geçtim. Ve yalan yok, bazen kuytu köşelerde ağlayarak duaya çöktüm. "Allah'ım halim sana Malûm beni şu otobüs imtihanından geçir. Başka yerden ver rızkımı" dedim. Düğüne sekiz gün kala dualarım kabul oldu. Bizim ilçeye yakın yerde taş ocağı var, orada bir kişi eksilmiş. Haber gelince gol atan Müslüman topçular gibi şükür secdesine kapandım. Görenler hayrete düştü. "Oğlum taş ocağında taş taşımaktan daha mı zor ki otobüsçülük?" dediler.

Hemen ertesi gün işe başladım. Sekiz saat vardiya var. Sonra bir gün iznim oluyor. İzin günü Burcu'yu alıp pikniğe gidiyorum. Açık havada derin nefes alıyorum. Sonra "huf" diye salıyorum nefesimi. İstiyorum ki otobüslerden içime çöküp kalmış ne varsa çıksın terk etsin vücudumu. Burcu ise otobüslerden beni kurtaran Mevla'ya şükürcü. Beraberce dua ediyoruz. "Allah kimseyi otobüslere mahkûm etmesin." İstiyoruz ki her kul kendine göre bir iş bulsun da otobüsler gibi daracık yerlere mahkûm olmasınlar...