Post-modern laubalilik ya da Otostopçunun galaksi rehberi

Douglas Adams
Douglas Adams

Evet, belki de gerçekten bir “kaçış edebiyatı”dır, bilimkurgu ve fantazya. Ancak bu kaçış, olsa olsa “edebiyat şudur” dayatmasından kaçıştır. Çünkü, duvarların aşıldığı yerde başlıyor Adams’ın anlatısı.

Kim yazdı?

Kurt Vonnegut’u okuduğunuz zaman anlarsınız. İroni, en ciddi meselelerimizden bile ciddiyetsizlikle bahsedebileceğimiz muazzam bir araçtır. Bir sanattır, aynı zamanda. İroniyi betimlemem gerekseydi; dipsiz bir uçurumun üzerine gerilmiş ipte, karşıdan karşıya geçmeye çalışan cambazın kibar adımlarıdır, derdim. Ve bu adımları en güzel atanlardan birinin şüphesiz Vonnegut olduğunu söylerdim. Hâlâ da söylerim. Ama adamımız Vonnegut değil, Douglas Adams. Ve o da ironiyi en az Vonnegut kadar şen kullanıyor. “Şen kullanıyor” diyorum çünkü “şen” kelimesi, hem Vonnegut’u hem de Douglas Adams’ı anlamak için fikrimce ideal.

Geç tanıştım bilimkurgu türünün neşeli cambazı Douglas Adams ile. Üstelik onu kavrayamadım başlangıçta. Zihnimde Adams’ı sürekli birileriyle kıyaslama ihtiyacı hissettim.

Geç tanıştım bilimkurgu türünün neşeli cambazı Douglas Adams ile. Üstelik onu kavrayamadım başlangıçta. Zihnimde Adams’ı sürekli birileriyle kıyaslama ihtiyacı hissettim. Sadece Vonnegut’la da değil, Spence Holst’la, Italo Calvino’yla… Başka türlüsü mümkün gözükmüyordu. Ne yaparsam yapayım onu; parçalanmış, sınıflanmış dünya edebiyatında bir yere oturtamıyordum. Hep bir aykırıydı tarzı ve çoğu zaman eşsiz.

Ne yazdı?

Otostopçunun Galaksi Rehberi’ni yazdı. Gittiği bir kamp esnasında bulduğu otostopçu rehberi, ilham olmuştu ona. Ve tabii ki biraz da yıldızlar. Geceleyin aysız, ışıksız gökyüzünde gözümüzün gördüğü uzayın bir ucundan diğerine uzanan samanyolu… İlk başta bir radyo programı olarak düşledi Adams, Otostopçunun Galaksi Rehberi’ni. Öyle de oldu. Popülarite her zaman yok edici değildir. En azından o yıllarda değildi ve üşengeç bir yazarın kalemini kâğıda çalmasına vesile oldu. Buydu Otostopçunun Galaksi Rehberi’nin kısa hikâyesi. Ama kitap yazıldığında ilk şunu fark etti okur. Douglas Adams’ın kurgusu sonsuzluğa gebeydi, bu romanın sınırlarını ancak yine Adams’ın kendi hayal gücü belirleyebilirdi. Bir başlangıcı vardı romanın, ama sonu yoktu.

Gittiği bir kamp esnasında bulduğu otostopçu rehberi, ilham olmuştu ona.
Gittiği bir kamp esnasında bulduğu otostopçu rehberi, ilham olmuştu ona.

Nasıl yazdı?

Nasıl yazdığı, henüz başında gizli romanın. Fazla “spoiler” vermeden şöyle izah edeyim: Bir uzay otoyolu inşaatı için dünya istimlak edilecektir ve kahramanımız Arthur Dent, Ford Prefect adındaki bir uzaylıyla beraber, bir Vogon inşaat gemisine otostop çekerek dünyadan kaçar. Evet, dünya. Hayır, yanlış okumadınız. Bir uzay otoyolu inşası için. Her şeyi atfettiğimiz, evrenin merkezi gördüğümüz dünya. İşte, bu ciddiyetle yazdı Douglas Adams. Post-modern bir laubalilik ile yazdı. Dünya yok olmuştu, ama roman, insanı anlatmaya devam ediyordu. İmge aldı salt gerçekliğin yerini. Alıngan robotlar, kendini kâinattaki en önemli kişi gören çift başlı yaratılmışlar… Kendini kritik bir vücut çalımıyla muazzam serbest bir alana atmıştı işte Adams. Artık özgürdü istediğini söylemekte, istediğini söyletmekte karakterlere…

Neden yazdı?

Bilimkurgu ve fantazya için her daim “bir kaçış edebiyatı” yakıştırması yapılmıştır, realist kanon sevicileri tarafından. Kaçış ama neyden, gerçek dünyadan mı, gerçek acılardan mı? Peki, gerçek nedir; düşündüğümüz, düşlediğimiz şey değil midir gerçek? Ya da gerçeklik mefhumunu bir kenara bırakıp, büsbütün “meselesizlik” diyebilir miyiz bu kaçışın sebebine?

  • Gerçekten meselesizlikten mi yazdı Otostopçunun Galaksi Rehberi’ni Adams. Yoksa meselelerimizi, üzerinden bir uzay otoyolu geçirecek kadar mesele etmiyor muydu? Evet, belki de gerçekten bir “kaçış edebiyatı”dır, bilimkurgu ve fantazya. Ancak bu kaçış, olsa olsa “edebiyat şudur” dayatmasından kaçıştır. Çünkü, duvarların aşıldığı yerde başlıyor Adams’ın anlatısı.

Nerede yazdı?

Bir göl kenarı kampında aldı ilk notlarını Adams, ama kitabı yazdığı yer orası değildi. Kitabı yazdığı yerin esasen pek bir önemi de yoktu. Bir noktaydı çünkü o yer. Koca evrende, mavi yeşil bir gezegende bir nokta. Galaksiler arasında kaybolmuş bir nokta.

Belki de Adams’a sorsanız aynı soruyu; hep yaptığını yapar ve kitabı nerede yazdığından ziyade, nerede yazmadığını işaret ederdi. Roman boyunca Arthur Dent’in mutlak cevabın sorusunu araması gibi bir şeydi bu. Böylece elimizde hacimce daha büyük ve görece daha anlamlı bir cevap olurdu.

Ne zaman yazdı?

Serinin ilk romanını 1979’da yayımladı Adams. İlk üç ayda 250.000 kopya sattı kitap. Roman, hakiki manada bir rehber muamelesi görmüştü okurdan ve cepte taşınıyordu. Douglas Adams’ın üslubu kısa zamanda bir jargona dönüşüverdi okurları arasında. Büyüdükçe büyüdü kitabın büyüsü. Birçok internet sitesine, oluşuma, romana, diziye, filme ilham oldu. Böylece eklemlenebilir bir düşünce çağının kapısını araladı Otostopçunun Galaksi Rehberi. “Meselesiz” bir roman için edebiyatın da ötesine geçen, gezegene sağlanmış fevkalade bir fayda sayılabilir.

Serinin ilk romanını 1979’da yayımladı Adams. İlk üç ayda 250.000 kopya sattı kitap.
Serinin ilk romanını 1979’da yayımladı Adams. İlk üç ayda 250.000 kopya sattı kitap.

Kimseye el sallamayın

Otostopçu’nun Galaksi Rehberi’nde uçma konusunda söylenenler şunlardı: Uçmak bir sanat ya da daha doğrusu bir yetenektir. Yetenek kendini yere atıp, yeri ıskalayabilmeyi öğrenmekte yatmaktadır. Bunun için güzel bir gün seçin, diye öneriyordu ve deneyin. Birinci bölüm kolaydı. Bütün istenen sadece kendini öne doğru bütün ağırlığınla yere atma yeteneği ve canının yanmasına aldırmama arzusuydu. Çünkü yeri ıskalamayı başaramadığınız zaman canınız yanacaktır. Çoğu kişi yeri ıskalamayı başaramayacaktır ve eğer gerçekten kuralına uygun bir şekilde deniyorlarsa, başarısızlıkları muhtemelen epeyce sert olacaktır. Görünen odur ki, zorlukları doğuran işte bu ikinci kısım, yani ıskalama kısmıdır.

Birinci sorun, yeri kazayla ıskalamanız gerektiğidir. Bile bile ıskalamaya çalışmakta hiç fayda yoktur, çünkü bunu yapamazsınız.

Dikkatinizi, yarı yoldayken, aniden bir başka şeye çevirmeniz gerekir. Böylece düşmeyi, düşeceğiniz yeri ya da ıskalamayı başaramadığınızda canınızın ne kadar yanacağını düşünmezsiniz. Size sunulmuş olan saniye kırıntısı içinde bu üç şeyden dikkatinizi sıyırabilmek son derece zordur. Bu nedenle de seyretmesi heyecan veren bu sporda, pek çok kişi başarısızlığa ve hayal kırıklığına uğrar.

Bununla birlikte, eğer o çok önemli anda, ilginizi çeken herhangi bir şeyin, görüş mesafeniz içinde patlamakta olan bir bombanın ya da hemen yakınınızdaki bir dalda yürüyen son derece ender rastlanan türden bir böceğin, dikkatinizi dağıttığı o şaşkınlık içinde, yeri ıskalamanız ve yerden on - on beş santim yukarıda ve bir parça aptalca görünebilecek bir durumda asılı kalmanız mümkün olacaktır. Bu an, muhteşem ve hassas bir konsantrasyon için en uygun andır.

Artık suyun üzerinde durmak için yaptığınız gibi, hafif hafif hareket etmeli ve süzülmelisiniz, süzülmeli ve hareket etmelisiniz. Kendi ağırlığınıza ilişkin tüm hesaplamaları boş verin ve yalnızca daha yukarılara yükselmenize izin verin. Bu noktada kimsenin size söylediklerini dinlemeyin, çünkü size yardımcı olacak herhangi bir şey söylemeleri pek mümkün değildir. Muhtemelen “Aman Tanrı’m, uçuyor olman mümkün değil!” gibi şeyler söylüyor olacaklardır. Onlara inanmamanız yaşamsal önem taşımaktadır, yoksa birden haklı çıkabilirler. Yükseklere, daha yukarılara yükselin. Bir kaç dalış denemesi yapın. Önce yumuşak dalışlar deneyin, sonra muntazam nefeslerle, ağaç tepelerinin de üzerine yükselin.

Kimseye el sallamayın.