Post-Modern Mitoloji Sözlüğü: Perde ve termos

Perdeci,  “Tanıdığım tek yazarsın abi.” demişti perdeleri astığı gün.
Perdeci, “Tanıdığım tek yazarsın abi.” demişti perdeleri astığı gün.

Perde, sonsuz ihtimalleri kapatan bir buluş. İçerisi ve dışarısı diye evreni bir anda ikiye bölebilir. İçerisi için bir gösteriş. İşlevsiz bir duvar süsü. Zenginlik. Dışarısı için bambaşka bir dünya. Görünmeyenin ihtimalleri…

Perde, sonsuz ihtimalleri kapatan bir buluş.
Perde, sonsuz ihtimalleri kapatan bir buluş.

Mitolojiden fırlayarak camlarımıza tüneyen bir yaratık. Hava kararınca başlayan bir dönüşüm ritüeli. Giz örtücü. Göz bandı. İşlevinden vazgeçerek estetik bir gösteriye dönüşen kumaş. Araba parasına üç oda, bir mutfak. Perde, yüz katlı binalardaki daireleri terk etse de sokaklarımızda yaşamaya devam ediyor.

Dış dünyanın izlediği gölge oyunu. Bir geleneğin post-modern karşılığı. Modern unutuşun ayak izleri. Perde, sonsuz ihtimalleri kapatan bir buluş. İçerisi ve dışarısı diye evreni bir anda ikiye bölebilir. İçerisi için bir gösteriş.

İşlevsiz bir duvar süsü. Zenginlik. Dışarısı için bambaşka bir dünya. Görünmeyenin ihtimalleri… Uzaylılar cirit atıyor da olabilir, bir bebek çizgi film izlemek için ağlıyor da. Bilemezsin. Perde tüm bunların arasında, nedeni ve kapsayıcısı. Her zaman tehlikeli bir yanı da var. Ansızın açılan bir perdeden sizi yakalayacak bakışın ne düşüneceğini bilemezsin.

Kendini açık etmeyen bir mitoloji. Kişisel bir hayal evreni. Her perdeye bir hikâye yazılabilir. Her yeni eve geçişimizin ilk maddesi. Mistik bir edayla sizi karşılayan perdeciler.

Ne yapacağını. İyilik ya da kötülük. Korku ya da espri seni bekliyor olabilir. Ansızın kendini aklının ucundan geçmeyen bir kovalamaca bulabilirsin. Ya da sabaha büyük bir mirasla uyanabilirsin. Komşumuzu tanımadığımız bir dünya. Balkonsuz evler. Gölgeler ve nadiren de olsa camların arkasında gördüğümüz gözler. Kendini açık etmeyen bir mitoloji. Kişisel bir hayal evreni. Her perdeye bir hikâye yazılabilir. Her yeni eve geçişimizin ilk maddesi. Mistik bir edayla sizi karşılayan perdeciler. Kararlarınızı önemsemeyen, bilen, sakin. Kumaşı değil de duruşunu ya da anlatılarını size satan hikâyeciler. Alışkanlık. Gelenek. Üstelik kendini yıkayan yeni teknoloji perdeler. Sürekli bir ritüelle yıkanan. Temiz olmadığında bayramların gelmeyeceğine inandığımız büyülü nesne.

Omuza giren kramp. Perde, post-modern mitoloji sözlüğünün en güçsüz maddesi. Hatta belki diğerlerinin yanında yer almayı hak etmiyor. Belirsiz. Gizli. Kendini açık etmeyi sevmediği gibi her zaman göz önünde. Perde, duvarlarımızda yer değiştiren bir buluş. Üzerine hiçbir zaman düşünemediğimiz, tam kavrayacakken bambaşka bir köşede bize seslenen bir fikir. Hayatımda ilk kez perdeciye gittiğimde bunun son olduğunu biliyordum. Merhaba, demiştim ortak tanıdıklarımız olan perdeciye. Bana en ucuz modelden. Üç buçuk saat, içilen beşer çay ve kahvelerden sonra fikrim değişmedi. En ucuz, en kolay ve en gösterişsiz olan. Gündüz güneşi dışarda, gece ruhlarımızı içerde tutsun. Yeter. Perdeci, Tanıdığım tek yazarsın abi.” demişti perdeleri astığı gün. Bense ona “Tanıdığım tek perdecisin.” demedim. Bir insan hayatında kaç perdeci tanır ki?

Sıcağı ya da soğuğu sınırları içine hapseden insafsız bir metal.
Sıcağı ya da soğuğu sınırları içine hapseden insafsız bir metal.

Termos

Eksi dereceleri bile görmeyen sokaklarımızda sıcağı hapsediyoruz. Yan odada buzdolabının sesini duyarken soğuğu masamızda tutuyoruz.

Sıcağı ya da soğuğu sınırları içine hapseden insafsız bir metal. Gerçek bir buluş. İnanılmaz bir gösteri. Termoslar ne zamandır hayatımızda emin değilim. İrili ufaklı formlarıyla masalarımızı ve dolaplarımızı ve çantalarımızı ele geçiriyorlar. Sadece çılgın bir bilimkurgu filminde görebileceğimiz uzaylı istilası gibi. İlginç. Kullandığı teknoloji hakkında bilgim yok. Düşünerek de bulamıyorum. Açıklaması o kadar basit ki ikna olması güç. Gerçeküstü bir şeyler olsa keşke. Dünya dışı bir etki mesela. En eski piramitte bulunan bir reçete. Soğuk ve sıcağın kadim savaşı. Biliyorum ki değil. Basit. Basit, modern ve korkutucu. El üstünde tuttuğumuz en muhafazakâr nesne. Çılgın saçların sıradan termosları. Yanımızda gezdiriyoruz. Peki neden? Gerek var mı? Kent hayatında bir gereksinim mi? Servise yürüyene kadar ya da yirmi katlı iş yerimizin etrafında iki yüz adım atarken neden taşıyoruz.

Mutfak dolaplarımızda adı konulmamış bir raf var. En üstte. Buzdolabının üstüne denk getirilmiş. Vazgeçemediğimiz termosları ve gelecek için sakladıklarımızı dizdiğimiz bir mağara.
Mutfak dolaplarımızda adı konulmamış bir raf var. En üstte. Buzdolabının üstüne denk getirilmiş. Vazgeçemediğimiz termosları ve gelecek için sakladıklarımızı dizdiğimiz bir mağara.

Eksi dereceleri bile görmeyen sokaklarımızda sıcağı hapsediyoruz. Yan odada buzdolabının sesini duyarken soğuğu masamızda tutuyoruz. Her şey gibi birkaç cevabı olabilir. Bu defa alışkanlık değil. İhtiyaç değil. Gösteriş değil. Bildik cevapların yetmediği bir şey. Nasıl çalıştığını bilsek bile büyülü bir şey termos. Dijital ya da mekanik değil. Elektrik kullanmaz. Bozulmaz. Bitmez. Patenti yok. İki kere ikinin her zaman dört ettiği bir dünyada sihir ihtiyacı belki. Bence evet. Cevap buralarda bir yerlerde. Bir termosun içine saklanıyor olmalı. Aslında çok seviyoruz. Kahveyle doldurup saatlerce içmeyi. Soğuk bir içeceği gün boyu sırtımızda taşımayı. Metropoller. Yarım saatlik zorlu metro yolculuklarında kurtarıcı bir dost. Bir termosun büyüsüne inanmak istiyoruz belki de. Üzerine istediğimiz şekilleri çizerek içinde kahve unutarak…

  • Küflenerek. Tanıdığım tüm termoslar ısrarla küfleniyor. Canlılar. Kapakları bozuluyor. Canlılar. Eskiyorlar. Canlılar. Ama bugüne kadar atılan bir termos hiç görmedim.

Mutfak dolaplarımızda adı konulmamış bir raf var. En üstte. Buzdolabının üstüne denk getirilmiş. Vazgeçemediğimiz termosları ve gelecek için sakladıklarımızı dizdiğimiz bir mağara.

Minibüse biniyoruz ve elimdeki termostan üstüme çay dökülüyor. Ağzı kapalı. Sağlam görünüyor. Canlı. Her canlı gibi belirsiz. Bir termos ne zaman ve nasıl bozulur? Hatırlayanınız var mı? Üzülüyorum. İyi ve kötü anılarımız. Elimde termosla kahveciye giriyorum. Ona en benzeyeninden iki tane alıyorum. Çay akıtan ve yenilerden biri üst rafa. Diğeri ise lavabonun başında. Biraz sirkeli suda bekletiyorum. Kötü ruhları kaçırsın.