Seçme özgürlüğü mü seçim prangası mı?

Seçimlerimiz ait olduğumuz gelenek ve kültürden uzaklaşmaya başladığında, tüketimin endüstrisinin manipülasyona daima açık ve tüketici olmaktan başka bir değeri olmayan müşterilerine dönüşüyoruz.
Seçimlerimiz ait olduğumuz gelenek ve kültürden uzaklaşmaya başladığında, tüketimin endüstrisinin manipülasyona daima açık ve tüketici olmaktan başka bir değeri olmayan müşterilerine dönüşüyoruz.

Rasyonel tercihlerle tehlikelere karşı durabileceğine inandırılan modern insanı depresyona götüren en büyük ruh hâli de kendisini hayatının merkezine ve tek yönlendiricisi konumuna yerleştirmesidir.

Her tercihimizde aynı zamanda bize sunulan bolluğun büyük bir kısmından da vazgeçmiş oluyoruz. Çağdaş zamanın insanı, üretim bolluğunun ve çeşitliliğinin getirdiği seçme özgürlüğüyle esir alınmış durumda. Özgürlükle esir alınmak da nasıl oluyor? Diye bir soru gelebiliriz aklımıza. Aklımızdan hiç çıkarmamalıyız ki modern dünyada, özgür olduğumuzun iddia edildiği her alanda muazzam bir köleliğin içindeyizdir. Çünkü bizler her şeyin birbirine girdiği ahir zamanın insanlarıyız. Bu noktada insanların tercihlerinin ve seçimlerinin ne anlama geldiğine değinmeden önce bize sunulan seçeneklerin bolluğunun nasıl olduğuna, üretim ve tüketim kavramlarının nasıl da birbirinin aynısı olduğuna kısaca değinerek başlayalım.

ÜRETIYORUM O HÂLDE TÜKETILECEK

Dünyanın tamamının sanayi şirketlerinin kontrolünde olduğu günümüzde, haddinden fazla üretim, insanların haddinden fazla tüketime zorlanmasını gerektiriyor. Şu an birçok meselede gündeme gelen ve eleştirilen tüketim çılgınlığının ana kaynağı -ironik bir biçimde- yerlere göklere sığdırılamayan ve sürekli teşvik edilen üretimdir aslında. Üretimin bu kadar yüceltilip tüketimin yerden yere vurulması hiç anlaşılır bir durum değil doğrusu. Bu iki kavram birbirinin katalizörüdür. Sürekli birbirlerini kamçılar ve neticeyi hızlandırırlar. İhtiyaç olup olmadığına bakmaksızın yapılan fazla üretim daha fazla tüketimi, fazla tüketimse talep artışını ve dolayısıyla daha fazla üretimi gerektirir. Bu ateşli büyüme, dönem dönem bazı zaman aralıklarıyla yerel ya da küresel olarak bir buhran ve krize dönüşür. Şişen balonun havası alınır, büyük şirketler küçük şirketleri büyük bir yamyam iştahıyla içine alır ve yoluna öyle devam eder. İnsanlar ise yaşadıkları bolluğun diyetini bu kriz ve buhran döneminde bin bir sıkıntıya düşerek ödedikten sonra kendilerine sunulacak bir başka bol seçenekli tüketim serüvenin başlamasıyla yoluna devam ederler. Çağdaş zamanın insanı, bu üretim bolluğunun ve çeşitliliğinin getirdiği seçme özgürlüğüyle esir alınmış durumda.

İRADE YANILGISI

İnsan iradesinin baskın bir şekilde en belirgin olduğu an seçme eylemini gerçekleştirdiği andır. Seçim yapan kişi hem kendisini hem de geleceğini, bu seçimiyle şekillendirdiğini düşünür. Zaten maddi güce tapınan modern insanın zihnine kazınmış olan "tasarlanabilen dünya, tasarlanabilen benlik, tasarlanabilen insan" fikrinin de temeli burasıdır. İnsan karar verdikçe/seçim yaptıkça ve bu hak ve irade kendisinde oldukça artık yazgıya değil iradeye inanmaya başlar. Hem kendisinin hem de sorumluluklarını taşıdığı herkesin kaderinin, yapacağı seçimlerle efendisi konumunda olan insan, seçme eyleminin yükü altında yoğun bir kaygı yaşar. Kaygı ise insanların seçimlerini rasyonel ve pragmatik olana yönlendirir. Gelinen bu noktada bireyin seçimlerinin tamamı olumlu, pragmatik, rasyonel dahi olsa hesaplanamayan milyonlarca olasılıktan birinin gerçekleşmesiyle insan acziyeti acı bir şekilde tecrübe edilir ve sonuca bakıldığında hür irade ve akılla yapılmış onca seçim, bireyin yaşamını o beğenilen ve arzulanan kusursuz noktaya getirmez.

Çünkü seçme hakkını elinde bulunduran bireyin hayatını mükemmelen tasarlayabileceği düşüncesi büyük bir yanılgıdır. Modern düzen bu yanılgıya aldanmamızı talep eder. Bu kurguda kader, inanç ve teslimiyet yoktur. Bu kurguda tevekkülün esâmesi okunmaz. Hayatını en iyi şekilde tasarlayabileceğine inandırılan ve sürekli mükemmeli arzulayıp mükemmele ulaşmak için seçimler yapan, kararlar alan insan hayatını berbat ettiğinin farkına vardığında ne suçlayacak birini bulabiliyor ne de kendini teskin edecek bir imanı kalmış oluyor. Rasyonel tercihlerle tehlikelere karşı durabileceğine inandırılan modern insanı depresyona götüren en büyük ruh hâli de kendisini hayatının merkezine ve tek yönlendiricisi konumuna yerleştirmesidir.

BIRICIK SEÇIM GURUSU: REKLAM

İnsan artık kendi iradesiyle kendisine sunulan seçenekler arasından seçim yapabilen bir canlıdır. Bu durum, ilk bakışta bize sunulan bir özgürlük fırsatıymış gibi görünse de tam aksine ufkumuzu ve hayallerimizi sınırlayan bir durumdur. Çünkü artık sadece herhangi bir ürünü satın alırken seçim yapmıyoruz. Seçim yapmak hayatımızın her anında bizimle geliyor. İşe giderken kullanacağımız toplu taşıma bile bir seçim meselesi. O an en faydalı olacak olan ulaşım aracı neyse ona yönleniyoruz işe gitmek için. Kahvemizi nasıl alacağımız konusunda bir seçim yapıyoruz. Hangi kıyafete hangi takıyı, ayakkabıyı ve çantayı uydurmamız gerektiği vd. tamamen bize bir seçenekler karnavalının içerisinden seçim yapmaya zorluyor. Sınavlarımız dahi çoktan seçmeli! İnsanlar kendilerine sunulan seçeneklerin içerisinden illaki bir gerçeğin olacağına inanıyorlar. Kimsenin aklına da seçeneklerin tamamının yanlış olabileceği gelmiyor.

İşe bu sahte özgürlüğün bizi sınırladığı yer tam olarak burası. Bize sunulan seçeneklerde hapsoluyoruz, "bu seçeneklerin içerisinde gerçek yok" diyemiyoruz. Bunu diyemediğimiz sürece, hayatımızı bizim yönettiğimizi sandığımız bu sanal gerçeklik fanusunu okyanus zannederek yaşamaya devam edeceğiz. Tam da bu hengamenin içinde dev şirketlerin birer dakikalık seçim guruları olan reklamlar yetişiyor yardımımıza. Bu reklamların diline bir bakalım; bütün reklamlar bize aslında doğru hayatı yaşamadığımızı, doğru deterjanı kullanmadığımızı, henüz o mucizevi deodorantla tanışmadığımız için kendimizi tanıyamadığımızı söyler. Devamında ise seçimlerimizi doğru yaparsak daha mutlu ve kusursuz bir hayatımız olacağını salık verir. Reklamlara göre, bulaşıklarımız iyi yıkanmıyorsa bunun sebebi bizim yaptığımız yanlış seçimdir.

Ellerimiz kuruyorsa doğru kremi tercih etmemişizdir. Hem kaliteli hem de ekonomik olanı bulamayacak kadar beceriksiz olduğumuz için yaptığımız yanlış seçimler günü geldiğinde bizi felakete götüren kırılma noktaları oluyor bu düşünceye göre. Her soruna ve yaşanan her sıkıntıya doğru seçimlerle bir son verebileceğimize inandırıldığımız bu sistemde, kaçınılmaz kriz dönemlerinde ise hiçbir şeyin mümkün olmadığına inanırız bir anda. Bir dibe çöküş, her şeyi kısıtlama, harcamaları durdurup kemer sıkma baş gösterir. Geçmişte bize dünyada cenneti yaşamayı vaat edenler, kriz dönemlerinde bir anda dünyamızın cehennem olmaması için yapmamız gerekenleri anlatmaya başlarlar. Öyle ki tüm dünyada etkisini gösteren korona salgını döneminde insanlar için yegâne hedef "hayatta kalmak" olmuştur.

Seçimlerimiz ait olduğumuz gelenek ve kültürden uzaklaşmaya başladığında, tüketimin endüstrisinin manipülasyona daima açık ve tüketici olmaktan başka bir değeri olmayan müşterilerine dönüşüyoruz. "Ye!" dediklerinde yiyip, "Estetik yaptır!" dediklerinde cerrahların kapılarını eskitiyoruz. İrademizi elimize alıp, seçimlerimizi belli sınırlar dahilinde yapmadığımız sürece "köle" olmaya mahkûm kalırız. Bize sunulan seçeneklerin tamamının da yanlış olabileceğini aklımızdan hiç çıkarmamalıyız. Çünkü her şeye rağmen başka bir dünya hâlâ mümkün.