Şehrazad'tan Mavi Sakal'a, Kırkıncı Oda'ya anahtar denemeleri

Merakına yenilmekle meşhurdur insan, üstelik bu bir yenilgi biçimi de sayılmaz çoğu zaman.
Merakına yenilmekle meşhurdur insan, üstelik bu bir yenilgi biçimi de sayılmaz çoğu zaman.

Şehrazad Perrault’ın kulağına bir şeyler fısıldar. Çelebi de merakına yenilir. Ve Cahit Sıtkı Tarancı Şehrazad’a bir şiirlik sesverir. Bin yıl önce, bin yıl sonra. Eğer bi’şey binyıl sürecekse, bunun olsa olsa yalnızca insanın hikâyesi olabileceğini unutanların apoletlerini ciddiye alacak halimiz de yok.

Bugün herhangi birisine, bildiği birkaç masal adı sorsanız, içlerinden bir tanesi mutlaka Fransız yazar Charles Perrault’ya aittir.
Bugün herhangi birisine, bildiği birkaç masal adı sorsanız, içlerinden bir tanesi mutlaka Fransız yazar Charles Perrault’ya aittir.

*Bu yazıyı, kıymeti bilinmemiş Türkçe rock gruplarından Mavisakal’ın İki Yol şarkısı eşliğinde okuyabilirsiniz.


Fransız yazar Charles Perrault‘un 1697’de yayımladığı “Kaz Ana’nın Öyküleri” adlı kitap, sözlü geleneğe ait halk masallarının sade ve anlaşılır bir üslupla yazıya geçirilmesinden ibaret bir çalışmaydı aslında. Ama Perrault, kendi çocuklarını mutlu etmek amacıyla yazdığı bu küçük masal kitabıyla -hiç farkında olmadan- ölümünden yüzyıllar sonra bile hatırlanmasına vesile olacak bir emanet bırakmıştı.

Efsanelerden, söylencelerden, anlatılardan ve halk masallarından derleyerek yazdığı “Kaz Ana’nın Öyküleri” kitabı için J.R.R Tolkien şunları söyler mesela;

Bugün herhangi birisine, bildiği birkaç masal adı sorsanız, içlerinden bir tanesi mutlaka Fransız yazar Charles Perrault’ya aittir ve bu masal muhtemelen ya Kırmızı Başlıklı Kız ya da Çizmeli Kedi olacaktır.

Perrault’ın, “Külkedisi”, “Uyuyan Güzel” gibi unutulmaya yüz tutmuş efsaneler haricinde, yaşanmış bir olaydan esinlenerek yazdığı Mavi Sakal isimli bir hikâyesi de vardır bu kitapta. İçinden taşan kötülüğü sakladığı yasak kafesinden (kırkıncı oda) dünyayı seyreden bir katilin hikâyesi. Bu kafesin (odanın) kapısına benliğini asmış bir katil; maviye çalan sakallarıyla kıyasıya korkunç ve yaptıklarıyla adil bir infaza fena halde muhtaç.

Mavi Sakal efsanesi, Perrault’tan sonra 19. yüzyılda Grimm Kardeşler tarafından bir kez daha yazılır.
Mavi Sakal efsanesi, Perrault’tan sonra 19. yüzyılda Grimm Kardeşler tarafından bir kez daha yazılır.

Mavi Sakal efsanesi, Perrault’tan sonra 19. yüzyılda Grimm Kardeşler tarafından bir kez daha yazılır ve tekrar yazım geleneğine uygun olarak birkaç küçük değişikliğe uğrar. Masallar mutlu sonları sever çünkü. Satın aldığımız hikâyeden bizi (ümit) öldürmesini murad etmeyiz. Mavi Sakal, siyah-lacivert sakalları, çirkin suratı ve her seferinde yeniden evlenmesini sağlayan variyetiyle şanslı bir katildir. Bir soyludur evvelde. Eşlerinin kalbini yerinden söker ve cesetlerini görkemli şatosundaki girilmesi yasak bir odada saklar. 40. Oda’da. Kendince görünür olan kötülüğü buraya hapseder-gizler aslında. Habis bir ruha sahiptir. Üç karısını da itinayla öldürmüştür. (Masal duygusu, kriminal olanın içinde bu şiddetle yüzerek yine de kıyıya çıkabilir mi derseniz, evet mümkündür.)

Dördüncü karısına şatosundaki bütün odaların anahtarlarını vererek bir seyahate çıkar Mavi Sakal. Yasak Oda’ya kesinlikle girmemesini tembih eder giderken. Ama karısı aklını kışkırtan bu yasağın cazibesine dayanamaz ve her şeyi göze alarak 40. Oda’nın kapısını açar. Hikâye böyle.

Bundan sonrası alternatif final eşliğinde farklı disiplinlere atıflarla onlarca kez yazılabilir. 40. Oda, yasak olanın cazibesini içeren ve kıyamete değin sürecek uzun bir metafordur nihayetinde. Anahtarları eline alan insan için, iradi bir tercihin sonunda kendi hikâyesine dokunmanın ihtimali belirir ufukta. O kapıyı açmak, daha büyük bir kötülüğün kapısını ardına kadar kapatabilir belki. Ya da kendi canına kast ettiğin bir anlam’ın içine doğru sürükleyebilir seni. Tercih ettiğin kalbindir aslında, kapılar değil.

40. Oda, yasak olanın cazibesini içeren ve kıyamete değin sürecek uzun bir metafordur nihayetinde.

Perrault’tan çok önce anlatılmış kadim bir hikâyenin ortasında olabiliriz. Her seferinde kelimeleri kalbimizin üzerine dizip, tekrar tekrar kontrol etmeliyiz. Zaten anlatılan hep aynı hikâyedir, galiba hiç birimizin şüphesi yoktur bundan. Binlerce yıldır insanın sırrından dökülerek gelen o ateş çünkü. İnsanoğlunu mağara gölgelerinden beri takip eden ve toplumsal bellekleri vesile kılarak tutuşturduğu bilinç meşaleleriyle aynılaştırarak ayrıştıran o ateş. Farklı mekânların ruhuna intisap ederek genişleyen ‘tek bir söz’ün yansıması, birbirine doğru bakan sonsuzluk aynaları gibi. Şehrazad’ın 16. Gece anlatmaya başladığı 3. Çelebi’nin hikâyesinde, sarayda kalan Çelebi’ye 40. Oda’ya girmemesi öğütlenecektir o halde. Şehrazad Perrault’ın kulağına bir şeyler fısıldar. Çelebi de merakına yenilir. Ve Cahit Sıtkı Tarancı Şehrazad’a bir şiirlik ses verir. Bin yıl önce, bin yıl sonra. Eğer bi’şey binyıl sürecekse, bunun olsa olsa yalnızca insanın hikâyesi olabileceğini unutanların apoletlerini ciddiye alacak halimiz de yok. Evet, Tarancı diyorduk, Cahit Sıtkı; “Kırkıncı odanın kapısındayım / Ne varsa bu kapı arkasındadır / Açsam, ya açmasam kaygısındayım / Aklım iki cihan arasındadır / Kim bilir neler oluyor içerde! / Yarab! İnsan bahtım hangi ellerde? / Ha ben, ha masaldaki o şehzade / Gönlüm bir güzelin sevdasındadır”

İnsan ayartılmıştır çünkü. Şeytani bir hileyle yasak oda’ya doğru yürütülmüştür.
İnsan ayartılmıştır çünkü. Şeytani bir hileyle yasak oda’ya doğru yürütülmüştür.

Mavi Sakal’a dayatılan ismiyle özdeş şeytan imgesi, 40. Oda’nın cehenneme açılan kapısıyla karşılayacaktır bizi. İnsan ayartılmıştır çünkü. Şeytani bir hileyle yasak oda’ya doğru yürütülmüştür. Oysa merak korkuyu da içinde barındıran bir duygudur. İnsan bazen merakıyla korkusunu yener, bazen merakı sayesinde korkusuyla yüzleşir, bazen de merakını ve korkusunu aynı anda alt eder. O kapı açılacaktır yani.

Zihninde açılan kapılardan bile azade değil insan. Mavi Sakal’ın dördüncü karısı, Kırkıncı Oda’ya girdiğinde, elindeki anahtarı yere düşürür ve anahtara kan bulaşır. Bu bir işarettir. 40. Oda’nın kapısı, Mavi Sakal’ın günahlarını biriktirdiği ve kötülüğünü hapsettiği bir kavanozdur. Pandora gelir, düğün gecesi de olsa, o kavanozun kapağını aralar mutlaka. 40. Oda’ya girmezsen, Mavi Sakallar yaşamaya devam edecektir çünkü.

  • Şehrazad hikâyesini anlatmaya devam ederken, Charlie Chaplin meseleye sessiz kalmayarak 1947 yılında “Monsieur Verdoux” filmini çeker. Şarlo olmadığı ilk filminde iyilik-kötülük üzerinden yorumlar Mavi Sakal’ı. Kurt Vonnegut, Mavi Sakal romanındaki 40. Oda’sında ‘Hayatta Kalma Sendromu’nun izlerini saklıyordur. Macar besteci Bela Bartok Mavi Sakal’ın Şatosu adlı tek perdelik operasıyla kurcalar 40. Oda’yı.

Merakına yenilmekle meşhurdur insan, üstelik bu bir yenilgi biçimi de sayılmaz çoğu zaman. Walt Disney’den Şehrazad’a uzanan -izlerini kasten silinmiş- uzun bir yol vardır elbette. Her insan kendi kırkıncı oda’sından sorulmalı! Kırk kapı açarsak eğer Mavi Sakal ölür. Tahta At şiirinde nasıl diyordu Sezai Karakoç; ‘’Şeker verdik aslan yeleleri aldık kırk kapı açtık / Kırk kapı açtık Mavi Sakal öldü / Kırk odanın içinde güzel aslanlar güldü…’’