Sola dönüp Türkanların evinin önünden...

Şehveti eksik olan ney çalamaz, şiddetini dizginleyemeyen ise hiç çalamaz.
Şehveti eksik olan ney çalamaz, şiddetini dizginleyemeyen ise hiç çalamaz.

Çemberlitaş’ı geçiyorum. Sinemada hangi filmler var? Mad Max II ve Emmanuel Amerika’da. Şiddet ve şehvetin görsel dili. Ne diyordu Hocam Çinuçen? Şehveti eksik olan ney çalamaz, şiddetini dizginleyemeyen ise hiç çalamaz.

Kâmil. İnsan-ı Kâmil olsun istedim. İçinden konuşuyor Nazım Usta. Tıknaz. Ellili yaşlarında. İnsan-ı Kâmiller olsun istedik. Kırkı karıştı bunların İkisine de Cüneyd ismini verdik. Hazım’ın oğlunu yanlışlıkla “Cüneyt” diye kaydetmişler. Kaderde yanlışlık yoktur ya neyse.

Kardeşimin oğlu ilaçlara sardırdı, bu ise kitaplara. Biraz da ticarete baksa. Hepten kitaplara sardırmak kâmillikmiş gibi geliyor bana.


Mağazanın içi güveçte pişen fasulyenin kokusu ile doluyor ağır ağır. Nazım Usta gülümsüyor. Yemek kıvamını aldı bir bunlar kıvama gelmedi, diye düşünüyor. Kardeşimin oğlu ilaçlara sardırdı, bu ise kitaplara. Biraz da ticarete baksa. Hepten kitaplara sardırmak kâmillikmiş gibi geliyor bana. Hep o Salih Bey’den oluyor bunlar. Veysel ile Serdar’dan. Tanju kolejlilerden. Ne konuşuyorsa bir saattir bacak kadar çocukla. Sobanın üstünden kaldırayım güveci.

Durmadan anlatıyor Cüneyd Göydaroğlu. Salih Bey’in yanına gitmeyi ihmal etmemesini söylüyor. Hasan kahverengi deri koltukların içinde kaybolmuş sanki. On bir on iki yaşlarında bir çocuk. On bir on ikinin ikisi de doğru. Ortaokul öğrencisi. Cüneyd Goydaroğlu önündeki masanın çekmecesini açıp Emile Zola’nın Eser adlı romanını uzatıyor. Al, diyor. Bunu da oku. Yeni ufuklar açar. Alıyor Hasan. Şöyle bir karıştırıyor sayfalarını. İki formanın kesilmediğini fark ediyor. Teşekkür ediyor. İzin isteyip merdivenlerden aşağı iniyor. Yemeğe kalsaydın, diyor Nazım Usta. Tokum, diyor Hasan ara nefesiyle karnını şişiriyor. Ses vermesin.

  • Ben bu kitabı okumam. Hem okumamışsın hem ufuk mufuk. Bu Emile’yi de okumam. Dışarı çıkınca ilk zihninde bunlar geçiyor. Soğuk. Soğuk ne kelime ayazın katmerlisi. Bu soğuğa kar ya da yağmur yağsa tahammül edilebilir ancak.

Kar ve yağmur doğaya ait değil herhalde diye düşünüyor Hasan. Bir türlü alışamıyor köylere kasabalara kentlere. Kar ya da yağmurun yağdığı vakitler hariç. Doğanın duygusu yok, diyor içinden, sonra gülümsüyor. Otogarı geçip ara yola giriyor. Sonra sağa kıvrılıyor. Yeşilnur Kitabevi’nin önünden geçiyor. Salih Bey’le birkaç kez gelmişler; Salih Bey kitabevinin sahibiyle ‘‘Ergenekon Aslanı Erhan, Başbuğ sana hayran.’’diyerek şakalaşmıştı, anlamadım. Artık ne demekse. Kahkahalarla gülmüşlerdi. Salih Bey belediyede çalışıyor. Sıcak sular mevkiini geçip Reşadiye Camii’ne ulaşıyorum. Karşıya geçip içinde horoz dövüşlerinin yapıldığı kahvelerin yanından yürüyorum. Tepe yok mu acaba bu kentte? Göğe yakın bir yer?

Kar ve yağmur doğaya ait değil herhalde diye düşünüyor Hasan.
Kar ve yağmur doğaya ait değil herhalde diye düşünüyor Hasan.

Mahalle yaklaşıyor. Hava Hastanesi. Cuma pazarı sokağı… Sola dönüp Türkânların evinin önünden -pencerenin camına sinek sekiz yapıştırmış -geçerek eve yöneliyorum. Osman değil mi o? Osman abi, diyorum, nereye? Halk Eğitim’de konser var diyor. Seni görmedim. Haftaya solist benim, diyor Osman.

Görünmemek. Görülmemek. Hangisi? İkisi birden. Kaderde yanlışlık yok. Allah’ın salise sekmeyen saatinde gecikme yok ileri gitme de. Kapıyı çalıyorum. Açılacak.

Kapı açılacak. Dışarıda kalacak Osman, Cüneyd’in gülümseyişi. Nazım Usta. Salih Bey simsiyah saçları ve bıyığıyla, kitapçı Erhan kitaplarıyla kalacak. Açılacak kapı. Açılacak üç oda üç buçuk dünya. Dışarıda kalacak 1974 yılı Aralık ayının soğuğu.

Kızıl neyzen Aziz'in kuzey nefesi

Kuz, kuzey. Şimdi bir yer bulmalı. Bir yer. Hava serin. Sultanahmet’teyim saatlerdir. Öylece oturuyorum. Âmâ birazdan akşam bitecek. Bir yer bulmalıyım. Bir yer. Niye bu burukluk? Niçin bu kekrelik? “Çay tazeleyeyim mi” sesine, “yok kalsın” deyişim. İçtiklerimin ücretini al da... Bu kekrelik ne, boğazımdaki ciğerimdeki dilimdeki kekrelik niye yıllardır? Yeniçeriler Caddesi’ne doğru yürüyeyim. Şimdi İsmail kekliği avlamıştır. İsmail doktora yapıyor felsefede. Ders bitmiştir. Yeni bir yer açılmış. Bir komiser açmış galiba. Erenlerdedir İsmail. Bosnalı İsmail. Hah işte Çemberlitaş’ı geçiyorum. Sinemada hangi filmler var? Mad Max II ve Emmanuel Amerika’da. Şiddet ve şehvetin görsel dili.

Ne diyordu hocam Çinuçen? Şehveti eksik olan ney çalamaz, şiddetini dizginleyemeyen ise hiç çalamaz.

İşte geldim. Çay servisi yapan garsonların başı İsmail orada… İsmail Abi içerde mi bizim Necati bizim İsmail? İsmail içerde diyor Necati yok yalnız. Alabildiğine Boşnak oturuyor İsmail. Yanında da o Erkal. Merhabalaşıyorlar. Yok, mu Necati? Yok diyor yok kurtuluşumuz. Bir diplomatlık mı var üslubunda? Hele dur sen… Benden mi kurtulacaksın? Bir hoşnutsuzluk mu var? Ya Aziz çöz şu kızıl kaşkolunu da bir çalıver. Tamam, akşamı ve geceyi kurtardık, tamam İsmail’im tamam. Yalnız bir vişne suyu ve soda alayım... Ciğerleri açıyor da o yüzden.

Hava serin. Sultanahmet’teyim saatlerdir. Öylece oturuyorum.n
Hava serin. Sultanahmet’teyim saatlerdir. Öylece oturuyorum.n

Bak bu neydir. Bir timsal eski hikâyeleri boş ver. Bu ney benim için kader. İçimdeki yılanı usul usul oynatabildiğim kaderimin sesi. Nefes bu nefes… İçine çektiğin mi yoksa verdiğin mi, diyor Erkal. Kaderimin sesi bu aşkımın düğümleri diyorum. Gülümsüyor. Yoksa ismi Ayşe mi, diyor Erkal. Bütün kızıllığım bunun içindeydi diyorum. Ne kızıllığı, diyor. Aşkın evladım, diyorum, ilahi aşkın… Yine gülümsüyor. Ya Neyzen, diyor. Olmasın sakın bu kızıllık Ayşe’nin elma yanaklarının?

  • Bak bu neydir. Bir timsal eski hikâyeleri boş ver. Bu ney benim için kader. İçimdeki yılanı usul usul oynatabildiğim kaderimin sesi. Nefes bu nefes… İçine çektiğin mi yoksa verdiğin mi...


Manyak mısın sen lan? Beni en ince en yanık yerimden yakalıyorsun, diye içimden geçiriyorum. İnce bir dikkatle neyi dudaklarına götürüyor Aziz. Bir... İki. Hadi. Hafiften bir ses. Bir sükûnet. Sesi Erkal’ın. Aziz abi yorma kendini Üsküdar’da çalarsın. Bülbülderesi’nde. Hem severler mezarlıktaki sabetaylar seni hem anlatırsın bir yılana benzettiğin neyin hikâyesini. Bu sefer merhametli sesi. Tamam koçum, diyor Aziz.

Sen de anlatıverirsin şu ikinci ölmekliğini. Hem bana öyle kahverengi kahverengi sorular sorma göreceğim senin hesabını, diyor Aziz. İfrit oluyorum bu kerataya, diye fısıldıyor İsmail’in kulağına. Hem yüzüme bakmıyor hem dibime kadar her şeyi görüyor. Ne diyorlar sahi sana diye sesleniyor. Islığın mavi mi yoksa yılan mı?