Sürdürülebilir İnsanlık

Ama yaşadığımız ülkede kendimizi muhafaza etmek için bir şeyler planlayabiliriz.
Ama yaşadığımız ülkede kendimizi muhafaza etmek için bir şeyler planlayabiliriz.

Sosyal refah devleti anlayış ve politikaları, sürdürülebilir kalkınma çalışmalarında ele alınan problemlere sebep teşkil eden sürecin baş mimarlarındandır. Her şeyin mümkün olduğu kadar ucuz, saçıp savuracak kadar çok ve zahmetsizce temin edilmesi iştiyakı; çevreye, gelecek nesillere, doğal kaynaklara ve tabii ki güç yetirilen diğer insan topluluklarına zarar vermeden gerçekleşmiyor.

“Gelecek kuşakların ihtiyaçlarını karşılayabilme olanağından ödün vermeksizin günümüz kuşaklarının ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir kalkınma modeli olan ‘sürdürülebilir kalkınma’, 20. yüzyıl sonlarına doğru dünya gündemine girmiş ve 1990’lı yıllarda imzalanan uluslararası antlaşmalarla küresel bir uygulama planı hâline gelmiştir. Geleceği de sahiplenen bu ortak hedef, herkesin temel ihtiyaçları ile daha iyi bir hayata ilişkin beklentilerinin karşılanmasına imkân vermeye yöneliktir. Bu nedenle, ekonomik ve sosyal yapı ile çevre etkileşiminin bütüncül bir şekilde değerlendirilerek bugünkü ve gelecekteki nesillerin kalkınmanın getirdiği fırsatlardan hakkaniyetli bir şekilde yararlanmasının sağlanması, sürdürülebilir kalkınmanın temel felsefesini oluşturmaktadır. Geçmiş deneyimler bu yaklaşımın önemini daha iyi vurgulamaktadır.”

(surdurulebilirkalkınma. gov.tr) Bir nevi, sermayenin gündemimize taşıdığı problemlerin hâlline dair çöp toplayıcılığı. Sürdürülebilir kalkınmayı; yeşil büyüme, Rio+20 süreci ve katılımcı devletler ile birlikte düşünmek daha rahatlatıcı olabilir.

Refah devletinde toplumun sosyal ihtiyaçlarının sağlanması için kamu kaynaklarının etkin bir şekilde kullanılması veya devletin kendi eliyle veya bazen de aracı kurumları vasıtasıyla sosyal hizmet sunduğu bir modeldir.

Ekonomi analiz kabiliyetim dünya ölçeğinde bir değerlendirmeyi şimdilik mümkün kılmıyor. Gerçi dört işlem haricinde kalanlardan da bir şey anladığım söylenemez. Ama ekonomi hakkında konuşmak için bir şey bilmek gerekmediğini düşündüren gelişmelere şahit olduğumdan, bunu dert etmiyorum. Sağında solunda, önünde arkasında devlet veya şirket olmayan halkın (her cins, coğrafya ve anlayışta) katıldığı, ürettiği ve önerdiği şeylerin tamamına saygı duyuyorum veya en azından kendileri için mümkün kılınmasını temenni ediyorum. Aşağıda veya daha sonra başka yerlerde yazacağım tahkir edici ifadelerin hiçbiri onları asla ırgalamaz.

Sermaye dediğimiz şey çok enteresan. Anamalcı, tekelci, kolektif, uluslararası, efektif, emperyalist, kapitalist, yerli ve yabancı gibi sıfatlarla birlikte anılma kabiliyetine haiz. Bir de bu sermayenin kediye yükleneni ve kendisi kadar konuşturanı var. Ama meselemiz sermaye değil; refah devleti ve sürdürülebilir kalkınma. Refah devleti tabirinin bendeki karşılığı ise şu: “gak deyince et, guk deyince süt’. Tamam, ‘bir elim yağda bir elim balda” da olur. Kelime anlamı olarak refah; “Bolluk, rahat ve varlık içinde bir yaşam sürdürme” (TDK) anlamına gelir. Bugünlerde daha çok zenginlik, mutluluk ve sosyal bakımdan iyilik olarak anlaşılmakta. Refah devleti kavramı ise, 1942 yılındaki Beveridge Raporu ile gündeme gelmiştir. Refah devletinde toplumun sosyal ihtiyaçlarının sağlanması için kamu kaynaklarının etkin bir şekilde kullanılması veya devletin kendi eliyle veya bazen de aracı kurumları vasıtasıyla sosyal hizmet sunduğu bir modeldir.

Meselemiz sermaye değil; refah devleti ve sürdürülebilir kalkınma.
Meselemiz sermaye değil; refah devleti ve sürdürülebilir kalkınma.

Bunun araçları olarak, artan oranda vergilendirme, sosyal güvenlik ve sağlık sisteminin herkesi kapsayacak şekilde genelleştirilmesi, işsizlik sigortaları, tarım veya üretim sektörüne yönelik sübvansiyon ve destekleme politikaları, ücretsiz ya da çok düşük bir katılım payının alındığı eğitim, düşük ücretli konut edindirme gibi sosyal yatırımlar sayılabilir. İnsan tekine veya topluluğuna (elbette öncelik ve sonralık kendisi/ topluluğu olması durumunda) bunu sağlayabilecek olan en kestirme yol, iktidar sahibi olmaktan geçer.

İktidardan anlaşılması gereken husus hükümet kabinesi değil elbette. Besin zinciri diye bir olgu var. Gerçek dünyevi bir iktidardan söz ediyorum: Para ve silah/asker üstünlüğü. (Misal, Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız deyip Golan topraklarının İsrail’e ait olduğunu beyan etmek gibi). Bir kez iktidar sahibi olundu mu bunun sonlu olma düşüncesi, onu kontrol eden veya onun gücü ile mücehhez olan insanı kahreder.

Akıbet ölüm oluncaya kadar ve mümkün ise nesilden nesle devamı arzu edilir. Çok gelişmiş devletler, asker gönderemedikleri bölgelerde de egemenlik sağlamak için (yönetimler nezdinde alanında düzenleyici olduğu kabul edilmiş) teşkilatların erişilebilirliğinden yararlanırlar. Sürdürülebilirlik, sivil toplumun da topa girmesini sağlayan ve ilgili ülkelere ince ayar vermeye matuf olarak kullanılan yöntemin en kibarcasıdır.

  • Tükenmeyen bir mülk fikri, insanı ayartmak için kullanıldığında telifi şeytana aittir. Bunun farklı dalga boylarında bize nüfuz etmesinden de can havli ile kaçınmak gerekir. Allah (Azze ve Celle) insanları mallardan canlardan, mahsullerden yana noksanlaştırma ile imtihan edeceğini beyan ettiğine göre istediğimiz kadar uğraşalım kesintisiz bir refah devleti işlerliği mümkün olmadığı gibi aynı zamanda beyhudedir.

Ayetin manasını en sınırlandırılmış hâliyle düşünecek olsak bile bu noksanlaştırmalar sadece iman edenleri kapsayacak demektir ki meselemiz de o imtihan zaten. Üstelik zenginlik eğer sadaka ve karşılıksız borç verme amacına matuf olarak arzu edilmiyorsa hesap gününde sıkıntı sebebi olması kuvvetle muhtemeldir. Tabii iman edip ahiret gününün dehşetinden sakınanlar için. Sürdürülebilir kalkınma hikâyesine geri dönelim. Bugüne kadar dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan esas ve yan toplantılarda ele alınan konuların ciddiyetini kabulden yana bir sıkıntım yok. Alınan kararlar ise şaibeli olamayacak kadar açıklıkta alçakça ve tam bir fiyasko. Zira yoksul ülkelerin dünyayı kirletmek için kalitesiz kömür kullanmaktan başka araçları yok. O salınımlı gazlar, motor yakıtlarının envaiçeşidi, yüksek teknoloji ürünleri, kozmetik, her türlü silah üretim test ve kullanımı, uzay araştırmaları, makineleşen haberleşme sistemleri...

Tükenmeyen bir mülk fikri, insanı ayartmak için kullanıldığında telifi şeytana aittir.
Tükenmeyen bir mülk fikri, insanı ayartmak için kullanıldığında telifi şeytana aittir.

Bunların herhangi birinde yoksulların tesirini (ucuz işgücü olmaktan gayrı) bulamayız. İnsanın etrafını kirletebilmesi için saçıp savuracak kadar çok mala sahip olması gerek. Yoksul, elindeki her şeyi ihtiyacı için kullanıyor. Dünyaya zarar verecek kadar bir şeye sahip değil. 2017 yılı büyük ekonomiler listesindeki (iki yüz isimlik bir liste) şirket sayısı 153 ve bu şirketler aklınıza gelen her yol ile kayırılmaktadır. İlk ellide 17 şirket var. Sürdürülebilir kalkınma kavramını, toplantılarını, masrafını, sonuç kararlarını vs. belirleyenler/karşılayanlar/kararlaştıranlar ile konuşulan problemlerin tamamının müsebbibi olanlar aynı devlet veya şirketler. Ayağıyla koşup, eliyle kendine mani olmaya çalışan bir canlı türü ile karşı karşıyayız. Zenginlik için her melaneti yapacaksın ama sonra arkana bakıp özverili pişkinlik içerisinde “bu ne rezalet” diyeceksin. Elbette onları yola getirmek gibi bir iddia ve imkâna malik değiliz.

Ama yaşadığımız ülkede kendimizi muhafaza etmek için bir şeyler planlayabiliriz. Bir devlet veya şirketin kendi imkânı dâhilinde yaptığı tahribatı, yaşama alanımızda kendi çapımızda yeniden üretmekten uzak durmak bunun ilk adımı olabilir. Sosyal refah devleti anlayış ve politikaları, sürdürülebilir kalkınma çalışmalarında ele alınan problemlere sebep teşkil eden sürecin baş mimarlarındandır.

Her şeyin mümkün olduğu kadar ucuz, saçıp savuracak kadar çok ve zahmetsizce temin edilmesi iştiyakı; çevreye, gelecek nesillere, doğal kaynaklara ve tabii ki güç yetirilen diğer insan topluluklarına zarar vermeden gerçekleşmiyor. Sürdürülebilir kalkınmanın konusu olan her şey, “ya tutarsa” gayretinin fevkinde bir çabayla ele alınmıyor. Yanında yöresinde şirket ve devlet olmayanların uğraşıları hariç elbette. Olup bitenler bir dekor hazırlama telaşından ibret. İşin tuhaf yanı artık oyunun sahnelemesine de ihtiyaç kalmadı.

Dekorun hazırlanması ve kendisi, seyircinin bu yol ile de yeterince meşgul edilebildiğini ve ayrıca sahneleme için bir masraf ve zaman harcamanın gereksizliğini ortaya koydu. “Eti ve kemiği ile” ifade kalıbının hayatımızda karşılığı kalmadı. Sadece gör ve paylaş. Yapmak artık seyir, kayıt ve paylaşımdan ibarettir. Hesap günü ve ölümden sonraki hayata iman etmeyenlerin bu konudaki duruşunun kendileri için doğru ve anlaşılabilir olduğunu kabul ederim. Hayat sadece burada olandan ibaretse; azami fayda ve haz merkezli bir anlayış geliştirmenin, onu takip etmenin mahsuru yok. Ama dünya fâni ahiret bâki diyenler, yani biz, bu işin neresindeyiz?

  • El Maturidi, Te’vilâtü’l Kur’an adlı eserinde “Onun kavminden, kâfir olup ahirete ulaşmayı inkâr eden ve dünya hayatında kendilerine refah verdiğimiz varlıklı kişiler.” (Mü’minûn suresi 33. Âyet meali) âyetini “İnanmayan, şımarmış ileri gelen zenginlere, varlıklı kişilere Allah dünyayı genişletti, serdi ve onlar da günahlara dalarak sapıttılar” diye manalandırıyor.

Azgınlık ve şımarma sahip oldukları varlıklarla böbürlenenlere, mal varlığı vasıtasıyla insanlar üzerinde egemenlik kurup haddi aşanlara izafe edilir. Yoksulun haddi aşması sebebiyle yoldan çıkan topluluklar olduğunu ben bilmiyorum. Zenginliği zemmetmek değil maksadım. Onun, bizi ifsat eden yanının baskın olabileceğine dair bir hatırlatma. Mala sahip olanların onu temizlemek için gayret içinde olması, malları üzerinde hakkı olanlara haklarını ulaştırması gerekir. İman edenlerin helal rızık anlayışından refah toplumu ve sürdürülebilir kalkınma teranesine zıplamaları hayra alamet değil. Komşu akraba, ebeveyn veya evlat olmanın mesuliyetini yerine getirmeyi mümkün kılacak bir hayat nizamına (İslam’ın mahalle ve aile sistemine/ Lütfü Bergen) sırtını dönüp sosyal yardıma yönelmeleri de…