Tam üç tekil şahıs

Tam karşıdan, neredeyse 5 dakikadır o sanıp takip ettiği kişinin asıl kendisi onlara doğru yürümekteydi işte!
Tam karşıdan, neredeyse 5 dakikadır o sanıp takip ettiği kişinin asıl kendisi onlara doğru yürümekteydi işte!

Neden orada karşılaşmıştılar sanki, adını koyamadıkları bir ilişkinin neyse ki kısa sürmesine sığınıp, kendisini hayatın daha beter sınavlarına soktuğu yetmemiş gibi neden şimdi, orada, yine karşılaşmıştılar sanki.

Sıcaktı, hem de ağır sıcaktı. Şişli, yürümek için en çekilmez saatlerini yaşıyordu ama gitmesi gereken güzergâh nedeniyle o sırada, orada olmaya mecburdu delikanlı.

Adını koyamadıkları bir ilişkinin neyse ki kısa sürmesine sığınıp, kendisini hayatın daha beter sınavlarına soktuğu yetmemiş gibi neden şimdi, orada, yine karşılaşmıştılar sanki.


İtalyan mezarlığının önündeki abuk sabuk rampayı oldum olası sevmediği için, yine kısmen gölgeli olan karşı kaldırıma geçmiş ve yürüyenlerin birbirlerine karşı omuzlarıyla verdikleri amansız savaşın saflarına katılmıştı. Tam o esnada, incecik silüetiyle biri belirdi delikanlının önü sıra yürüyen insan öbeğinin arasında. Saçları tıpkı seneler öncesindeki gibi dalgalanan, utangaç bir şekilde başı hafif öne eğilmiş, çevresiyle ilgisiz görünmenin tüm gereklerini yerine getirircesine adımlayarak kaldırımı, en azından bir dakika sonra yetişilecek bir tempo tutturmuştu.

İlk karşılaştıkları andan itibaren o veda sahnesine kadar sürmüş kısa tanışıklıkları, birbirlerini sevip sevmediklerinden emin olamadan geçirdikleri günleri, ilk gençlik heyecanıyla yazdığı ama onun hiç okuyamadığı şiirlerin her mısraını, yıllarca görmediği hâlde ezbere bildiği yüz hatlarını ve daha bir sürü sıkıntı verici detayı hatırlayıp yine de hızlanmaya cesaret edememişti yanında yürümek için. O anın tadını çıkarmak istercesine, 5 dakika kadar devam etti bu durum, bir ara yaya trafiği araçlara nazire yaparcasına artınca az kalsın iki adım yanına kadar sokulmuş olacaktı ki, sağlam bir manevrayla geride kalmayı başarmıştı. “Acaba beni görse ne der, hadi o neyse de asıl ben ne derim.” diye düşünmekten iki sigarayı birbirine bağlamıştı artık. Sıcaktı, üstelik insanın ayakkabılarını küçük işkence aletlerine çevirecek kadar sıcaktı kaldırım. Neden orada karşılaşmıştılar sanki, adını koyamadıkları bir ilişkinin neyse ki kısa sürmesine sığınıp, kendisini hayatın daha beter sınavlarına soktuğu yetmemiş gibi neden şimdi, orada, yine karşılaşmıştılar sanki.

  • Delikanlı tüm bunları düşünerek hızlanmaya ve ne olursa olsun en azından kendisini görebileceği bir mesafeye göz dikmişti ki, tam o sırada (şimdi yönetmenini tam hatırlayamadığımız bir filmdeki gibi) güneş dünyaya iyice yaklaştı, insanlar varla yok arasında sahneden çekilip o anın asıl başrol oyuncularına terk ettiler ortalığı bir anda.

Tam karşıdan, neredeyse 5 dakikadır o sanıp takip ettiği kişinin asıl kendisi onlara doğru yürümekteydi işte! Böyle bir tevafuk, açıklanabilmek için fazla girift gelmişti delikanlıya, sanki Truman Show filmindekine benzer bir düzen kurulmuştu da, az sonra herkes sürprizin şaşkınlığını atamamış hâli ile dalga geçercesine kahkahalarla gülecekti karşısına geçip.

Delikanlı tüm bunları düşünerek hızlanmaya ve ne olursa olsun en azından kendisini görebileceği bir mesafeye göz dikmişti.
Delikanlı tüm bunları düşünerek hızlanmaya ve ne olursa olsun en azından kendisini görebileceği bir mesafeye göz dikmişti.

Şok hâlini daha üzerinden atamamışken, öncesinde yaşanmış tüm ağır çekim sahnelerini emekliye ayırırcasına, önce o ikisi yan yana geldiler, yarım saniye sürse de birbirlerine olan benzerliklerini süzmek ve gizlice şaşırmak için yeterli zamanları olmuştu. “O” ne düşünüyordu az çok tahmin etmişti delikanlı, ama “o” sandığı kişinin ne düşündüğünü çok merak ediyordu doğrusu. Hele de kendisinden haberdar olsa ve içinde bulunduğu durumu bilse neler olacaktı acaba?

Ne “o” sandığı kişi, ne de kendisi bir daha tekrarı olmayacak bir anı ve toplamda iki metrekarelik bir alanı paylaşmıştı bir kaç saniyeliğine.


Bir kaç saniye sonra ise sıra delikanlıdaydı işte, göz göze gelip hiçbir şey anlayamadıkları ilk anılarıydı bu ikisi arasındaki. Şimdi kendisi de güneşin cayır cayır yaktığı kaldırımdan bir parçaydı sanki, şehir nüfusuna eklenmiş herhangi bir sayı, gövdesini gezdiren sıradan bir kafa, kafasını taşıyan herhangi bir gövdeydi artık ve “o”, bunu bakışlarıyla tasdiklerken gayet ciddiydi işte.

Sonraki bir kaç dakikayı tam hatırlayamıyordu, ama muhtemelen herkes görevini yaptıktan sonra kendi dünyasına çekilmişti ki, o da kendisini varacağı yerin az ötesinde bulmuştu. Bir şimşek yalımıydı adeta, olmuş ve bitmişti işte, ne “o”, ne “o” sandığı kişi ve ne de kendisi bir daha tekrarı olmayacak bir anı ve toplamda iki metrekarelik bir alanı paylaşmıştı bir kaç saniyeliğine. Ezberindeki bir şiirin -hangisi olduğunu bizim bilemeyeceğimiz- mısralarını içinden okuya okuya dalmıştı tekrar hayatın içine ve havanın unutulmaz derecede sıcak olduğunu yıllar sonra bile hatırlayacağına emindi.