Rıza Çalımbay: Jan-janlı yıldızlar arasında bir kara çocuk

Eski milli futbolcu ve teknik direktör Rıza Çalımbay, 'atom karınca' lakabı ile anılıyor.
Eski milli futbolcu ve teknik direktör Rıza Çalımbay, 'atom karınca' lakabı ile anılıyor.

Tarih 17 Nisan 2005. Yer; Şükrü Saracoğlu Stadı, çok sonraları PANCU 1 kod adıyla anılacak bir derbi öncesi. Tribünler tıklım tıklım. Bebek’teki bir apartmanda onuru ve alın teriyle ekmeğini kazanan bir ADAM’ın oğlu olmanın ‘utanılacak’ ve dalga geçilecek bir şey olduğunu anlatmaya çalışan Türk futbol tarihinin en aşağılık pankartı karşımızda; “Rıza Efendi, 2 ekmek, 1 süt.”

“Rıza, harika bir oyuncuydu. Çok çalışkan, tam bir kaptan. Saygı duyulacak bir adam. Kadir de vardı. İşte böyle oyuncularla şampiyon olduk.” Gordon MİLNE

Futbol ‘orta düzey’ kahramanlardan pek hoşlanmaz.

Onların hikâye edilebilir taraflarını görmekte hiç mahir değildir çünkü. Sıradanlığın sakinliğine bir itirazdır belki de bu. Ya arızalı ama yetenekli, ya diplerde ama tutkulu ya da herkesin ‘büyüklüğünden’ emin olduğu dokunulmaz ama çok fiyaskolu renkli topçulardan biri olmalısınız, bu tip hikâyeler daha çok lazım olur futbola.

Rıza Çalımbay gibi nereden geldiğini hiç unutmayan adamların hikâyelerine fazlasıyla ihtiyacımız var. Ve son olarak sarsılmaz gerçek şudur ki; kara çocuklar -orta saha dâhil- her yerde güzeldirler.


Bu sebeple hep aynı fotoğraflar tab edilir. Futbol icat edildiği günden beri, sarsılmaz bir kaide haline gelen bu ‘arada kalmışlara sessizlik’ parolasının acımasızca uygulandığı adamlardan biri de oydu, aslında yazılı olmayan kurallara göre profili bu aşka çok müsait değildi ama futbol onu çok sevdi, o da futbolu, hem de delicesine. Jan-janlı yıldızlar arasındaki bir kara çocuktan bahsediyoruz; bir kapıcı çocuğundan, siyah-beyazdan, yerli atom karıncadan, Rıza Çalımbay’dan.

70’li yıllar İstanbul’u. Kitlesel iç göç hareketleri ve büyük Anadolu akını. Baba Bektaş Çalımbay’ın Sivas’taki bir taşocağında sakat kalan ayağı ve dört çocuğuyla başlayan zorlu/zorunlu, umut dolu İstanbul macerası.

Sivas ellerinde çalınan sazların tellerini sızlatan tozlu hikâyeler. Bebek’teki bir apartmanda yapılan düşük ücretli kapıcılık, ekmek parası, çocuk yaştaki tutkulu bakkal çırağı Rıza’nın hayalleri, baba korkusu, futbol ve Beşiktaş… Bu kısımların çabucak geçilecek bir tarafı yok aslında ama bandı biraz daha ileri saralım biz yine de.

Tarih 17 Nisan 2005. Yer; Şükrü Saracoğlu Stadı, çok sonraları PANCU 1 kod adıyla anılacak bir derbi öncesi. Tribünler tıklım tıklım. Bebek’teki bir apartmanda onuru ve alın teriyle ekmeğini kazanan bir ADAM’ın oğlu olmanın ‘utanılacak’ ve dalga geçilecek bir şey olduğunu anlatmaya çalışan Türk futbol tarihinin en aşağılık pankartı karşımızda; “Rıza Efendi, 2 ekmek, 1 süt.” Bir kaplumbağanın kabuğunu acıtmaya çalışmak gibi, ibretlik ve çok zavallıca. Üstelik futbolun çirkin bilinçaltının bu olaydan 7 yıl sonra 20 Mart 2012 tarihinde -Rıza Çalımbay Sivasspor’u çalıştırırken- oynanan Galatasaray-Sivasspor karşılaşmasında, başkanlık locasında oturan Galatasaray Sicil Kurulu Başkanı Serdar Eder’in ‘kapıcı çocuklarına elendik’ sözleriyle bir kez daha ortaya çıkmış olmasını, ‘varlığıyla’ bile rahatsız edici bir adamın hikâyesinin aslında futbol görünümlü sosyolojik bir meydan kavgasının tam orta yerinde konumlandığını gösteriyordu bize. ‘Varlığına’ hırsla saldıran kibirli muhataplarının, Çalımbay’ın; ‘nerden geldiğimi hiç unutmadım, babamla da her zaman gurur duyarım’’ sözlerindeki o derinliği kavrayacak çapta olmadıklarını, bilmem söylemeye gerek var mı?

Rıza Çamlıbay / İllüstrasyon: Mustafa Sami Özdemir
Rıza Çamlıbay / İllüstrasyon: Mustafa Sami Özdemir

Yalnızca gerçek bir haksızlığa uğramış olanların anlayacağı türden bir asalet

Sivas’ın Yıldızeli ilçesine bağlı Topalyurt köyünden göç eden ailesiyle birlikte çıkıp geldiği İstanbul’da bağıra bağıra sorduğu ‘ilkokuldan sonra hayat var mı’ sorusuna Beşiktaş futbol okulunda cevap bulmuştu ve bulduğu bu cevap ona tüm hayatı boyunca soracağı diğer sorulara da peşinen bir cevap hükmündeydi. Evet, yoksulluk ve çaresizlik okula gitmeye hiçbir şans tanımıyordu ama 10 yaşında bakkal çıraklığı yaparken aldığı bu kararla değişen hayatı, çalışkanlığı ve azmi sayesinde henüz 17 yaşındayken Beşiktaş A Takımı formasıyla tanıştırmıştı onu. Toplam 602 maça çıktığı 16 sezonda; 6 lig şampiyonluğu, 3 Türkiye Kupası, 4 Cumhurbaşkanlığı Kupası, 1 Başbakanlık Kupası ve 6 TSYD Kupası ellerinden gökyüzüne yükselirken, Beşiktaş’ın en çok şampiyonluk gören, en çok forma giyen ve en istikrarlı efsane futbolcusu unvanları da omuzlarında birer emek nişanesi gibi duruyordu.

  • Kaptan Rıza, yüzüne yalnızca mütevazı bir tebessüm kondurarak geçti bu fasılları da hemen. Takım ruhu dedi evinden ayrılırken, ‘birlikte başarmış olmak güzel’ dedi. Gordon Milne’nin ‘işte böyle oyuncularla şampiyon olduk biz’ cümlesindeki vurgu’nun değişmez öznesiydi.

Hiç durmadan koştu kaptan Rıza, ama hayatı boyunca takımdan ayrı düz koşu yaptığına şahit olmadık. Takımdan ayrı, olmazdı çünkü. Türkiye’de TRT tarafından yayınlanan ve çocukların büyük ilgisine mazhar olan tanıdığımız en sıkı süper kahraman Atom Karınca’nın (egosuz ve işbirliğine açık) namıyla anılması da buna benzer bir güzelliktir. Rıza’nın Süpermen’le anlaşabilmesinin bi’ mümkünü yoktur çünkü.

Türk futbol tarihine geçen o mezkur olaya bir not düşelim; hakem Deniz Çoban'ın, yutkunarak ve sesindeki titremelere engel olamayarak anlattığı asıl mesele;

Rıza hocam her şey tamam da, sizin soyunma odasına giderken ki o ruh haliniz…

Bir hakemi canlı yayına çıkmaya mecbur bırakan o ruh hali. Topalyurtlu Kaptan Rıza’nın üstüne çok yakışan o samimi, tertemiz ve kocaman üzgünlük. Hayır, bir öfke nöbeti falan değil. Kafası hafif öne eğilmiş, ağır adımlarla yürüyen, düşünceli ve çok üzgün bir adamın sessizliği. Deniz Çoban’ı kahreden o ruh hali, yalnızca gerçek bir haksızlığa uğramış olanların anlayacağı türden bir asalet. Rıza’nın üzerinde 10 yaşından beri parıldayan şey.

Rıza Çalımbay, jan-janlı yıldızlar arasındaki bir kara çocuk. Kafasını yerden hiç kaldırmadı, incinse de incitmedi, bakkal çıraklığı yaptığı günden beri en iyi ortaları hep o açtı. Tek bir kadını sevdi, tek bir formayı giydi, tek bir yolu seçti ve tek bir hayalin peşinden gitti. Müjdat gibi, Bergomi gibi, Bülent Korkmaz gibi, Totti gibi hep aynı takımda oynadı. Orta sahadan yaptığı nefis bindirmelerinin bugün bile birçok futbolseverin hafızasını süslemesi ‘iyi orta gol getirir’ mottosundan fazlasına tekabül eder. Her şeyin daha da kirlendiği, beşeri ilişkilerin yozlaştığı ve başarı putuna tapınma merasimlerinin körüklendiği bir çağda, kendi bulunduğu mütevazı ada’dan; ‘’futbolcuyu önce insan olarak yetiştirmek gerekiyor, futbolcu değil insan yetiştirelim’’ diye bağıran bir adam.

Rıza Çalımbay gibi nereden geldiğini hiç unutmayan adamların hikâyelerine fazlasıyla ihtiyacımız var. Ve son olarak sarsılmaz gerçek şudur ki; kara çocuklar -orta saha dâhil- her yerde güzeldirler.