Tören

Müsaade et de vali beyle amiriniz olarak ben muhatap olayım.
Müsaade et de vali beyle amiriniz olarak ben muhatap olayım.

Kabotajın ne olduğunu kim biliyo ki? Yav bırak bayrağı mayrağı... Bak, sen de bilmiyorsun! Ama üzülme. Zaten ben de bilmiyorum. Kimse bilmiyor. Bilmeye de gerek yok. Milli şef bilse yeter. Devlet nedir? Milli şef. Milli şef kimdir? Devlet. O bilir, emreder, biz de yaparız. Kafayı emri yerine getirmede kullanacan, fazlası lâzım değil.

"Arkadaşlar, aman geçen bayramki gibi olmasın" dedi müdür, ciddiyetle gözlüğünün üzerinden bakarak... Masa etrafındaki kravatlı ve takım elbiseliler ile bir adet sarı boyalı saçlı hanım başlarını mahcubiyetle öne eğdiler.

Müdür devam etti: "Biliyorsunuz vali beyden büyük fırça yedik geçen sene. Aman gözünüzü seveyim, bu sefer adam gibi bir tören olsun."

Hemen yanında oturan seyrek saçlı yardımcısı cevap verdi: "Efendim, bu kez her şeyi çok iyi düşündük. Arkadaşlarla iki aydır çalışıyoruz. Yüzünüzü kara çıkarmayacağız."

"Görelim bakalım" dedi müdür.

Seyrek saçlı memur "Şöyle bi program olacak efendim" diyerek elindeki kâğıttan okumaya başladı. "Saat 9.00 Protokolün anıt önünde yerini alması..."

Müdür: "Bi dakka" dedi. "Yav o erken saatte vali beyi nasıl kaldırıp getireceğiz? Herif zaten sinirli... Bi de oraya o saatte herifi dikersek valla canımıza okur!"

Seyrek saçlı: "Ama efendim bütün yurtta bu saatte başlıyor törenler."

Müdür: "Kardeşim bütün yurtta bizim vali gibisi var mı ki? Adam milli şefin gözdesi. Sonra siz değil ben uğraşacam herifle. Adam her gece ikiye kadar kulüpte devlet-millet işleriyle uğraşıyo. Sabahın köründe hayatta uyanamaz. O saati 10 yapın siz."

Seyrek saçlı masanın etrafındaki diğer memurlara yan gözle baktı. "Peki efendim." Kalemiyle kâğıttaki saatleri düzelttikten sonra devam etti: "Saat 9.10, pardon 10.10 Saygı duruşu ve İstiklâl Marşı."

"Tamam. Evet?"

"Saat 10.15 Milli şefin kutlama mesajının okunması..."

"Bi dakka, metin nerde?"

"Efendim daha Ankara’dan göndermediler."

"Hay ben bu işin be! Milli şefin mesajını görmem lâzım ki ona göre hareket edelim."

"Anlamadım, nasıl hareket efendim?"

Müdür birden kafasını kaldırdı, sağındaki- solundaki memurlara bir hoca edasıyla baktı: "Arkadaşlar, milli şefimizin mesajında hüzün varsa ona göre şekil alacağız, başımızı öne eğeceğiz falan... Sırıtma-kırıtma olmayacak. Yok, şef neşeli bi şeyler söylemişse biz de ona göre, ne biliyim işte... Gözümüz yüzümüz, ona göre bi şekil vereceğiz tabii. Halk bizi görüyor, milli şefi değil. Bize bakıp onlar da ya üzülecekler ya da sevinecekler."

Seyrek saçlı: "Efendim iyi ama bu kabotaj bayramı ya, hani hüzün derken... Ben anlayamadım."

Müdür: "Sen de bi şeyi anla be kardeşim. Kabotaj ne ki? İster oraya, ister buraya çekersin. Kabotajın ne olduğunu kim biliyo ki? Sen söyle bakalım, kabotaj neee?"

Seyrek saçlı: "Şey, denizlerimiz..."

"Eee, denizlerimiz, sonra?"

"Denizlerimizde gemilerimiz..."

"Hee, gemilerimiz... Eeee?"

"Gemilerimiz şey yapıyorlar ya, bayrak takıyorlar..."

"Yav bırak bayrağı mayrağı... Bak, sen de bilmiyorsun! Ama üzülme. Zaten ben de bilmiyorum. Kimse bilmiyor. Bilmeye de gerek yok. Milli şef bilse yeter. Devlet nedir? Milli şef. Milli şef kimdir? Devlet. O bilir, emreder, biz de yaparız. Kafayı emri yerine getirmede kullanacan, fazlası lâzım değil. Asker milletiz, ordu milletiz demiyor muyuz? Emir-komuta işte... Meselâ teşkilât-ı esâsî derler. Kim bilir ulan teşkilât-ı esâsîyi? Hangi vatandaş, hangi memur, hatta hangi müsteşar bilir ki? Görmüşler mi, bırak okumayı... Bunlar da koymuşlar bi bayram, aynı hesap... Ne konuşan biliyor ne de dinleyen... Milli şef biliyor mu ki halk bilsin? O da eline ne verilirse onu okuyor, sonra çekip gidiyor. Biz vazifemize bakacağız."

Seyrek saçlı: "Tamam efendim, ben hemen tel çeker, metni isterim. Artık ona göre..."

Müdür: "İste iste ama bak herkesi de haberdar et. Mesaj okunurken hepimiz ayağa kalkacağız ha!"

"Nasıl efendim?"

"Oğlum, milli şefimiz buraya gelseydi n’apacaktın? Lök gibi oturmaya devam mı edecektin?"

"Yok da efendim, milli şef buraya gelmiyor ki! Hani törenlerde herkes o gelince ayağa kalkıyor, o kürsüye giderken kalkıyor ama milli şef konuşurken oturuyor."

"Oğlum onlar bu büyük insana saygıyı bilmiyorsa ben n’apıyim? Biz milli şefimizin kendisine de, sözüne de, ceketine de, arabasına da, şoförüne de hürmet edeceğiz ki halk da etsin. Hep ne diyorum ben size? Bizler milletin aynasıyız. Bize bakıp örnek alırlar demiyor muyum? Hem sen milli şefin törenlere ne kadar önem verdiğini bilmiyor musun? Ona göre terfi veya tenzile bakıyor. Bizim de ona göre şey yapmamız lâzım."

"Peki efendim... Saat..."

Müdür, devam etmeye hazırlanan seyrek saçlının sözünü elini uzatarak kesti: "Bi dakka, bi dakka! Ayağa kalkacağız da nasıl? Ha? Bak onu da söylüyorum. Hepimiz aynı anda... Tamam mı? Aynı anda, aynı saniyede... Öyle yarısının kıçı yerde, yarısının havada... Öyle değil. Ne diyorum her zaman ben size? Devleeeet..." Masanın etrafındaki memurlar hep bir ağızdan cümleyi tamamladılar: "... düzendir." Müdür dudağının ucu yanağına temas edecek kadar tebessüm etti: "Di mi yani? Devlet memuru da düzen memurudur. Ha?" Teyid için sormuştu. Memurlar hep bir anda onay için kafalarını salladılar. "Afferim."

Müdür seyrek saçlıya kafasını çeyrek çevirerek devam etti: "Sen toplantıdan sonra kalemden muhasebeye kadar herkesi bahçeye çıkar. Herkes bir sandalye alsın öyle çıksın ha! Dizdir onları. Protokole göre... Sonra karşılarına çıkıp elinde bi kâğıt, okur gibi yap. Ağzını açtığın anda hepsi hazırolda ayağa kalkacak. Provasını yaptır, ne bi kişi geri kalacak, ne de ileri! Bak sonra senden sorarım ha! Olana kadar oturt kaldırt hepsini!"

"Tamam efendim, yaparım."

Müdür: "Evet, devam et bakalım..."

"Saat 10.25 Atatürk anıtına çelenk koyma."

"Anıtı yıkattınız mı? Martı şeyi üstü hep."

"Efendim, yıkattık ama mâlum anıt kıyıda olunca martılar gelip..."

"Yav hep bahane, hep mazeret... İsterse martı ordusu gelsin, çaresine bakın demedim mi? Millet siyah heykeli beyaz mermerden sanıyo. O kadar sıvanmış. Ayıptır arkadaş! Hâlledin hemen."

"Efendim yarın sabaha kadar gelirler gene... Hani bunlar gece gelirler ya kıyıya."

"Yav ben ne diyom, sen ne diyon. Adam dik başına, eline süpürge ver, fırça ver, sopa ver. Ne verirsen ver. Kovsun dursun. Ben mi söyliycem her şeyi?"

"Tamam efendim, koyarım."

"Peki çelenk nerde?"

"Öğleden sonra gelecek efendim."

"Ne yazıyo üzerinde?"

"Her zamanki gibi...

"Valilik" efendim."

"Ne valiliği?"

"Efendim "Valilik" işte... "Çanakkale Valiliği" anlamında."

"Oğlum ben sana ne soruyom, sen ne anlatıyorsun?"

"Anlamadım efendim."

"Yav kimin valisi valimiz?"

"Devletin."

"Devlet kimin?"

"Milletin..."

"Tamam milletin de... Millet ne bilir devleti? Millet de milli şefi seçmiş, devletin başına koymuş. Adı üzerinde milli adam... Git pazara, sor bakalım Mehmet ağaya, Ayşe bacıya, devlet kim diye. Kim size para veriyo diye... Ne diyecek? Milli şef... Eee, o zaman çelengin üzerine ne yazılacakmış? Milli Şefin Valiliği..."

"Efendim hiç böyle... Yani daha önce... Hani yazmamıştık da..."

"Şimdi böyle yazacaksınız kardeşim. Eski, eskidendi. "Yeni ülke yeni ülkü" demiyor mu milli şefimiz? Bizi yedi düvele karşı o kurtarmadı mı? O olmasaydı devlet millet kalır mıydı? Bizi Avrupa’nın bile kıskanacağı seviyeye çıkarmadı mı?"

"Çıkardı efendim."

"Şu oturduğun binayı o yaptırmadı mı? Poturdan, çarıktan kurtarmadı mı hepinizi? Eee? İtirazın neye?"

"Yok itiraz değil de hani vali bey ne der diye..."

"Müsaade et de vali beyle amiriniz olarak ben muhatap olayım. O senin işin değil. Zaten geçen kulüpte otururken kendisi de bana böyle yazın dediydi. Biz de bi tarafımızdan uydurmuyoz heralde. Bu hafta zaten binanın tabelası da değişecek. Kartvizitler, makam yazıları falan..."

"Haaa, bilmiyordum efendim. Tamam o zaman. Pardon, gene ne yazacaktık?"

"Milli Şefin Valiliği! Oğlum bi şeyi de aklınızda tutun be!"