Tünel'in sonuna yolculuk*

Bu böyledir; bir yol bulamazsan, bir yol açarsın!
Bu böyledir; bir yol bulamazsan, bir yol açarsın!

Ayçiçek yağıyla doldurulmuş kandiller şahittir ki, ne yeryüzünde, ne de yeraltında bugüne değin böyle bir kavuşma görülmemişti. Bir metre genişliğindeki sonsuzluğa doğru uzanan bir tünelin içinden geçenler, modern harp tarihine sığar mı bilinmez; ama duvarları kurşun delikleriyle örülmüş Kolar ailesine ait o iki katlı, sade evin anlattıkları bu dünyaya sığmaz.

“Mostar Köprüsü’nün üstünde bir genç suya atlıyor elli euro toplayınca ellerini kaldırıyor atlamadan önce ve konuşuyor kalabalık alkışlıyor dilini bilmiyorum ne demek istediğini biliyorum ‘asla köle olmayacagız’ Mostar’da ve bütün Neretva köprülerinde”

Osman Konuk

Ve insan kazmaya başlar, iğneyle, kalbiyle, cesaretiyle, sözüyle, var olan son gücüyle. Bir doğruya iman eder gibi kazar. Elinde bir inanmak vardır ve hiç durmadan kendi içine ya da bir dağın kalbine doğru kazar. Bu böyledir.

Uygarlık hıncıyla yoğrulmuş modern vahşet, Bosna’nın üzerine bir cehennem yağmuru gibi yağarken de böyle bir umut arıyordu insanlar. Derine daha derine kazıyorlardı bu yüzden.


Bir umut ışığı aradığında, yollar artık kavuşamadığında, izler bittiğinde, çareler tükendiğinde, dağlar sıra sıra önüne dizildiğinde, bir yol bulmak için kazar insan. Aslında bir umudu arar, yolları çatallanır tüm bahçelerin. İnsanın bazen yalnızca o umudu aramaya ihtiyacı olur. Hiç durmaz, şarapnelleri etinden söke söke arar. Tırnakları toprağı deler. Kan ve toprak umut olur. Bu böyledir; bir yol bulamazsan, bir yol açarsın!

Uygarlık hıncıyla yoğrulmuş modern vahşet, Bosna’nın üzerine bir cehennem yağmuru gibi yağarken de böyle bir umut arıyordu insanlar. Derine daha derine kazıyorlardı bu yüzden. General Râşid Zorlak, varlığıyla bile ferahlık veren bu kapıyı aralamak için iki cevval mühendis buldu. Bunlardan biri Fadil Şero diğeri ise ilerde Başbakan olacak Necat Brankoviç idi. Sırp kuşatması (1992-1995) altında geçen yılların uzun bir özeti olarak; bir halka yeniden başlama cesareti veren 800 metre uzunluğundaki kocaman bir umuttan bahsetmek. Bosna Hersek Ordusu’nun kontrolündeki iki bölgenin yani Dobrinja ve Butmir’in birleştirilmesi üzerine edilmiş tutkulu ve ölümüne bir yemin. Dobrinja ile Butmir’in yani Saraybosna Havalimanı ile Şida Nine’nin evinin el ele tutuşması için geceler boyunca toprağa kanlarını-terlerini akıtan yüzlerce insan ve geceyi uğursuzca aydınlatan on binlerce top mermisi.

Yine de bir dağın kalbine yürür gibi, iki koldan birbirlerine ellerini uzatan umut kazıcıları nihayet 30 Temmuz 1993 günü saat 21:00’de bir umudun orta yerinde karşılaştılar. İki ayrı taraftan kazı yaparak gelen işçiler, Saraybosna Havalimanı ile Şida Nine’nin evini toprağın altından uzun bir tünelle birleştirmişlerdi. Ayçiçek yağıyla doldurulmuş kandiller şahittir ki, ne yeryüzünde, ne de yeraltında bugüne değin böyle bir kavuşma görülmemişti. Bir metre genişliğindeki sonsuzluğa doğru uzanan bir tünelin içinden geçenler, modern harp tarihine sığar mı bilinmez; ama duvarları kurşun delikleriyle örülmüş Kolar ailesine ait o iki katlı, sade evin anlattıkları bu dünyaya sığmaz.

Bir metre genişliğindeki sonsuzluğa doğru uzanan bir tünelin içinden geçenler, modern harp tarihine sığar mı bilinmez...
Bir metre genişliğindeki sonsuzluğa doğru uzanan bir tünelin içinden geçenler, modern harp tarihine sığar mı bilinmez...

Şida Nine’nin evi; burası tünelin başladığı ya da bittiği yer. Şimdilerde bir müze, evet turistlerin ve Hollywood ünlülerinin fena hâlde ilgisini çekiyor. Neredeyse bir yas ve taziye evi gibi. Bir parça utanç var herkesin yüzünde ve gurur.

  • Boşnaklar asalet sahibi insanlar. Herkes çok iyi biliyor aslında ne olduğunu, herkes biliyor neler yaşandığını. Ölümlerin soğukluğu sinmiş müzeye; siperler, silahlar, üniformalar, mermiler, haritalar, tozlar, paslar, raylar yerli yerinde duruyor.

Burnunuza kan kokusu geliyor. Bir müze, şehitlerin hatırı üzerine korunmuş aziz bir mülk. Soykırıma direnmiş bir halkın hatırası, “Yok olmayacağız!” diye haykıran bir halkın, “Köle olmayacağız!” diye meydan okuyan bir liderin hatırası. Dondurulmuş uzak bir tarih gibi duruyor, sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi. Oysa herkes çok iyi biliyor ne olduğunu, herkes biliyor aslında neler yaşandığını. 25 yıl önce burada canına kast edilen bir halk hep bir ağızdan aynı şeyi söyledi: Asla köle olmayacağız!

Şida Nine
Şida Nine

Tünelin içine girip şu an açık olan yirmi metrelik kısımda kafanızı eğip yürümeden, o üç yılda neler yaşandığını tam olarak anlamak asla mümkün olmayacaktır. Gök mavisi gözleriyle bir halkı onurlandıran aziz şehitlerin fotoğrafları önünde dualar ederek, Şida Nine’nin mübarek ellerini öperek ve sonsuz bir tünelin içinde bir başka sonsuzluğa yürüyerek anlamak bir direnişi. Ve Faruk Şabanoviç’in şu sözleri: “Tünele giriş karanlığa, dünyanın karnına giriş gibiydi. Bu bile tek başına tehditkârken, tünelin sonu asla yakın değildi. Sadece, karanlığa doğru bitmeyen bir yolculuk gibiydi”

*Geçtigimiz aylarda “Yaşam Tünel’i 25. Yılında!” başlığıyla anılan, savaş zamanı Boşnak halkını hayatta tutan meşhur Tünel’in hikâyesine yerinde tanıklık edince, dilimden öylesine dökülenlerdir. 25 yıl değil, 25 asır geçse de “Türklerden intikam alma zamanı geldi” diyerek, savunmasız insanları katleden kasapları unutmayacağız! 25 yıl değil, 25 asır geçse de, asla köle olmayacağız!