Türkiye'nin radyo serüveni

Türkiye'de Sirkeci Büyük Postane’den yapılan ilk radyo yayını o tarihte henüz kimsede radyo olmadığı için postane binasının üstüne konulan hoparlörlerle halka duyurulur.
Türkiye'de Sirkeci Büyük Postane’den yapılan ilk radyo yayını o tarihte henüz kimsede radyo olmadığı için postane binasının üstüne konulan hoparlörlerle halka duyurulur.

Radyonun Türkiye’nin sosyal, sanatsal ve kültürel hayatındaki yeri ve ağırlığı artıkça yayınlar, spikerler ve program çeşitleri farklılıklar göstermeye başlar.

Radyonun icadı

İletişim ve haberleşme alanında dünyada telgraf ve telefonun icadından sonra atılmış en büyük adım belki de radyonun icadıdır. İngiliz bilim adamı James Maxwell 1865 yılında elektronik olarak üretilen radyo dalgalarının yayılma teorisini ortaya koymuş ve Alman fizikçisi Heinrich Hertz, 1888 yılında Maxwell’in teorisini pratiğe dökerek radyonun icat edilme aşamasında önemli bir adım atmıştır.

Radyonun babası olarak kabul edilen Marconi ile birlikteyse 1898 yılında ilk radyo icat edilmiş olur. Radyonun ilk deneme sahası da gemiden sahile bilgi aktarma işlemleridir. 1923 yılında yüksek frekans radyo dalgalarının İyonsfer’e çarparak dünyaya döndüğü ispatlanınca da radyo, deniz aşırı haberleşme de dâhil olmak üzere hızla yaygınlaşmaya başlayan bir bilgi aracı ve bugün artık televizyon, internet ve diğer sosyal medya uygulamalarıyla şahit olduğumuz noktalara ulaşan globalleşme hadisesinin belki de ilk ateşleyicisidir.

İngiliz bilim adamı James Maxwelln
İngiliz bilim adamı James Maxwelln

Türkiye'deki ilk radyo yayını

Tarihler 6 Mayıs 1927’yi gösterirken Telsiz Telefon A.Ş tarafından gerçekleştirilen radyo yayınından duyulan ses, Türkiye’nin ilk radyo spikeri Sadullah Gazi Evronos’un sesidir: “Alo, alo muhterem samiin, burası İstanbul Telsiz Telefonu 1200 metre tul-i mevç, 250 kilosaykıl... Bugünkü tecrübe neşriyatımıza başlıyoruz.” Sirkeci Büyük Postane’de yapılan bu ilk yayın o tarihte henüz kimsede radyo alıcısı olmadığı için postane binasının üstüne konulan hoparlörlerle halka duyurulur. İlk radyo spikerimiz Sadullah Gazi Evronos’u Mesut Cemil ve Eşref şefik takip eder. Mesut Cemil hem spiker olarak hem de saz sanatçısı olarak yaptığı icralarla radyo yayınlarına katkıda bulunur. Eşref Şefik’i de Türkiye’nin ilk spor müsabakası sunucusu olarak hatırlarız.

  • Daha sonra radyonun Türkiye’nin sosyal, sanatsal ve kültürel hayatındaki yeri ve ağırlığı artıkça yayınlar, spikerler ve program çeşitleri farklılıklar göstermeye başlar. Örneğin 1937’de Emel Gazimihal ilk kadın spiker olarak Ankara Radyosu’nda görev alır.

Daha sonra eğitim için BBC’ye gönderilecek olan Gazimihal,II. Dünya Savaşı yıllarında yine savaş haberlerini sunan ilk kadın spiker olarak kayıtlara geçer. 1936 yılında radyo yayınlarının çağdaş radyoculuk anlayışına ulaşması sağlanamadığı için aynı yıl çıkarılan bir kararname ile radyo yayınları devlet eliyle yürütülmeye başlamıştır. O dönem radyo yayınlarını gerçekleştiren Telsiz Telefon A.Ş tasfiye edilerek şirketin vericileri PTT’ye devredilir. Radyoculukta şirket dönemine bir daha dönülmemek üzere devlet kontrolünde yayıncılığa geçilmiştir artık.

Türkiye'nin ilk kadın spikeri Emel Gazimihal
Türkiye'nin ilk kadın spikeri Emel Gazimihal

Ve Türkiye’deki büyük değişimlerin, devrimlerin o yıllardaki habercisi radyo, bir Kadir Gecesi şöyle bir sesle yayına devam eder: “Tanrı uludur! Tanrı uludur!” Bu, daha sonraki yıllarda Türkiye’de yaşanacak olan sosyal kırılmaların, siyasal dayatmaların ve Türk toplumsal yaşamında gerçekleşecek sert değişimlerin de bir nevi habercisi olacaktır. Radyo, jakoben siyasi politikaların da etkisiyle oldukça tek sesli bir mecradır Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında. O yıllarda yapılan Batı müziği dayatmasının en önemli aracıdır örneğin. Asrî ve Batılı zevkleri, Anadolu insanının yaşantısına zerk etmek adına saatler süren klasik müzik yayınları yapılır, bu yayınlar günümüzde sosyologların ve siyasetçilerin hâlâ daha tartışma konusudur. Fakat tüm bu tek tipçi yayın anlayışlarına rağmen, radyo Türk halkı için büyük bir sosyal mecra, iletişim ve haberleşme aracı hâline gelir.

Evlerde, kahvelerde insanların başına toplandığı bir merkezdir artık ve bir memur maaşına denk sayılabilecek fiyatı nedeniyle de bir refah göstergesi… Anadolu’nun bir ucunu bir ucuna bağlayan bu frekans köprüsünün en önemli ayağı tabi ki ajans haberleridir. Ajanstan dinlenen haberlerin vaktinin köstekli saatlerden takip edildiği yıllardır o yıllar. Radyonun Türk aile yapısına etkilerinden de bahsetmek mümkün. Yayınlanan program saatlerine göre düzenlenen ev yaşamı, yemek ve uyuma saatleri bunun bir göstergesi sayılabilir. Radyo bir evin dış dünyaya açılan kapısıdır adeta. Var olduğu her evde bir canlı gibi, aziz bir misafir gibi hürmet görendir; ev hanımının el işi dantellerini üstüne örterek hünerini sergilediği bir köşe, çocukların ve diğer aile üyelerinin dinlerken tüm fiziksel ve siyasal sınırlardan azat olduğu büyülü bir ülkedir. Radyoyla duyarak kurduğumuz bağ, duyduğumuza dair fikir üreterek, duygu geliştirerek devam eder. Bu, ilk anda bireysel bir hâl iken, o yıllarda radyo dinlemenin kolektif bir eylem olmasının da etkisiyle, üretilen fikir ve geliştirilen duygu toplumsal bir hâl almaya başlar. Bunun ayrımına varan insan da belki de o yüzdendir ki, radyoyu evlerin, hanların, kahvelerin en başköşesine ya da merkezine yerleştirir.

Radyonun 1964 yılında Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’na devredilmesi Türkiye’deki radyo yayıncılığının bir dönüm noktası sayılabilir.
Radyonun 1964 yılında Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’na devredilmesi Türkiye’deki radyo yayıncılığının bir dönüm noktası sayılabilir.

Radyonun Türkiye'nin kültürel ve sanatsal hayatına etkileri

Radyonun 1964 yılında Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’na devredilmesi Türkiye’deki radyo yayıncılığının bir dönüm noktası sayılabilir. TRT bünyesinde gerçekleştirilen yayınlar “kuşak programları”, “arkası yarın”, radyo tiyatrosu gibi pek çok farklı tür ile zenginleşmiş ve yayınları yapan ekip daha ehil insanlardan seçilmeye başlanmıştır. TRT bu dönemde ve sonraki yıllarda ortaya koyduğu çalışmalarla –eleştiri hakkımız saklıdır- âdeta Türkiye’nin kültür hafızası haline gelmiş ve bu hafıza da büyük oranda bugün hâlâ devam eden radyo yayınlarıyla canlı tutulmuştur. Özellikle, Osmanlı’dan tutun, günümüzdeki Türk müzik anlayışına kadar geçen tüm dönem eserlerini muhafaza ettiği Türk müziği arşivi, bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin kültürel referansı niteliğindedir.

TRT zamanla bir okul hâline gelerek “radyoculuk” kavramına sayısız anlamlar kazandırmış ve Türk halkının radyoyla kurduğu ilişkinin uzun yıllar boyunca tek öznesi olmuştur.


Bünyesinde yetişen büyük icracıların, derlemecilerin ve saz üstatlarının yaptıkları saha çalışmaları yoluyla Türk müziği repertuarına kazandırdığı derleme eserler göz önüne alındığında ve bu eserleri radyo yayınlarıyla halka ulaştırmaları nedeniyle diyebiliriz ki, onlar büyük bir kültür işçiliği örneği sergilemişlerdir. Burada TRT’nin, radyonun Türkiye’deki hikâyesinde önemli bir dönüm noktası ve hadise olduğunu söylemeden geçemeyiz. TRT zamanla bir okul hâline gelerek “radyoculuk” kavramına sayısız anlamlar kazandırmış ve Türk halkının radyoyla kurduğu ilişkinin uzun yıllar boyunca tek öznesi olmuştur.

Özel radyo yayıncılığı

TRT’nin uzun yıllar tek radyo kanalı olduğu ve televizyonun etkisiyle radyonun toplumdaki önemini yitirmeye başladığı bir dönemden sonra, 1990’lı yıllarda özel radyoların kurulmasıyla radyo, yeniden eski coşkulu dönemlerine kavuşmuştur. Kurulan özel radyolarla ve teknolojinin de gelişmesiyle, radyo artık hem bireysel hem de toplumsal bir eğlence ve haberleşme aracıdır. FM bandında yayın yapan bu özel radyolar, çoğunluğu gençler olmak üzere büyük bir dinleyici kitlesi kazanmış ve çeşitlilik gösteren program türleri ve yayın anlayışlarıyla uzun yıllar tek tipçi bir yaklaşım sergileyen Türk radyo yayıncılığına çok sesli bir yapı ve mizaç kazandırmıştır.

Öncelikle sesin, görüntüden daha geçerli ve yaygın olduğu bir çağın başat unsurudur radyo.
Öncelikle sesin, görüntüden daha geçerli ve yaygın olduğu bir çağın başat unsurudur radyo.

Radyonun Türkiye'deki hikayesi

“Radyonun tarihçesi” denince yukarıdaki gibi tarihsel bilgiler ve tespitlerle işin içinden çıkabiliriz aslında; fakat asıl mesele radyonun bu topraklardaki hikâyesinde… Öyle ya, bir hikâyesi vardır radyonun. Öncelikle sesin, görüntüden daha geçerli ve yaygın olduğu bir çağın başat unsurudur radyo. Ki o çağ hepimizin içinden hızla sıyrılıp uzaklaştığı, anne ve babalarımızın, dede ve nenelerimizin doğduğu, büyüdüğü bir çağdır.

O çağı belli yüzyıllar arasına hatta belli tarihler arasına sıkıştırabilir, hakkında daha uzun sosyolojik, tarihsel ve iktisadi tespitler yapabiliriz; lakin gerek yok. Biz o çağın nasıl bir çağ olduğunu, bu çağın da git gide nasıl bir çağa dönüştüğünü biliyoruz. Hikâyesine gelince, radyonun bu topraklardaki hikâyesi, hikâyemize eklemlenendir. Üstümüze yağan doludan, kardan; başımıza uğrayan tipiden, borandan nasibini alandır ve bize de nasibimizi hatırlatan. Yeri gelir Hekimhan’da bir köy kahvesinde Mozart’tır, yeri gelir Şark Bülbülü’nün ötüp şakıdığı daldır. İşte dedik ya hikâyesi hikâyemize eklemlenendir diye. Öyledir.