Üçlü koltukta dördüncü olmak

Üçlü koltuktaki dördüncü kişiye mevta denir.
Üçlü koltuktaki dördüncü kişiye mevta denir.

Ben sadece araba park yeri, oyun alanı, büyük bir sitede güvenli bir daire istedim. Yüksekte yer tutan, emniyette olmazmış çok geç anladım. Şimdi kum saati döndü. Aşağıda ben varım. Üzerime kum dökülüyor. Bitişik nizam, sağır duvar, kör pencere dökülüyor üzerime. Yaşmak duvarı, pekmez taşı, hamur teknesi dökülüyor. Dökülüyorum. Tutunacak bir dal arıyorum.

Ey Cânım! Bundan sonra beni dünyada arama. İşler işlendi, hesaplar hacklendi, sırata vasıl olundu. Bu kul, dünya külüyle şifa diye yüzünü yumaya kalktı. Rezil oldu. Başkasına şifasını bırakan kül, beni maskara olanlar hanesine yuvarladı.

“Dünyamı kaptırdım, ahiretimi kaybettim!” Dünyasını kaptırıp ahiretini kaybedenler “Şimdi seni dinlemenin zamanı değil.” dediler.

Öldüm ben, merhum oldum. Merhumelere ulaştım, rahmetlilere yetiştim. Yusuf’u taşıran su, Musa’yı sarmalayan su, beni batırdı, ciğerlerime doldu. İmam yıkadıkça boğuldum, kefenin ağırlığı ile dibe vurdum. Dünyada denkleştirmeye çalıştığım bütün denkler çözüldü, açıldı, saçıldı. Dünyamı kaptırdım diye ağladım, ahiretimi kaybettim diye içten içe feryat ettim. Oysa musalla taşında bir kelimeye dönüşmüşüm, dışımdan demişim bu sözleri, konuşmadan dışımdan söylemişim: “Dünyamı kaptırdım, ahiretimi kaybettim!” Dünyasını kaptırıp ahiretini kaybedenler “Şimdi seni dinlemenin zamanı değil.” dediler. “O vakitte yapmamız gerekenler için bu vakit erken.”, dediler. “İyi” dedim, “Aferin, süpersiniz, harikasınız lakin az ilerde bir çukura döküleceğiz. Benden ayrı değilsiniz, ayağımı sürüyorum ben, benim için kaynayan kazanın suyu siz çabuk gelesiniz diye yerlere saçılıyor. Vakit hem imtihandır; geldiğimiz yerde rastlamadığımız için alışkın değiliz.

  • Vakit, hem mazerettir; geldiğimiz yerde rastlamadığımız için alışkın değiliz. Vakit hem imtihan, hem mazerettir; vakit bu dünyanın malıdır bu yüzden alışkın değiliz.” “Olsun, vakit var biz biraz daha oyalanacağız.” dediler. Gittiler.

Öldüm. Anamı, atamı saydım çoklukları ile övündüm. Anamı atamı saymadım lakin kırdım döktüm. Bereket büyüklerin dizinin dibindeymiş eğilip alamadım, yeşilken çorak oldum. Hayat koçlarına, psikolojik danışmanlara sık gidip geldim. “Biraz da biz sana gelelim.” dediler. Geldiler. Çocukluğumun kapısında beklettim onları. Etamin işlemeli minderlerin yanına, sobanın kenarına, kilimlerin, sahanların ortasına almadım onları. Girip odayı dağıtırlar diye korktum. Girip de “Oda zaten dağınıkmış”, demelerinden korktum. Oysa o odanın tam ortasına yatırdılar beni. Üzerime çarşaf çektiler. Dağınıklığı topladılar. İbrahim’in parçalanmış dört kuşu üzerimde gezindi. Çağırınca birleşip hemen ona geldiler. Aslında ne parçalanan kuşlar İbrahim’e, ne benim dağınık bedenim ölümüme gelmiş. Her bir parça uçmuş hakikate gelmiş. Burada belledim.

Şimdi kum saati döndü. Aşağıda ben varım. Üzerime kum dökülüyor.
Şimdi kum saati döndü. Aşağıda ben varım. Üzerime kum dökülüyor.

Ey Cânım! Gördüm söyledim, duydum yanıldım. Çimenlerin muhabbeti azaldı bana, ağaçlar itibarımı zedelemek için kenarda bekliyor. Onları kenara ben koymadım.

Ben sadece araba park yeri, oyun alanı, büyük bir sitede güvenli bir daire istedim. Yüksekte yer tutan, emniyette olmazmış çok geç anladım. Şimdi kum saati döndü. Aşağıda ben varım. Üzerime kum dökülüyor. Bitişik nizam, sağır duvar, kör pencere dökülüyor üzerime. Yaşmak duvarı, pekmez taşı, hamur teknesi dökülüyor. Dökülüyorum. Tutunacak bir dal arıyorum. Musa’nın tutunduğu asa, benim elime verilmiş bir misaldi. Onunla çelik çomak oynadım. Oysa ona tutunmam gerekiyordu. Tutunamayanların hepsi çelik çomak oynamadı belki de. Bilmiyorum. Belki âsadan Musa’ya yol buldular. Yunus’u dinlediler “Erden asa gerek yola çıkmaya!” dediler. Eri, Musa bildiler. Asa yılana dönüştü beyler, dağılalım dediler. Kimin için dönüştüğünü söylemediler lakin. Kimin için? Benim için mi yoksa? Ey canım! Çok korkuyorum. Bu kuşkuya kabir azabı denilecek diye korkuyorum. Kabirdeki yılan bu kuşku mu? Kabirdeki o yılan bu yılan mı? Kenardaki ağaçtan yılana bu kadar çabuk mu geliniyor?

Öldüm. Oturma odasında. Üçlü koltukta.
Öldüm. Oturma odasında. Üçlü koltukta.

Öldüm. Oturma odasında. Üçlü koltukta. Üçlü koltuktaki dördüncü kişiye mevta denir. İnsanlar kocaman yatak odalı evler alırlar, ergonomik yataklar alırlar, ebeveyn banyosunu temizlemek için ömür tüketirler ama gelir oturma odasındaki üçlü koltukta ölürler. Çünkü insanlar yalnız ölmek istemezler. Gireni çıkanı rahat görmek isterler. Ölürken bile sohbetten muhabbetten geri kalmak istemezler. Mutfaktan yayılan koku yatak odasına gitmez, çünkü çocukların sesi net duyulmaz. Yatak odasından mutfağa ilaç almaya, su almaya, ıhlamur almaya gitmek uzun sürer. Ahiret yolculuğuna yolculuk eklemek anlamsız olur. Gelir yatarsın üçlü koltuğa. Battaniyeyi tepene çekersin. Kitaplığına bakarsın. “Tamamla beni.” dersin. Elin tutmaz olur “Protez var.” derler, ayağından kan çekilir “Tekerlekli sandalye alalım.” derler, gözlerin görmez olur “Katarakt kolay bir ameliyat.” derler. Eksileni tamamlamak isterler. Kitaplarına bakarsın. “Tamamla beni.” dersin yine de. Beni eksilmeden önce tamamladığın gibi!

Ey Cânım! Hoşça kal. Acizlere yardım et. Danışmadan iş işleme. Ben verdim; ağa olamadım, derdim bey olamadım, ekşi koruktum tatlı üzüm olamadım. Güzel övünçler sana kalsın. Alnını ak kılacak ameller sana kalsın. Oturma odasında fazla oturma. Cenazeni oradan kaldırmasınlar. Azrail tarafından kaldırılmak zoruna gidiyor insanın. Sarsıp dürtüyor insanı, kalk yerine yat diyor. Tek başına, ağır ve hantal, zerrelerine kadar bütünleştiğin yerden öylece kaldırılmak… Çok zor geliyor. Ama oturma odasından kalkıp başkalarının dizinin dibine oturana zor gelmezmiş kaldırılmak. Buradaki rahmetliler öyle söylüyorlar. “Biz” diyorlar, “yetimin yanına bir parçamızı bıraktık, fakirin yanına bir parçamızı… Kimsesizin ellerine bir parçamızı koyduk, talebenin fikrine bir parçamızı… Böylece paramparça olduk. Azrail tek tek o parçaları toplamaya gitti henüz gelmedi. Rahatız biz dediler. Gelince de yorgun olur. Kalk yerine yat, deriz biz de ona şefkatle.” dediler.

  • “Azrail’e bile şefkat edecek kadar ne içtiniz?” dedim. “Kevser.” dediler. “Daha oraya gelmedik ki.” dedim. “Burada daha yok, zaman yok, vakit yok.” dediler. “Vakit bu dünyanın malı değil.” dediler. Konu. Kapandı.

Öldüm. “Rahmet olsun, toprağım nur olsun, kabrim cennet bahçesi olsun…” diyeceğim ama... Ciğerim göynür, susuzluktan damağım tak tak öter. Allah rızası için ayağa kalkmak, gâzâ etmek çok sevapmış burada anladım. Lakin şimdi gaza gelmek susuzluğu gidermiyor Ey Cânım!