Umudum çocuk

Sen bir düşsün. İlk kez annenin gördüğü, yaz meltemleriyle gelen parıltılı bir düş.
Sen bir düşsün. İlk kez annenin gördüğü, yaz meltemleriyle gelen parıltılı bir düş.

Sen bir düşsün. İlk kez annenin gördüğü, yaz meltemleriyle gelen parıltılı bir düş. Onun sırt ağrılarından yeşeren bir çiçek gibisin. Hem o ağrıların nedeni hem merhemisin. Onu hatırladığında genzine dolan mutfak kokusunu unutma.

Seni tanıyorum. Gözlerinin rengini biliyorum. Yürüdüğün yolların güzergâhı tanıdık. Yorgunlukların var. Sözlerinin yankılandığı şehirlerden havalanan bir kuşa benziyor yüreğin.

Gözlerini hangi insanların buğulandırdığını biliyorum. Senin yolculuğunu önemsiyorum ben. Çocukluk bahçelerinde koşturuşunu hatırlıyorum. Vurduğun topun havalandırdığı toprağı görüyorum. Yere düşen ter damlalarını okşuyorum. Mahzun bakışlarında gizlenmiş bir yalnızlıkla yiyorsun yemeğini. Sade bir yer sofrasında bembeyaz pilav tanelerini dişlerinle eziyorsun. Kavruk teninle, suskun bir sofranın çatal kaşık seslerini dinliyorsun. Akşam ezanıyla davet edildiğin yemekten oyunlarını dışarıda bırakmış, yorgun bir çocuk olarak kalkıyorsun. Aklında yarım bıraktığın sokak oyunların, tamir edip durduğun bisikletin, çift kale maçların ve sana kanatlarını geren mavi gökyüzün var. Sobanın yanında yeşil, yumuşak bir döşekte radyodan gelen mırıltıları dinliyorsun. Yüzün sıcaktan kıpkırmızı, bedenin gevşek, ruhun mayışmış.

Dünya sen ve senin gibiler sayesinde raksını şevkle edecek. Yüreklere dokunan bir elin, gözleri temizleyen bir yüzün olacak. Büyüyünce elbet karşılaşırız. Dünya küçücük bir yer çocuk, küçücük... Allahaısmarladık sana, umudum çocuk...

Duyabildiğin tek ses kendi sesin. Herkesin birbirinin kalbinden pılını pırtını toplayıp gittiği bir çatının altında sessiz bir gevezeliğe sahipsin. Elinde ertesi gün derslerine ait birkaç not, kenarları kıvrık bir defter, eprimiş bir etiket... Üstünde ismin yazıyor, kütüğündeki gibi. İçindekiler sana uzak, yazılanlar biteviye. Defteri her açtığında avuçlarına dökülüyor kelimeler. Sobanın sıcağıyla eriyor, hafızandan siliniyorlar usulca. Okulun okul yolu kısmını seviyorsun sen. Özellikle de dönüş yolunu. Karlı sabahlarda ellerin cebindeyken arkadaşına yarenlik ediyorsun. Sırtındaki kitap defter dağıyla bir buz pistinde temkinli bir şekilde yürüyorsun. Saçaklardan sarkan buzları kırıp yerken üşüyen dişlerin keyif veriyor sana. Okula geliyorsun. Bambaşka dalgınlıkların var. Soba başındaki sessizliğin okul duvarlarında yankılanıyor. Öğretmenin seni fark etmiyor, listeden adını seçip korku filmli sahnelere başrol yapıyor sadece. Herkes neşeli neşeli derse katılıyor. Herkes bülbül gibi şakıyor. Sen ise pencereden gökten yağan dalgınlıklarına bakıyorsun.

Bambaşka dalgınlıkların var. Soba başındaki sessizliğin okul duvarlarında yankılanıyor.
Bambaşka dalgınlıkların var. Soba başındaki sessizliğin okul duvarlarında yankılanıyor.

Hayretlerini, sokağı, hayalindeki ağaç evi, bisikletinin pedalını kocaman bir okula sığdıramıyorsun. Teneffüslerde üzümlü kek yerken sütü sevmediğini düşünüyorsun. Oldun olası sevmedin. Büyüyünce de. Okul zilini duyuyorsun. Sokak seni anıyor. Kulakların çınlıyor. Çınlamalar dalga dalga yayılıyor. Akşam kışa özgü hâliyle şehre iniyor. Lambaların aydınlatmaya kâfi gelmediği okul, kendi karanlığıyla daha da kesifleşiyor. Nefesindeki buharın sokak lambalarında dans ettiği bir akşam eve yürüyorsun. Evdeki sessizliğe hazırlıyorsun kendini. Isınabileceğim bir sesi sobaya tercih ederdim, diyorsun. Şarkılar mırıldanıyorsun. Karda yürüyorsun. Ardında diğer insanların izlerine karışmış ayak izlerin var. Yaralarının bu izlerin arasında belirip seni ele vermesinden korkuyorsun. Yanılıyorsun.

  • Aslında bütün izler ürkek, düşünceli, yaralı. Hepsi birbirini takip eder gibi ilerliyor ama hepsinin bambaşka yollara sapan bambaşka hikâyeleri var. Seninki gibi. Karın gökteki turuncu yansımasına gülümsüyorsun.

Perdeleri açık evlere bakmayı seviyorsun. Sarı bir ışığın atında toplanmış, kahkaha atan, şakalaşan, meyve dilimleyen insanlar görüyorsun. Onların değdiği, onlarla eskiyen eşyalara bakıyorsun. Askılıktaki yeşil cekete, lambrili duvarlara, görkemli avizelere sesleniyorsun. Hepsinde kendi sessizliğinden kalıntılar düşüyor önüne. Yıllardır ayazda kalmış için bir anda ılıyor. Ilık ılık yürüyorsun. Sokak başında duraklıyorsun. Sokağın ıssızlıktan imanı gevremiş hâli içine dokunuyor. İnsanın kalbinde bir yan çatlamaya görsün, hüzün hemen içeri sızıyor biliyorsun. Mevsim şeridi asamıyorsun duvarına. Hep kışta beliriyorsun. Sana ilkbahar, yaz gelmiyor. Çocuk yüreğindeki ışıklar sönecek diye korkuyorsun. Çarçabuk olgunlaşmak seni ürkütüyor. Beni de. Henüz çöp başında mandalina soyup kalemini açmaya çalışan bir çocuksun. Annen beslenmene sana dair umutlarını koyuyor. Beslenmene dikkat ediyor musun?

Gözlerindeki parıltı, ellerindeki neşe, sesindeki incelik büyümediğini hatırlatıyor bana.

İçindeki tebeşirli sek sek izlerini sildin mi? Lütfen silme. Sek sek oynayan o çocuğun zıplayışları büyüdüğünde seni sarsacak, kulağına çocukluğunu fısıldayacak. Elindeki taşla pütürlü duvarlara yazdığın harfler vardı. Onlar büyüyüp birer sözcüğe dönüşebildiler mi? Serpilip cümle gibi dizildiler mi? O duvardan saçılan tozlar gözlerini yakmasın. Çocukluğunu aşındırma. O duvarlar senin çocukluk hayallerinde bir anıt gibi dursun. Büyüdüğünde karşına engeller olarak değil hayallerine tırmanabileceğin bir sarmaşık olarak çıksınlar. Kenarından geçerken soluklanabileceğin bir koruluk olsunlar.

İçindeki tebeşirli sek sek izlerini sildin mi? Lütfen silme.
İçindeki tebeşirli sek sek izlerini sildin mi? Lütfen silme.

Çocukluğunu büyümüş hâlinle sık sık tanıştır. Tanışmak bir kez olur deme, büyüklerin dünyasında nisyan meşhurdur. Her şeyi hatırlama deliliğine de düşme. Hayat seni bir hatıra denizine batırıp çıkarır, sırılsıklam olursun. Güzel anılar buharlaşır, üstün başın kurur, geriye dudaklarındaki yakıcı hatıraların tadı kalır. Sen bir düşsün. İlk kez annenin gördüğü, yaz meltemleriyle gelen parıltılı bir düş.

Onun sırt ağrılarından yeşeren bir çiçek gibisin. Hem o ağrıların nedeni hem merhemisin. Onu hatırladığında genzine dolan mutfak kokusunu unutma. Leylak kokulu çarşaflarda düşlediğin büyük çocuğu hatırla. Büyüdüğünde ne olacaksın? Büyümenle bu dünya ne kazanacak? Merhamet giyinmiş ve çocukluğunun en temiz duvarına yaslanmış bir ruhla olacaksın olman gerekeni.

O hatıralar denizinde, senin öpüp oraya bıraktığın balıklar yüzecek. Diline sabitlenmiş dualarla yaş alacaksın. Dünya sen ve senin gibiler sayesinde raksını şevkle edecek. Yüreklere dokunan bir elin, gözleri temizleyen bir yüzün olacak. Büyüyünce elbet karşılaşırız. Dünya küçücük bir yer çocuk, küçücük... Allahaısmarladık sana, umudum çocuk...