Müslüm Gürses’in uzun havadan arabeske uzanan yolculuğu nasıl şekillendi?

Müslüm Gürses’in uzun havadan arabeske uzanan yolculuğu nasıl şekillendi?
Müslüm Gürses’in uzun havadan arabeske uzanan yolculuğu nasıl şekillendi?

Müslüm Gürses, kendisini feda edercesine şarkı söyler. Ses ile sürekli güreşir. Beden hareketi canhıraş bir güzel son isteği izlenimi verir. Çok az kelimeyle konuşur. Zamanın utandırdığı mahcup bir çocuktur.

Türk halk müziğinde uzun hava söylenme, zorluğuna rağmen tematik içeriğiyle oldukça dokunaklıdır. Her gırtlağın kolayca altından kalkamayacağı bir tarzdır. Türklerin uzun menzilde aldıkları mesafelerin adeta bir fragmanı gibidir. Yol alış ve onun durakları perde perde hissedilir. Her bir uzun hava kısaltılıp sıkıştırılmış destan bile sayılır. Bozlak, hoyrat, divan, maya gibi formlara bürünmesi ondaki esnekliğin karşılığıdır. Tek bir forma bağlı kalmaz. Özgürlük tutkusu uzun havada serbestlik atılımlarına bürünür. Bir toplumun gırtlakta toplanıp özgün sessel atılımlara kavuşması müzikle etnografi tarih ile folklor arasında gidip gelen ilişkilerle belki açıklanabilir. Dahası bir eğlence değil oluş haliyle meydana çıkması, düş ve düşünüşün kapılarını zorlaması ilginçtir. Uzun havada sıklıkla sazlar aradan çekilir. Yekpare ses olur varlık. Yokluk, ayrılık, ölüm, kavuşamama, savaş, aşk hâsılı zor olan hemen her hâl onda yankı bulur.

Adana’da bir gazino bahçesinde yapılan yarışmada Urfa’dan göç etmiş Müslim Akbaş adında bir gencin uzun hava okuyarak birinci gelmesi şaşırtıcı olmayabilir. İnsan geldiği yerin tozunu toprağını taşır üzerinde. “Hancı” isimli bir uzun havadır onun okuduğu. Uzunluk yerden göğe kadardır burada. Urfa yöresinin gırtak potansiyeli Çukurova’nın atmosferiyle pekâlâ buluşabilir. Herhangi bir müzik eğitimi almadan sadece istekle hatta içinde bulunduğu ortamdan kurtulmak saikiyle çocuk sayılacak

Urfa’dan göç etmiş Müslim Akbaş adında bir gencin uzun hava okuyarak birinci gelmesi şaşırtıcı olmayabilir.

bir gencin bu tutkusu sonradan evrilecek bambaşka merhaleler edinecektir. Müslüm Gürses, uzun havayla koyulduğu yolda pop müziğin güncelliğini yakalayarak tipik bir sosyolojik grafik çizer. Türkiye’nin değişim ve oluş istencidir bu. Fakat Müslüm Gürses’in çıkış noktasında sergilediği müzik tavrıyla ölümüne kadar sürdürdüğü tavır hep aynıdır: Acıdan beslenmek, eğlenceden uzak durmak ve kendisine özgü olmak. Acı sonradan edinilmiş bir giysi değil bir şehirden başka bir şehre göçmekle başlayan ve çok erken yaşta önce trajik bir şekilde anne ve kız kardeş yitirmeye eklenen son kardeş kaybı bezenen tuhaf, iç içe, insan kaderinin yaşlı ağaç kabuklarına benzeyen kat kat görüntüleri gibi sert ve tutamaksızdır. Bir felaket senaryosu yazılsa daha kötüsü çıkarılamaz onun şahsından.

Adana’da dar bir çevrede gösterdiği başarı, bu çaresiz adamın önünü yavaş yavaş açacaktır çünkü gerçekten müzikten başka çıkış yolu yok gibidir. Fakat müzik, bütün Anadolu’dan hızlı bir iletişim ve etkileşim rolü oynamaktadır. İstanbul dışındaki merkezlerde plak doldurmanın mümkün olması bile çarpıcıdır. Nitekim Müslüm Akbaş 1968’de, ilk iki plağını burada doldurur; Emmoğlu ve Ovada Taşa Basma. Doğrudan onunla ilgisi var mıdır bilinmez fakat 1970’lerin hemen başında, Konya-Bozkır’da annemin dili dâhil yakın çevremde “Emmoğlu” türküsünü duyardım. Emmoğlu kelimesi türküdeki forma da bağlı kalarak tuhaf bir akışkanlık kazanır, cinsiyetler arası sınırlardan taşar bir tür cinsiyetsiz mümkünlük olurdu. Türkü henüz o yıllarda akışkan bir madde gibi sadece sese bağlı olarak hayata katılıyordu.

Müslüm Akbaş’ın soyadını Gürses olarak değiştirmesi artık kente gelmesi ve yeni istikametiyle ilişkilidir. Müzik prodüktörlerinin bir rahim kazıma operasyonuna benzeyen böylesi tasarrufları kitlenin kolayca ve nereden avlanacağıyla da ilgilidir. Nitekim “Selvi Boylum” plağı 1969’da bir eşikte durduğunu gösterir. “Sevda Yüklü Kervanlar” plağıyla ise “Akbaş” geride kalır ve Müslüm Gürses 300 bin civarında satışa ulaşır. Şöhret demektir bu. Yokluğun, yoksulluğun kent eliyle yırtılması anlamı taşır. Ritim henüz tam olarak halk müziğinden temelden kopmasa bile sözün aktığı istikamet değişmiştir. Tuhaf şekilde, Adana’da kazandığı uzun hava türküde olduğu gibi burada da han vardır. Han dünyanın kendisidir. Hatta han İstanbul olmaktadır. Taşradan İstanbul’a gelen köylüler uzun yıllar ilk elde bu hanlarda ve bekar odalarında kalırlar. Bir kısmı mevsimlik olarak çalışırken bir kısmı sürekli yerleşme şansına kavuşur.

Urfa’dan göç etmiş Müslim Akbaş adında bir gencin uzun hava okuyarak birinci gelmesi şaşırtıcı olmayabilir.
Urfa’dan göç etmiş Müslim Akbaş adında bir gencin uzun hava okuyarak birinci gelmesi şaşırtıcı olmayabilir.

1970’lerde köyden kente göç iyice ivme kazanır. Yeni bir insan ve yaşama biçimi gelişmektedir. Bu gelişmenin dinamikleri henüz tam olarak birbirinden ayrışmamıştır. Ayrılmamışlık müzikteki ses değerleri yanında içeriğe de yansımaktadır. “İsyankâr” albümü ile arabesk onun yolunu çizerken Burhan Bayar besteleriyle kentin içinden Anadolu’ya konserler ve turneler vererek yayılmaya başlar. Bu turneler sırasında geçirdiği trafik kazası onun ritmini de değiştirecektir. Ölümün burnuna varan bu trafik kazası içten dışa bir metamorfoz hükmü kazanır benliğinde. Artık kendisi yok olmuştur ve arabesk ve onun kitlesi arasında kaderimsi bir ilmek atılmıştır. 1969 tarihli “İsyankâr” filmi onu sesten görüntüye savurur. Artık şöhretinin doğası da değişecek bedeniyle, yüzüyle, bakışıyla bir olacaktır. Bağrıyanık, İtirazım Var gibi filmler aracılığıyla onun dışında piyasanın ördüğü yeni bir dünyadır bu. Arabesk film furyasında sembolik bir yüz olması boşuna değildir. Skandalsız yaşamı, köyden kente gelmiş ama henüz kentin sahibi olamamış daha alt tabakalarda karşılık buluyordu çünkü. Gürses’in icracı olarak önde durması, beste, söz yazarlığı gibi alanlara yönelmemesi kişiliğiyle doğrudan ilgili. İddiasızlık sakin bir teslimiyet görüntüsü taşır onun şahsında.

1990’a gelinceye değin Müslüm Gürses kendisini arar. Onun arayışı henüz dengesini bulmamış köy- kent gerilimiyle paraleldir. Fakat şehri çeperden kuşatan, yaşça genç kitle arabeskin içinde yalınkat tercihler göstermez. Arabesk içinde de sınıflar vardır bir bakıma. Hatta Gürses, piramidal bir stratejiyle hareket etmez. Müziği topluma doğru bir “mal”, “malzeme” olarak kurgulamaz. Düşünülmüş, kurgulanmış bir kişilik değildir. Müzik olmasa kendisi de olmayacakmış görüntüsü taşır. Beyazın, beyaz takım elbise ve ayakkabının altkültürel çağrışımlarına aldırmadan bu konuda sürekli olmaya dikkat eder. Adeta her şeye rağmen hayatta temiz kalma iştiyakı gibi durur bu seçim. Onun payına daha ağır işlerde çalışan, üstü başı is ve yağ olmuş, geliri daha az fakat isyanı kabarmış kitledir. Beyaz bu sebepten de tersinden bir denklemdir. Jiletin bir uç simge olarak onun konserlerinde öne çıkması ise sadece şöhret önünde kendisini feda etme duygusuyla alakalı olamaz.

Müslüm Gürses, kendisini feda edercesine şarkı söyler. Ses ile sürekli güreşir. Beden hareketi canhıraş bir güzel son isteği izlenimi verir. Çok az kelimeyle konuşur. Zamanın utandırdığı mahcup bir çocuktur. Bir aşamadan sonra derin kitlesi nasıl çözülüp kentin asli unsuru olmaya başlarsa Gürses de Paramparça gibi sembolik popüler şarkıları söyleyerek doğduğu kaynağın değişimiyle özdeşleşir. Değişim, durmayan ve sürtünmesi hala devam eden, uzun hava formunda çağdaş ve güncel bir haldir Türkiye’de.

Bu yazının başlığı yazardan bağımsız editoryal olarak hazırlanmıştır.


Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım