Walter Faber'in çaresizliği

Allah, herkesi perçeminden yakalamıştır.
Allah, herkesi perçeminden yakalamıştır.

İnsan dünyaya dalsa da kadere, talihe, dehre ve göklerde bir yazgının olduğuna inanmasa da kaderine razı gelmeyip kaderinden ötelere kaçmaya çalışsa da örümcek ağına takılan ve ondan kurtulmaya çalıştıkça ağ tarafından muhkem sarma sarılan sineğin durumuna düşer. İlginç olan ise şudur: Kader en küçük oyuncağı yutan büyük oyuncaklar şeklinde ilerleyen matruşka bebekler gibidir. Bir sonraki hamleniz neyse zaten o kaderdir. O hamleniz de zaten kaderin bir cilvesidir.

İnsan göğe bakmayı unutalı beri, başını yere eğip yeryüzüyle mutlu olmayı denedi. Yeryüzünü habitat bildi. Burada nefeslendi. Karnını burada doyurdu. Burada çoğaldı. Burayı yurt, burayı ocak bildi. Yeryüzüne ilk indiğinde oysa yasak meyveyi yemiş olmanın üzüntüsüyle, cennetten kovulmuş olmanın yitiğiyle çokça utandığından Tanrı’nın yüzüne bakmak anlamına gelen başını göğe kaldırıp göğe uzun süre bakamadı. Unuttuğu göğün boşluğu büyük bir eksiklik olarak kalbinde gerinedursun kartezyen düşünceyle dünyaya bağlığı günden güne artmaktaydı.

İnsan duygulandı şiir yazdı. İnsan düşündü, akletti, felsefe oluşturdu. İnsan dünyada işini kolaylaştıracak gelişmeler sağladı. Bununla birlikte bilim, insanın vazgeçilmezi hâlini aldı.


“Carpe diem”in yani “gününü gün etme düşüncesi”nin sadece mideyi ilgilendiren boyutu değil, dünyayı kapsayacak tüm alanlara işmal oluşu insanla yeryüzü arasında sağlam, hiç kopmayacak, hiçbir şeyle ikâme edilmeyecek çıkarcı bir bağ da oluşturdu. İnsan duygulandı şiir yazdı. İnsan düşündü, akletti, felsefe oluşturdu. İnsan dünyada işini kolaylaştıracak gelişmeler sağladı. Bununla birlikte bilim, insanın vazgeçilmezi hâlini aldı.

Araç kullanan insan “Homo Faber”e doğru gelişmesini kaydededursun teknolojiye tapan, bilim olmadan nefes almayan insan güruhu oluştu. Bilimi dünyanın olmazsa olmazı olarak gören, gelişmeyi kendine şiar edinen ve teknolojiyi insan ruhunun yegâne kurtarıcısı olarak değerlendiren insan güruhu. Max Frisch’in Homo Faber adlı romanındaki Walter Faber işte böyle bir insan tipi. Dünyada bilimden ve teknolojiden, bu alanda gösterilen gelişmelerden başka ne ailesiyle ne de dünyada başka bir dertle dertlenmeyen bu tipler bir at gözlüğü ile kendi hakikatlerine bağlıdırlar. Bilimsel hakikate. Daracık bilim alanında ömürlerini geçindirirler, biraz egoisttirler. Pragmatist davranırlar, çıkarcıdırlar. Kendilerini düşünmeyi fert olmanın bir gerekliliği olarak görürler. Evliyseler görev paylaşımını bilmezler. Sorumluluk sahibi değildirler. Eşlerine karşı görevlerini ifa etmezler. Çocuklarıyla vakit geçirmezler. Walter Faber’de olduğu gibi bir kızının olduğunun, onun yıllarca büyüdüğünün bile ayrımında değildirler.

İnsan göğe bakmayı unutalı beri, başını yere eğip yeryüzüyle mutlu olmayı denedi.
İnsan göğe bakmayı unutalı beri, başını yere eğip yeryüzüyle mutlu olmayı denedi.

O kadar bilimin dar alanına ömürlerini adamışlardır. O tek bilimsel alana, diyelim ki bir kelebeğin kın kanadına ömürlerini heba ederler. Bilime taparlar. Bilimin “bir kutsal inek” olduğunu düşünürler. Öte yandan hayatta tesadüfler, talih, kader gibi pozitif düşünceden sapan, başka bir bilinçle izahı ancak mümkün olacak durumlarla karşı karşıya kaldıklarında nutukları tutulur.

  • İnandıkları, güvendikleri, taptıkları kartezyen ellerinin dışında kalan bu güçlere akıl erdiremezler. Walter Faber’in karısı Hanna’dan ayrıldıktan ve yıllar süren bir haberleşmeme ediminden sonra, hatta tesadüfen, bir yolculukta eşine çok benzediği için, hatta onu hatırlattığı için bilmeden kızı Sabeth’i tanıması, tanışmaları, birbirlerine âşık olmaları ve ilişkiye girmeleri, sonunda bu iradi olmayan ensestin bir şekilde ortaya çıkması ile kaderin cilvesinin devreye girişi ne acıdır.

Her şeyi elleriyle tutmaya, her şeyi elleriyle kavramaya, tekhneyi hayatta biricik şiar yapmaya, her şeyin istatistiğini çıkarmaya ve künhüne varmaya çalışan o “homo faber”in inanmadığı, burun kıvırdığı kaderin elinde bir oyuncak oluşu da trajiktir.

Kızı Sabeth ile ilişkileri gelişince, bu her şeyi bilimle açıklamaya çalışan Homo Faber’in çaresizliği de devreye girecektir. Hz. Adem ve Havva, yani ilk insanlara referanslar devreye girecek, incir ağacı altında yılan ısırığı ile yasak meyveye yani enseste yazar tarafından bilinçli bir gönderme yapılacaktır. İncir ağacı altında yılan ısırığından çok korkup başını bir taşa vurmasının Sabeth’in ölümünde oynadığı rol, bilime tapan Faber’in hastanede, ölümü engellemek için tekhnenin sonsuz çaba sarf ettiği bilimin kutsal mekânında kurtarılamaması da yine Faber’in elinin çaresizliğini gösterir bizlere. Kendisi dışında bu mükemmel senaryoya bilime inandığı ve bilimdışılığı reddettiği için inanmamakta ama bir şekilde de bunun, kader defterinin, bir hesabın, bilinmeyen bir senaryonun, kendisi üzerinde işleyen ve her şeyi ayarlayan gücün hikâyesinin mükemmelliğine bakıp kafası karışmaktadır.

Kader en küçük oyuncağı yutan büyük oyuncaklar şeklinde ilerleyen matruşka bebekler gibidir.
Kader en küçük oyuncağı yutan büyük oyuncaklar şeklinde ilerleyen matruşka bebekler gibidir.

İnsan dünyaya dalsa da kadere, talihe, dehre ve göklerde bir yazgının olduğuna inanmasa da kaderine razı gelmeyip kaderinden ötelere kaçmaya çalışsa da örümcek ağına takılan ve ondan kurtulmaya çalıştıkça ağ tarafından muhkem sarma sarılan sineğin durumuna düşer. İlginç olan ise şudur: Kader en küçük oyuncağı yutan büyük oyuncaklar şeklinde ilerleyen matruşka bebekler gibidir. Bir sonraki hamleniz neyse zaten o kaderdir. O hamleniz de zaten kaderin bir cilvesidir.

Bunun kısa ve özlü sözü şudur: Allah herkesi perçeminden yakalamıştır. Karıncayı da, kendini yüce gören insanı da, güneşi de ayı da. İpek böceğini, ince bedeni üzerinde koskoca kırmızı bir baş taşıyan kırlarda gelinciği de yeleleri rüzgârda savrulan tayı da. Her şeyi ve herkesi alnındaki perçeminden yakalamıştır. Amor Fati: Kaderini sev, mutlu olursun. İşte bu kadar.