William Blake. Hepsi bu.

William Blake
William Blake

Asla uğraşma aşkını anlatmaya,

Aşk var olur yalnızca dile gelmeden;

Nasıl hareket ederse soylu rüzgar

Sessizce, görünmeden.

Doğrusu iyi bir şair, yöneldiği her meselede ortalamanın üzerinde başarı kazanacak yetilere sahiptir. Müzik ya da resim. Mimari ya da nesir.

Dünyayı dolaysız ve züppelikten uzak duyabilme yeteneğine sahip her büyük sanatçının övgüye değer olmayan hasletidir bu. Çünkü dünyayı kendi gözleriyle görmekte, kendi kulaklarıyla duymaktadır. Sanatçı, kendinden hareketle tanır dünyayı ve kendinden hareketle dokunur ona.

Züppelikten uzak her sanatçı, çağının ve coğrafyasının sancılarını birebir yaşamaktan kaçamaz, kaçmak da istemez. Çağının ve coğrafyasının çocuğudur o. Çağının ve coğrafyasının dışında yahut üstünde görmez kendini. Sahicilik budur çünkü. Doğru ya da yanlış kendine mahsus bir dili ve evreni vardır onun. Doğru ya da yanlış kendine mahsus bir teklifi ve eylemi vardır onun.

On bir yaşında şiir yazmaya başladı. Onu bugün bize hatırlatacak olan şeye yani. Çıraklığı, anıt mezarlar için gotik çizimler yaparak geçti.


Koca Ragıp Paşa’nın, on yıl kudretle hükmedeceği Osmanlı sadrazamlık makamına geldiği yıl İstanbul’dan oldukça uzak olan Londra’da dünyaya geldi. Yıl: 1757. Orta halli bir ailenin çocuğu olarak emperyalizmi henüz icat edip işlevsel hale getirmeyi akıl etmiş ülkesinde okula gidemeyecekti elbette. Ve öyle de oldu. Şiir, resim, heykel, oymabaskı ve daha pek çok şeye heves etti. Yaptı da.

Çizime yeteneği var diye, şiire başlamadan bir yıl önce ailesi, imkânlarını da zorlayarak, çizim okuluna gönderdi onu. Fakat doğduğu yıl Hindistan’ı işgal edip yerlileri öldürmekle meşgul olan ülkesi İngiltere, on yaşındaki çocuğun okumasına imkân sunmayacaktı. O da henüz on dört yaşında bir gravür ustasının yanına çırak olarak işe girdi. Ekmeği, söküp almalıydı.

William Blake, ''The Ancient of Days'' tablosu
William Blake, ''The Ancient of Days'' tablosu

On bir yaşında şiir yazmaya başladı. Onu bugün bize hatırlatacak olan şeye yani. Çıraklığı, anıt mezarlar için gotik çizimler yaparak geçti. 21 yaşına kadar sürdü, onu bizden biri yapan bu serüven. Sonra, Hindistan’ın bütün zenginliğini 21 yıldır çalan ‘Kraliyet’in Akademi Okulu’na kabul edildi. Resimle olan rabıtasını burada artırdı. Ve kendi geleneğine eklendi: Dante’nin, Shakespeare’in eserlerinden sahneler çizdi.

  • Ressamdı çünkü görünmez olan dünyayı görünür hale getirmek istiyordu. Çıraktı, çünkü yolun asıl hikâyesinin yolculuk olduğunu biliyordu. Şairdi. Çünkü öyleydi.

Tüm ömrünün yalnızca kenarında bir detay gibi duran şairliği, aslında bütün ömrünün asıl taşıyıcısı idi. Yeni evrelerden geçen ülkesinde üretilen her çılgınlığa alkış tutmaması bundandı. O da, sanayi devriminin kuşlarının ölümü olduğuna inanıyordu. Çünkü büyük şiir, nerede yazılırsa yazılsın akrabadır.

Kilise’nin çıldırttığı sahici arayıcılardan biriydi. Ne ki kaderi yalnızca boğuşmayla geçti. Anlamaya, yorumlamaya ve ele geçirmeye çalıştı dünyasını.

Duvarlara çarpa çarpa ilerledi. İsabet edemedi ama isabet etmek için hareket etti. Bu kıymettir. Kraliyetin dininin ve kilisenin en sert eleştirmeni oldu. Yalnız Batı’ya mahsus kilise-iktidar iğrenç ortaklığı karşısında çıldırmak zorunda kalan herkes gibi, anarşizme bile savruldu. Ah Koca Ragıp Paşa’nın ülkesine gelebilseydi!

1828 yılının 12 Ağustos’unda öldüğünde ülkesinde hiçbir hareketlilik olmadı. Yaşarken fark edilmedi bile. Elleri şişinceye kadar kraliçeyi alkışlamayı reddetti çünkü. İnsanlarının coşkuyla katıldıkları şey neyse o kuşkuyla baktı hepsine. Mezarının bulunduğu yerin çevre düzenlemesi yapılırken nasıl olduysa mezarı ortadan kayboldu. İyi şiirler ve hepsi bu. Nihayetinde Hakan Günday’ın dediği doğruydu: “İngiliz asaleti büyük bir yanlış anlaşılmadır. O gri adada asil olan tek insan William Blake’ti.”