Yer bulmak yer edinmek yerini bilmek

Yer edinmek için ilkin yerini bilmek gerekir; kendilik yerli yerinde ikameti gerektirir, yer kapmadan yerine geçme erdemi göstererek yer yapılabilir.
Yer edinmek için ilkin yerini bilmek gerekir; kendilik yerli yerinde ikameti gerektirir, yer kapmadan yerine geçme erdemi göstererek yer yapılabilir.

Yerini inşa etmek önemli değil yerine yakışan da benliğini mutlu edebilir. İslam düşüncesinde kaimdir; Allah insanı yerinden kaldırmadan doyurabilir ama bunu yapmaz. İnsanın yiyeceğe ulaşmasını ister, yerinden kalkarak yerini bulmasını.

İçimizde biriktirdiklerimizle değil yaptıklarımızla kendi'miz oluruz. İnsanoğlu işleviyle tanımlanır, faaliyetiyle vardır. İçimizde sabit bir insan-lık olsaydı onu muhakkak keşfeder, aradığımızı bulurduk. Kendilik sonu gelmeyen, başı bulunmayan bir arayıştan ibarettir. Her eylem bir kendilik göstergesini oluşturur. Kimse bir kişiye mutlak bir öz ve sıfat yakıştıramaz, "zaman içinde" görürüz bir kişinin "gerçek yüzü"nü... O yüz sürekli değişir, farklı olay ve durumlar karşısında farklı yüzler takınır insanlar, her seferinde yeni bir yüzle karşılaşılır, yeni bir kendilik arayışına girişilir. Kant buna "yap özür dile, yap inkâr et" formülüyle yaklaştı. Çünkü insan eylem demektir, bilgi ve akıl insanı da özü de karşılamaz tam tersine irade ve eylem kişiyi gösterir, özneyi belirginleştirir.

KENDİ'Nİ YİYEN MUTLAK BEN

Descartes, "kendi varlığımdan başka hiçbir şeyden emin değilim" dedikten sonra Kant, Fichte ve Hegel bu mutlak ben'i, özne'yi geliştirdi: "Beni benden başka açıklayacak hiçbir şey yok." Bu bir manada kendilik arayışıydı, ben'i mutlaklaştırarak her şeyden soyutlanan, bağımsızlaşan bir kendilik inşasıydı modernlik. Kendi'ni varlığın, Yaratıcı'nın önüne koyan ve ölçü kabul etmeyen ben, kendinde şey olarak belirginleşemedi de. Bir hikâyesi, tarihi, insanlar ve toplum arasında ilişkiselliği var olduğunda zaman içinde "kendinden emin olamayacak" boyuta geçti. Olaylar, tercih zorunlulukları, beklentiler, rol ve statüler arttıkça yani Descartes'in dediğinin aksine "kendinden başka her şeyden emin olmaya", Fichte'nin geliştirdiğinin tersine "kendisini kendisinden başka herkes açıklıyordu" artık. Aydınlanmaya kendini mutlaklaştırarak başlayan insan, yekpare bir insan olmaktan çıkıp toplumsal işlevleriyle var olmaya, tanımlanmaya başladıkça ben'i kendi'den uzaklaşıyor, kendi'ne yabancılaşıyordu.

Sonuçta insanın kendi kendini yedi. Kendilik arayışının en başında ölçünün mutlakta donmasıyla ilgiliydi, ben'i varoluşun tek eyleyeni kılınca ölçü de saptı. Tam da Mehmet Ali Ayni'nin dediği gibi; "Hayat bendedir, benimle beraberdir fakat benden her veçhile kaçıyor." Hâlbuki kimse ben'i belirleyemez belki ama sınırlayamaz da; sınır kişinin benliğinin içinde sonsuz gibi görünse de toplum-devlet-aile-din duvarına çarpar. Dini temellendirmeden hiçbir felsefe de gelişmez; dini olanı reddederek, açarak, örterek başlar felsefe. Fichte belirgin biçimde ben'i mutlaklaştırsa bile bunu içinden çıktığı geleneğin devinimiyle gerçekleştirdiğinin farkındadır; insanın kendi aracılığıyla bir şey yapamayacağı, "tanrısal ilham"ın kendinde zuhur etmesini beklediğini söylerken ben'i mutlaklaştırmanın derdindedir. Bu da insanın yaratma, yenileme, icat etme, yeniliğe açılma imkânının tanrısal özü içselleştirmesiyle mümküne geleceğini gösterir.

ARZU, TUTKU, YABANCILAŞMA

İnsan eyleyen, değiştirirken değişense hep inşa edendir aynı zamanda. Tarihinin varlığı, zamanın farkına varması "hâlden hâle geçmesi"nin bilincinde olduğunun da göstergesidir; vakti an içinde de, gelecekte de temaşa edebilendir kendilik. Tarihselliği, varoluşu, sonuçta ortaya çıkan özü kavrayabilen özne, aynı zamanda yaşamı inşa edebileceği, tasarlayabileceği kanaatine varır, cesaret kazanır. Hayat olaylar ve olgular üzerinden kurulmaz sadece; tecrübeyi belirleyen geçmiş şuuru da aktiftir. Tasarım bütünüyle yeninin üzerine yüklenmez, tarihtekilerin birikimleriyle şekillenir. Özne kendi geleceğini belirleyebilecek argümanları içselliğinden, tecrübelerinden ve eyleme kudretinden aldığını düşünür, dolayısıyla yaşamını standartları ölçüsünde kurabileceğini de bilincine aşılar. Hâlbuki epokhe, kendiliğin üstüne gelişen şüphe, öznenin varlığa öncelliğinin imkânsızlığını gösterir.

Bu açıdan en iyi kendilik, kölenin efendiye gösterdiğidir; efendi köleye her zaman kendi'ni gösteremez ama kölenin kendi olmanın dışında vazifesiyle sınırlanmış benliğini sergilemesinin haricinde bir kendiliği de bulunmaz. Modernler ahlâk, ödev, tin, mutlak, akıl kavramları üzerinden bir özne ortaya koyarken bilinç dışını, tutkuları, arzuları, insanı doğal durumla karşı karşıya getiren egoyu görmezden geldiler. Kendilik arayışı da yabancılaşma da büyük oranda tutkuların, arzuların, saplantıların ağırlık kazanmasının sonucuydu. Bu sapmanın boyutunu gösterir... Bir de gerçekleştirilmiş benlik gösterileri var. İskender'in, Napolyon'un, Sezar'ın, kahramanların varlık süreçleri arzuyla başlar tutkuyla yürür. Tutkuyla şekillenen bilinç ve benlik nihayetinde arzuları tamamıyla sonuçlandırmayabilir; isteklerimiz her zaman karşılanmayabilir fakat tutkuyu gösterme, kendi tutkusunu dıştan izleme başlı başına bir amaçtır çoğunca.

Ruhi doygunluk ve kalbî mutmainlik her daim kesinliği göstermez; şüphe edebilme yeteneği, sorgulayabilme gücü, hesap sorabilme azmi, sorunun kendisi mutlak ben'i kalgıtır. Sûfîler alışkanlıkların aşılmasının yeni bir şey yapmayla ilgili değil, yapılandan uzaklaşmaya bağlı olduğuna kanidir. Bazen yapmaktan çok yapmamak inşaya açar! Cesaretin fazlasının yıkıcılığa varması gibi yapmanın kutsanması hiçliği doyurur. Bu açıdan kişinin kendini gerçekleştirmesi aynı zamanda toplumu gerçekleştirmeye varmıyorsa tini zayıflatır. Kendi kendine yeterlik ilkesinin mutlaklığı kendinde şeyi gösterir; insanın varlığı hiçbir zaman kendi kendine yetemez. İnsan varoluşu başka'sının sundukları, geri aldıkları, örttüğü, açtığı ile, toplum, öteki, tüzel veya gerçek kişilerle kavga sonucu şekillenir. Kendine kaçış benliğine kapanmayı kapsamaz tam tersi daha çok başka'sına karışmayı gerektirir.

Aydınlanmaya kendini mutlaklaştırarak başlayan insan, yekpare bir insan olmaktan çıkıp toplumsal işlevleriyle var olmaya, tanımlanmaya başladıkça ben'i kendi'den uzaklaşıyor, kendi'ne yabancılaşıyordu. Sonuçta insanın kendi kendini yedi.

YERİNİ BİLEN KENDİLİK

İnsan kaygılıdır çünkü başka'sından soyutlanmak istedikçe ona batar. Heidegger'in dediği türden kaygı üstesinden gelemediği geçmişi yaşamanın zorluğundan kaynaklıdır. Şartlarını kendisinin belirlemediği bir ortamda var olma zorunluluğu, onu savunma hatta güzelleştirme mecburiyeti huzursuzluğunu koyultur, derinleştirir. "Yeni şeyler söylemek lazım" çıkışı, kendisinin kurup inşa etmediği hayata alternatif geliştirebileceği zannından ileri gelir. Yeni şeyler söyleyemediğinde, sesi kesildiğinde, tasarımı gerçekleştiremediğinde hatta otantisitenin tamamıyla kaybolduğunu idrak ettiğinde kaçmak ister; öze dönüş hep bir Fichte'ci mutlak ben'in imkânsızlığının kanıtı olarak insanların zihinlerde sık sık parlar.

Öze dön fakat hangi öze? Yüz yıl önceki öze mi, bin yıl önceki ya da tarih öncesindeki öze mi? Döndüğünde kurtulacak bir öz olmadığı gibi geldiğinde bulabileceğin bir kendilik de yok; olayların, olguların, şartların, siyasalın oluşturduğu öze ve kendi'ye ne kadar katılabilirsen o derece özne olursun. Kant'ın ve Aydınlanmacıların öznenin kendini yapabileceğine ilişkin tezi, dışsallığı ihmal edilmiş lirizmi içeriyor. Belki en fazla kişi öngörüde bulunabilir. Hiçbir tasarım zihinlerde şekillenenin birebir aynını oluşturmaz. Her tasarım biraz soyutlamadır; çünkü soyutlanan harici şartları dikkate alsa da süreç içinde sıfırlayarak ilerler. Kautsky "görevimiz devrimi örgütlemek değil kendimizi devrim için örgütlemek" sözüyle tikelin dönüşümündeki dönüştürücü gücün büyüklüğünü aşina kılmak ister. Böylece tasarımı tikel üzerinden gerçeklik sahasında gösterme, en fazla simüle etme imkânı verir.

Var olmak kudrettir, derken Spinoza irade göstermeyi öne çeker. Tereddüt, şüphe, çekingenlik hatta korku ve kaygı zafiyeti, zayıflığı yansıtmaz aramayı, oluşun mümkünlüğünü yoklamaktır. Tereddüt etmek yıkımı engeller bu da kendiliğin kapılarını zorlayacak sağlam kanıtları zorlar. Simgesel düzende, verili hayat şartlarında kendilikten söz edemeyiz; çalışanın kendi kararı olmaz, inisiyatifi çerçevenin içinde geçerlidir. Masa, hayvanlar ve insanların varoluşu yaşama stilini ve neye açık olduğunu belirtir; masa yalnız uzamda yer işgal eder, hayvan uzamda hareket eder, insan başka'sını, çevresini, dünya'sını belirler. Lacan "arzundan ödün verme" ile bir kendilik kurulabileceği kanaatini besler. Arzular her zaman kendi'ye götürmez, başka'sının üstünlüğünü de körükleyebilir. Kendilik biraz da yer bulmak, yerini bilmektir.

Yerini bulmak, yer edinmek, yer tutmak, yer kapmak, yersiz kalmak, yerine geçmek, yerine yerleşmek, yerinde durmak, yerli yerinde ikamet, yerine yakışmak kendiliğin cüzlerindendir. Yerini inşa etmek önemli değil yerine yakışan da benliğini mutlu edebilir. İslam düşüncesinde kaimdir; Allah insanı yerinden kaldırmadan doyurabilir ama bunu yapmaz. İnsanın yiyeceğe ulaşmasını ister, yerinden kalkarak yerini bulmasını. İbn Arabi zahidliği Hristiyanî manasından çekip çıkararak eyleme dâhil etti, zahitliğe ahreti kazanmak için bu dünyada çalışmayı, yerini bulmak için önce yerinden kalkmayı getirdi. Yer edinmek için ilkin yerini bilmek gerekir; kendilik yerli yerinde ikameti gerektirir, yer kapmadan yerine geçme erdemi göstererek yer yapılabilir. Yer yapmak iyi de sahi yer ne; kendini bilmek- bulmak, kendi olmak iyi de, kendi ne?