Yük büyük, kalp küçük...

Kış mevsiminde bu şehrin soğuğunda nefes almak bile zorken onun minik yüreğindeki yangın tüm bedenini yakmaya yetip artıyordu.
Kış mevsiminde bu şehrin soğuğunda nefes almak bile zorken onun minik yüreğindeki yangın tüm bedenini yakmaya yetip artıyordu.

Okuldan çıkıp kaldığı pansiyona doğru yürürken üstüne büyük gelen incecik paltosuna rağmen havanın soğukluğunun farkında bile değildi. Kış mevsiminde bu şehrin soğuğunda nefes almak bile zorken onun minik yüreğindeki yangın tüm bedenini yakmaya yetip artıyordu.

Başını nadiren yukarı kaldırır, gözlerinden hiç eksik olmayan nem ancak o anlarda fark edilirdi. Kekemeydi dili, tıpkı henüz baharına dahi adım atmadığı ömrü gibi kekeme. Uzak bir şehir, çok uzak...

Okuldan çıkıp kaldığı pansiyona doğru yürürken üstüne büyük gelen incecik paltosuna rağmen havanın soğukluğunun farkında bile değildi. Kış mevsiminde bu şehrin soğuğunda nefes almak bile zorken onun minik yüreğindeki yangın tüm bedenini yakmaya yetip artıyordu. Her zamanki yavaşlığıyla usul usul atıyordu adımlarını. Genelde ayakuçlarını takip eden gözlerini yukarı kaldırdığında bakışları karşı kaldırımda yürüyen anne-kıza takıldı. Tek elini bir kanat gibi kızının üzerine sarmış olan anne, hızlı adımlarla soğuktan kurtarıp sobanın yandığı evine ulaştırmak istiyordu kızını. Yürüyüp gittiler hızlıca, köşeyi dönüp kayboldular.

Yine nemlendi gözleri ve alt dudağı titremeye başladı. Yanağından süzülen yaşlar, kekeme dudaklarından usul usul dökülen Anne deyişine karışıyordu.


Kader öylece duraksamış, gözden kaybolmalarına rağmen hala o anne-kıza doğru bakıyordu. O sırada Nisa öğretmen dokundu omzuna, Kader, dedi, ne yapıyorsun burada, hadi hasta olacaksın, hadi gel benimle... Aynı yöne yürümeye başladılar. Nisa öğretmenin evi, Kader’in kaldığı pansiyonun 2 ev yanındaydı. 3 senedir bu şehirdeydi Nisa. Zamanının çoğunu pansiyonda kalan öğrencileriyle geçiriyordu. Sokağa girdiklerinde, hadi sen çık dedi, yukarı. Ben de bir eve gidip geleceğim. 3 yataklı odaya çıktı Kader, yatağına oturdu, az önce kızına sarılmış yürüyen anne geldi aklına. Yastığının altına soktu elini, bir fotoğraf çıkardı. Baktı uzun uzun. Yine nemlendi gözleri ve alt dudağı titremeye başladı. Yanağından süzülen yaşlar, kekeme dudaklarından usul usul dökülen Anne deyişine karışıyordu. Yıllar olmuştu görmeyeli... Annesiyle evlenmeden önce 8 çocuğu varmış babasının.

Eşi vefat ettikten sonra Kader’in annesiyle evlenmiş; Dilek, Kader, Yusuf, Abdullah isimli 4 çocuğu daha olmuştu. Babası vefat ettikten sonra bırakıp gitti anne 4 evladını. Gitti, başka bir adama gitti. Ne kalp hastası Yusuf umurundaydı ne henüz çok küçük olan Abdullah, ne Kader, ne Dilek... Sahipsizlik tokat üstüne tokat atıp, acı üstüne acı yaşattı minik yüreklere. 8 yaşındaki Yusuf’un kalbinden dolayı öldüğünü biliyordu Kader, ancak 4 yaşındaki Abdullah’ın neden öldüğünü bilmiyordu. Nisa öğretmen daha önce yutkunarak, zaman zaman odadan çıkıp ağlamalarını tamamlayıp geri gelerek dinlemişti olup biteni Kader’in ağzından. O yüzden ayrı bir alakası vardı Kader’e. Giden anne ne arayıp ne sormuştu. 13 yaşındaki Kader, 15 yaşındaki Dilek’le aynı okula gidip, aynı pansiyonda kalıyordu. Dilek olup bitene katlanmaya çalışsa da, Kader, evinin, ailesinin yok olmasını kabullenemiyor, pansiyondan ayrılıp evine dönmek istiyordu.

O yük yüreğindeyken nasıl dinlenirdi ki. Öyle biraz yatmakla geçer miydi bu ağrı...
O yük yüreğindeyken nasıl dinlenirdi ki. Öyle biraz yatmakla geçer miydi bu ağrı...

Nisa öğretmen, Kader’in velisi olarak görünen üvey ağabeylerinden birini çağırmıştı okula. Kader’in sürekli hıçkırıklarla ağladığını, onların yanına gitmek istediğini söylese de, “Evimde kalmalarını istemiyorum” demişti abisi. Nasıl bir yüktü bu Allah’ım. Nisa, şahit olduğu bu meselelerin yükünü kaldırmakta zorlanırken, bizzat yaşayan Kader’in küçük yüreği nasıl kaldırıyordu? Odanın kapısı açıldı ve Nisa öğretmen içeri girdi. Sık sık şahit olduğu manzara ile karşılaştı odada.

  • Elinde annesinin fotoğrafına bakıp usul usul gözyaşlarını akıtan Kader’in yanına oturdu. Elini omuzuna attı, sımsıkı sarıldı Kader’e ve hadi yat dinlen biraz dedi. O yük yüreğindeyken nasıl dinlenirdi ki. Öyle biraz yatmakla geçer miydi bu ağrı...

Fotoğrafı ait olduğu yere koydu Kader, paltosunu çıkartıp öylece uzandı yatağa. Alnına bir öpücük kondurdu Nisa öğretmen. Yorganı başına çeken Kader’in hıçkırıkları kulaklarında yankılanırken, arkasını dönüp kapıya doğru yürüdü, bir yandan eliyle kendi gözyaşlarını silerek... Nisa, olup biteni kısaca anlatmıştı bana. Daralan yüreğimi biraz olsun sakinleştirmek için kâğıda dökmeliydim bu derdi. Yazmadan önce ismini hiç sormadım Kader’in. Hikâye aynen yukarıdaki isimlerle yazıldı, bitti. Nisa öğretmene, küçük kızın hikâyesini yazdığımı ama isimleri kendim belirlediğimi söyledim... Gerçek adı nedir kızcağızın dedim.

Kader, dedi

Bir süre öylece kalakaldım, yutkundum,

Kader dedim...