10 soruda Filistin’e duyarlılık testi

Filistin
Filistin

Filistin meselesine ne kadar aşinaya da yabancıyız? Medya, Siyonizm,hatalı tarih bilgileri ya da yanlışezberlerden dolayı gündemimizin enson sayfalarında kalan Filistin’e dairduyarlılığımızı 10 soruyla test edelim.

Türkiye’de Filistin davasına duyarlılığın, 30- 40 yıl öncesine nispetle oldukça arttığını söyleyebiliriz. Bunda bilinçlenmenin etkisi tartışılmaz. Ayrıca sivil toplum kuruluşlarının Filistin davasına gösterdikleri ilginin, konuyu gündemde tutma çabalarının da tesiri büyük. Bir diğer faktör, resmî politikanın büyük ölçüde değişmesi ve bugün Filistin halkının meşru haklarını savunan, haklı mücadelesinde ona destek veren bir politika izlenmesi.

Yakın zamana kadar Türkiye’de resmî politikanın çizgisini, Siyonist işgal rejimiyle ilişkilerin zarar görmemesi yönündeki tutumun belirlediğini düşünürsek, bu hususun önemi daha iyi anlaşılır.

Yine de meseleye ilginin arzulanan düzeyde olduğu söylenemez. Yaklaşım ve bakış açısında değişiklik olmasına rağmen problem geniş kitleler tarafından sahiplenilmiyor. Hassasiyet dar bir kesime mahsus olduğu gibi gelişmeleri yakından takip edenlerin sayısı oldukça sınırlı. Bazılarının ilgisi de bilgiden yoksun bir tarafgirlikten öteye geçemiyor. Filistin halkının ne gibi muamelelerle karşı karşıya kaldığını ve problemin kaynağının ne olduğunu bilmediğimiz gibi öğrenme kaygımız da yok. Bazıları da meseleye hâlâ Batı’nın ve Siyonizmin penceresinden bakmakta ısrar ediyorlar.

İşte Filistin meselesine dair eksik ve hatalı bilgilerimizi temize çekmemizi sağlayacak 10 soru ve cevabı.

Mescid-i Aksa ve çevresi.
Mescid-i Aksa ve çevresi.

1. Filistin halkı toprak sattı mı?

Filistin meselesi hakkında zihinlere kazınan en hatalı bilgilerden biri, Filistin halkının Siyonistlere toprak sattığı iddiası. Bu iddiayı yayanlar uluslararası Siyonizmin yönlendirdiği veya ondan etkilenen medya organları olmuştur. Yahudilerin Filistin’de toprak edinmeleri, Osmanlı Devleti’nin en güçlü olduğu dönemlere tekabül eder. Osmanlı içinde ilk Yahudi lobisini oluşturan Nassilerin ileri gelenlerinden Yasef (Yusuf) Nassi, Kanuni Sultan Süleyman’la ilişkilerinden yararlanarak Filistin’de, Taberiye Gölü civarında kıymetli bir araziye sahip olmuştu. Bu arazi ona bizzat padişah tarafından verilmişti.

Yasef Nassi aynı zamanda dünyanın farklı bölgelerine dağılmış haldeki Yahudileri Filistin topraklarına toplama arzusundaydı. Bu yüzden Siyonizmin Teodor Herzl’den önceki fikir babası olarak bilinir. Taberiye Gölü civarında büyük bir Yahudi yerleşim merkezi kurma gayesiyle Yahudileri oraya göç etmeye çağırdı. Buraya Sultan tarafından muhtariyet verileceğini umuyordu. Ne var ki idealini gerçekleştiremeyecekti. Osmanlı o dönemde Yahudileri Filistin açısından bir tehlike olarak görmüyordu. Buna mukabil Sultan II. Abdülhamid, Yahudilerin Filistin’le ilgili tehlikeli ideallerini fark ederek buraya yerleşmelerine mani olduğu gibi toprak edinmelerini de yasakladı. Fakat İttihat ve Terakki darbesinden sonra bu yasaklar gevşetilecekti.

İsrail işgal devleti kurulduğundanYahudilerin mülkiyetine geçennarazi 2 milyon dönümdü.
İsrail işgal devleti kurulduğundanYahudilerin mülkiyetine geçennarazi 2 milyon dönümdü.

Bu dönemde Filistinli âlimler harekete geçtiler ve Yahudilere toprak satmanın şer’i açıdan uygun olmadığına dair fetvalar yayınladılar. Bu fetvalar etkisini gösterdi ve Yahudilere toprak satılmadı. Öte yandan Yahudiler toprak temini için bazı hilekâr emlakçılardan faydalanmakta bir beis görmediler. Onlar da halk tarafından cezalandırılınca bu kez Filistin’de yaşamayan fakat burada arazileri bulunanlara ulaştılar. Bölgenin 1917’de Osmanlı hâkimiyetinden çıkmasıyla devreye giren İngilizler köylülerden ağır arazi vergileri istiyor, veremeyenlerin arazilerine el koyarak sembolik fiyatlarla Yahudilere satıyorlardı.

Bütün bu uygulamalara rağmen 1948’de İsrail işgal devleti kurulduğunda Yahudilerin mülkiyetine geçen arazi 2 milyon dönümdü. Bu da Filistin’in yüzölçümünün %7’sine tekabül ediyordu. İşin ilginç yanı, Siyonistler İslam dünyasına Filistinlilerin topraklarını kendi elleriyle sattıkları yönünde propaganda yaparken, Batı’ya da Yahudilerin gittiği dönemde Filistin topraklarının boş ve sahipsiz olduğunu söylüyorlardı. Yani kimseyi yerinden yurdundan etmemişlerdi. Boş ve verimsiz arazileri ihya etmişlerdi. Hepsi bu!

2. Filistin Osmanlı’ya ihanet etti mi?

Türk toplumunda Filistin davası aleyhine bir intiba oluşmasına yol açan iddialardan biri de Filistin’in Osmanlı’ya ihanet ettiği yönündedir. Dayanak noktası da Arap isyanıdır. Burada büyük bir genelleme hatası söz konusu: Bir bölgede çıkan isyandan bütün Arap halkları sorumlu tutulmakta. Osmanlı hâkimiyetinin zayıfladığı dönemde İngilizler bazı Arap aşiretleriyle görüşerek bağımsız devletler kurma idealiyle onları isyana teşvik etmişlerdi. Bunların en meşhurları Yemen ve bugünkü Suudi Arabistan’ın kurulmasına yol açan Hicaz isyanlarıdır. Fakat bu isyanların hiçbirinin Filistin’le ilgisi yoktur. Filistin Osmanlı’nın bölgeden çekildiği 1918 yılına kadar ona bağlı kalmış, halkı da bölgedeki muharebelerde Osmanlı kuvvetlerini desteklemiştir. Bölgedeki kuvvetlerinin İngilizlere yenilmesi neticesinde Osmanlı bu toprakları terk edince Filistinliler sahipsiz kalmıştır.

Kudüs’e Müslüman mührü: Kudüs’ün Hz. Ömer (ra) döneminde Müslümanların eline geçmesinden sonra Hıristiyanların mabedlerine dokunulmadığı gibi Kanuni Sultan Süleyman Yahudilere, Ağlama Duvarı’na dokunarak ibadet etme hakkı vermiştir. Osmanlı Kudüs’ünde, önünde farklı dinlerden insanlar ile Yafa Kapısı’nın bir tasviri (Çamlıca Basım Yayın Fotoğraf Arşivi).
Kudüs’e Müslüman mührü: Kudüs’ün Hz. Ömer (ra) döneminde Müslümanların eline geçmesinden sonra Hıristiyanların mabedlerine dokunulmadığı gibi Kanuni Sultan Süleyman Yahudilere, Ağlama Duvarı’na dokunarak ibadet etme hakkı vermiştir. Osmanlı Kudüs’ünde, önünde farklı dinlerden insanlar ile Yafa Kapısı’nın bir tasviri (Çamlıca Basım Yayın Fotoğraf Arşivi).

3. Filistin davası mı, Arap-İsrail sorunu mu?

Filistin davasının uzun süre dışlanmasının ve benimsenmemesinin önemli bir sebebi de yanlış isimlendirilmesidir. Bu mesele uzun yıllar “Arap-İsrail sorunu” olarak adlandırıldı. Yukarıda bahsettiğimiz sebepler yüzünden Türk halkının Araplara bakışı menfi yönde olunca, Filistin meselesine de mesafeli yaklaşıldı. Şerif Hüseyin isyanı sebebiyle Araplara önyargıyla bakan insanımız, Arapların ihanetlerinin bedelini ödediği kanaatindeydi. Hak ettikleri cezayı İsrail aracılığıyla bulmuşlardı!

Oysa ortada Arap-İsrail sorunu falan yoktu; Filistin-İsrail problemi vardı. Uzun yıllar kendilerini bu meselenin bir tarafı gibi gösteren bazı Arap liderler, çıkarları doğrultusunda perde arkasında Siyonistlerle işbirliği dahi yapıyorlardı. Hatta bazen bu münasebetleri gizlemeye bile gerek duymadılar. Bu normalleştirme süreci hâlen devam ediyor. Meselâ bugün Suudi Arabistan’ın Katar’ı sıkıştırmasının en önemli sebeplerinden biri, Katar’ın Filistin direnişinin siyasî liderlerine kapılarını açması ve yıkılan Gazze’nin yeniden imarı için yardımda bulunmasıdır.

Filistin sadece Araplara hasredilecek bir mesele değil, bütün Müslümanları ilgilendiren bir davadır. Kudüs ve Mescid-i Aksa bütün Müslümanların şerefidir, namusudur. Mescid-i Aksa, Kudüs ve Filistin’in işgalden kurtarılması için mücadele etmek bütün Müslümanların vazifesidir.

4. Coğrafî sınırlar bakışımızı niçin sınırlandırıyor?

Osmanlı’nın ardından İslam coğrafyası etnik kimliklere göre küçük parçalara bölündü. Bu parçaların birbirinden ayrışması için de aralarına sunî sınırlar çizildi. Bundan daha vahimi, aynı sınırların kafalara da çizilmiş olmasıydı. İnsanlar bu sınırlar içinde düşünmeye başladılar. Liderler kendi topraklarıyla ilgili meselelerle ilgileniyor, geriye kalanları görmezden geliyorlardı. Aynı dertten mustarip Türkiye’de ilgi ve sahiplenme açısından sınırların yavaş yavaş aşıldığı bir gerçek. Ancak henüz arzulanan düzeye gelinmiş değil. Kitlesel tabanın önemli bir kesiminin ilgi ve duyarlılığı yine resmî sınırların içine hapsolmuş durumda. Ne yazık ki bu sadece Türkiye’nin değil, İslam âleminin bir gerçeği.

5. Filistin, İslamî kimlikten ayrı bir dava mı?

Filistin davası aslında İslamî kimlikli bir dava. Filistin toprakları tarih boyunca tevhid mücadelesinin merkezlerinden olmuştur ve Kur’an-ı Kerim’de adı geçen peygamberlerin çoğunun burayla bağları vardır. Mescid-i Aksa Müslümanların ilk kıblesi ve haram mescitlerin üçüncüsüdür. Fakat İslam ümmetinin tamamını ilgilendiren Filistin davası Filistin’de ortaya çıkan bazı grupların ve bunların çatı teşkilatı olan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’nün tutumundan dolayı Arapların millî meselesi olarak yansıtıldı. Bunda meselenin tarafı gibi görünen Arap ülkelerinin milliyetçi tutumlarının da etkisi oldu. Ancak İslamî hareketin Filistin’de öne çıkmasından ve bu davayı gerçek İslamî kimliğine kavuşturmasından sonra bu sorun aşılmıştır. Bununla birlikte yukarıda da değindiğimiz gibi gelişmelere dışarıdan bakanların önemli bir kısmı hâlâ meseleyi bir Arap sorunu olarak algılamaktalar. Bunun aşılabilmesi için Filistin davasının İslamî kimliğine daha fazla vurgu yapılmalı. Ayrıca Filistin meselesinin insanî boyutuna da ağırlık vermek zorundayız.

6. Filistin meselesi coğrafyanın kaderi mi?

Filistin’e duyarlılığın zayıflamasının en önemli sebeplerinden biri de olayların geniş bir zaman dilimine yayılması ve rutinleşmesi. Bu coğrafyada yaşananlar tabii mecrasında cereyan eden hadiselermiş, bölgenin kaçınılmaz kaderiymiş gibi algılandığından olsa gerek ciddi bir tepkiyle karşılaşılmıyor. Oysa tepkiler etkili bir seviyeye ulaşırsa zulmedenler kendilerini dizginleme ihtiyacı duyacaklardır.

7. Medyanın Siyonist diline niçin kulak veriyoruz?

Ne yazık ki Türkiye’deki medya kaynaklarının çoğu Filistin’le ilgili gelişmeleri Batı kaynaklarından aktarıyor. Batı kaynaklarının kullandığı dil ise uluslararası Siyonizm kuruluşları tarafından şekillendiriliyor. Bu dilde Filistin halkının haklı ve meşru mücadelesi kötülenmekte, işgal rejiminin başvurduğu baskı ve şiddet normal gösterilmektedir. Bu dilin halkın olaylara bakış açısını etkilememesi ise mümkün değil.

8. Filistin davası niçin gölgede kaldı?

İslam ümmetinin birliğini temsil eden otoritenin ortadan kalkmasından sonra Müslüman halklar etnik kimliklerine göre küçük parçalara bölündü. Bu parçalar küresel emperyalizmin yıpratıcı politikaları karşısında zayıf kaldılar. İzlenen politikalar neticesinde muhtelif problemlerle karşı karşıya geldiler. Bu yüzden İslam coğrafyasının hemen her parçası üzerinde zihinleri yeterince meşgul edecek sorunlar yaşanıyor. Bu sorunlar, yanı başımızdaki coğrafyalarda yaşayan dindaşlarımızın sorunlarına eğilmemizi engellediği gibi birtakım öncelikli meselelerin de unutulmasına, gölgede kalmasına sebep oluyor. Tıpkı Filistin davasının çoğu zaman gündem dışında kalması gibi...

14 asırdır Müslüman aileye emanet: nHz. Ömer’in (ra) anahtarını Müslüman bir ailenolan Nuseybelere teslim ettiği Kutsal KıyâmenKilisesi bugün aynı ailenin temsilcileri tarafındannaçılıp kapatılmaktadır.
14 asırdır Müslüman aileye emanet: nHz. Ömer’in (ra) anahtarını Müslüman bir ailenolan Nuseybelere teslim ettiği Kutsal KıyâmenKilisesi bugün aynı ailenin temsilcileri tarafındannaçılıp kapatılmaktadır.

9. Siyonist propagandanın tuzaklarından haberdar mıyız?

Filistin davasının doğru şekilde anlatılması adına çeşitli faaliyetler yürütülüyorsa da uluslararası alanda Siyonizmin çok daha geniş imkânlara sahip olması dengelerin Müslümanlar aleyhine işlemesine yol açıyor. Siyonist işgale hizmet eden propaganda araçları gerçekleri çarpıtarak ve yanlış bilgiler vererek Filistin davasını karartmaya, kamuoyuna olduğundan farklı bir şekilde yansıtmaya çalışıyorlar. Bilhassa Filistin halkının meşru hakları için mücadele eden direniş hareketleri aleyhine kanaat oluşmak için bütün propaganda araçlarından yararlanılıyor.

10. FETÖ’nün Siyonist yayınlarının farkında mıydık?

FETÖ’nün uluslararası Siyonizm ile ilişkisinin yeni olmadığını, örgütün kurulduğu tarihlere kadar gittiğini biliyoruz. Fakat başlangıç döneminde bu ilişki gizli tutuldu. Sonrasında kendi medya organlarında Siyonist işgalin söylemlerini dile getirme ve işgale karşı verilen mücadeleyi karalama çalışmaları dikkatten kaçmadı. Filistin halkının haklı ve meşru mücadelesini kötüleme amaçlı bu propaganda uluslararası Siyonizmin güdümündeki medya organlarının yürüttüğü propaganda faaliyetlerinden farksız, hatta yerine göre daha ileri düzeydeydi. Ne yazık ki bu karalama çalışmasının Türk kamuoyu üzerinde olumsuz etkisi olduğu bir gerçek.