Bir spagetti alacakaranlığı

Sabah kalktığımda öncekilerin kopyası bir güne uyandığımı düşünüyordum...
Sabah kalktığımda öncekilerin kopyası bir güne uyandığımı düşünüyordum...

Sol kaşının orta yerinde dikkat çekecek büyüklükte bir kesik izi bulunan garson, her zamanki zoraki gülümsemesiyle spagettimi getirdiğinde kendisine gür olamayan bir sesle teşekkür ettim.

Çoğu zaman günler birbirine benzer şekilde akıp geçer. Bu monotonluğu giderecek hiçbir şey olmaz. Ama bazen, çok nadir rastlanacak türden bir şey olur ve sadece o gün değil, hayatınızın diğer bütün günleri de, hayatınızın akışı da baştanbaşa değişir. Bundan tam on beş gün önceki Çarşamba günü, benim için işte öyle her şeyi değiştiren cinsten bir gün oldu.

Sabah kalktığımda öncekilerin kopyası bir güne uyandığımı düşünüyordum. Kalktım, kahvaltımı ettim, giyindim, otobüse binip tam saatinde çalıştığım işyerinin kapısından içeri girdim. İkinci kata çıktım, kapısı her zaman açık duran gri solgunu odama girdim, üstünde evrak yığılı masanın arkasına dolaşarak her hareket etiğinde inilder gibi gıcırdayan yaşlı sandalyeme oturdum. Öğle tatiline kadar da kalkmadım. Bu sürede rutinim olduğu üzere masama gelen evraklarla boğuştum, bir miktar irili ufaklı toz yuttum ve birkaç kere seslice hapşırdım. Çok yaşa diyen olmadı, çünkü odada benden başka kimse yoktu. Bitişik odadakilerin de, hapşırığımı işitseler bile bana çok yaşa diyecek kadar yaşar vaziyette olduklarından emin değildim zaten.

Öğle arasında her zaman yaptığım gibi yemekhaneye inip menüdeki soğuk, aşırı salçalı ve çoğu zaman ne olduğu ilk bakışta anlaşılamayan şeylerden yemek istemedim. Dışarıya çıkıp, çok çok nadiren yaptığım gibi yakındaki bahçeli kafenin güneş gören bir köşesine oturmayı tercih ettim. Kendime bolonez soslu spagetti söyledim. Sol kaşının orta yerinde dikkat çekecek büyüklükte bir kesik izi bulunan garson, her zamanki zoraki gülümsemesiyle spagettimi getirdiğinde kendisine gür olamayan bir sesle teşekkür ettim. Tabağı önüme çektim, çatalı kağıt kılıfından çıkararak sakin hareketlerle işe koyuldum.

Spagettiyi severim ve birçoklarının aksine yemekte zorlanmam. Çatalı döndürerek tabaktakileri küçük yumaklara dönüştürmek, o yumakları önce abartılı biçimde açık ağzıma, sonra oradan beklentisi zirve yapmış mideme indirmek benim için adeta bir zevktir. Toplumumuzda yaygın biçimde yaşanan spagetti-çatal sorunsalını o acayip çarşamba gününde de hiç yaşamadım. Ama her şeyi değiştiren başka bir şey oldu. Spagettiden birkaç dolu çatal alıp hedefe ulaştırmıştım ki çatalın dönme hareketi aniden başımı döndürüverdi. Eş zamanlı olarak etrafımdaki her şey de bir an için benimle birlikte döndü. Belki de hipnotik bir süreç yaşadım, belki de spagettim bir anda solucana dönüştü ve ben o bir anın içinde o spagetti-solucanın içinden çıktığı o solucan deliğine düştüm. Malum, kuantum evrende oluyor böyle şeyler...

Neyse ki uzun sürmedi bu acayip hâl... Kısa süre sonra kendime geldim ve tabağın “play/ pause” tuşuna basarak spagettime kaldığım yerden devam ettim. Ancak kaldığım yerden devam ettiğim sadece spagettimdi, onun dışındaki her şey bir daha hiç aynı olmayacak şekilde değişmişti ve ben bunu birazdan, son spagetti tekini fürrrrrştt diye vakumlayıp yuttuktan hemen sonra idrak edecektim.

Tabaktaki her şeyi, sosun son damlaları dahil hiç delil bırakmadan ortadan kaldırmıştım ki bir okul arkadaşımı aramak geldi aklıma nedense. Belki akşam iş çıkışı buluşup bir yerlerde takılırdık azıcık. Cebimden telefonumu çıkardım ve ilgili harften ismini aramaya başladım. Saniyeler boyunca gözlerimle taradım ama bulamadım. Şaşkındım, çünkü o arkadaşımın adının telefonumun hafızasında kayıtlı olduğundan emindim. Bu telefondan zaten daha önce defalarca görüşmüştük kendisiyle. Çok fazla ilginçliği olmayan hayatım için epeyce ilginç bir durumdu bu yaşadığım.

Sonra şaşkınlığımı beşe ona katlayan başka bir şeyi fark ettim; telefonumda o harfe kayıtlı isimlerin hiçbiri tanıdığım kişiler değildi. Diğer harflere baktım hemen, aynı durum hepsi için geçerliydi. Telefon, görünüşte benim telefonumun aynısıydı ama hafızasında benim hayatımdan hiç kimse yoktu. Aceleyle çıkarken yanlışlıkla başka birinin telefonunu almış olabileceğimi düşündüm. Ama bu imkansızdı, sabahtan bu yana odada benden başka kimse yoktu, kimse de gelmemişti ve ben de yerimden hiç kalkmamıştım.

Telefonu biraz daha kurcaladım, bana ait olmadığı kesindi bir kere. Ancak kime ait olduğuna dair hiçbir kayıt da bulamadım. Sahibinin adını bulabileceğim her yer bomboştu. Kimlik bölümleri, mesaj kutuları dahil... Biri adeta telefonun kimin olduğu anlaşılmasın diye cihaz üzerinde özel bir operasyon yapmıştı. İhtimallerin bir ucu zihnimden çıkıp kozmosun ötelerine uzamaya başladığında hemen panik butonuna bastım, düşüncelerimden acı bir fren sesi yükseldi. Aldırmadım, daha makul şeyler düşünmeye çalıştım. Bu telefonun elbet bir sahibi vardı. Belki benim hatırlayamadığım esrarengiz bir karışıklık neticesinde telefonları değiştiğimiz o kişi beni bulur ve telefonumu getirir diye birkaç gün boyunca bekledim ama ne arayan oldu ne soran oldu. Anlaşılan bu kritik takas belki de hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti.

İşte böyle... On beş gündür yeni bir hayatım var benim. Telefonum bana kendi hayatımdan çok daha renkli, çok daha havalı yepyeni bir hayat hediye etti.
İşte böyle... On beş gündür yeni bir hayatım var benim. Telefonum bana kendi hayatımdan çok daha renkli, çok daha havalı yepyeni bir hayat hediye etti.

Önce canım çok sıkıldı bu işe... Sonra yapacak bir şey olmadığını anlamanın tatlı uyuşukluğu gelip yerleşti her yanıma. Ortada iki ihtimal vardı hepi topu. Bu ihtimallerin birincisi doğrudan bunalıma girmekti ki bunu pek çok fırsat yakaladığım halde hiçbir zaman tercih etmedim. Dolayısıyla pek fazla düşünmeden ikinci ihtimali seçtim ve yeni telefon defterim üzerinden yeni bir hayata başlamaya karar verdim.

Öğle tatilinin bitiminde işe dönmek yerine dümeni eve kırdım. Sırayla telefonda kayıtlı bütün numaraları arayarak karşımdaki kişilere yeni kimliğim konusunda ufak yoklamalar çektim. Takriben üç günlük bir uğraş neticesinde kimliğim aşağı yukarı ortaya çıktı. Benim yaşlarıma yakın, hiç evlenmemiş, bağımsız çalışan bir reklam yazarıydım yeni hayatımda. Evden çalışıyordum, pek fazla koşuşturması olmayan sakin bir hayatım vardı. Fena da kazanmıyordum. Tam benim dahil olabileceğim bir hayattı bu. Bu gerçeği fark ettiğim andan itibaren eski hayatımdan çıktım ve yeni hayatımı üstüme giydim. Birkaç özel eşyamı alarak adresini telefon görüşmelerinden tespit ettiğim küçük, gösterişsiz ama merkezi konumunun avantajlarına sonuna kadar sahip daireye taşındım. Anahtarım yoktu tabii ama işinin ehli bir çilingir birkaç dakika içinde yeni hayatım için bana gerekli bütün kapıları sonuna kadar açtı.

O spagetti alacakaranlığında ne olmuşsa olmuştu. Sanki hayatın hikayesi akıp giderken büyük bir kozmik kırılma yaşanmış ve tek tek bütün hikayeler bu kozmik kırılmanın sebep olduğu kozmik kaymalar neticesinde kendi devamlarına değil, başka hikayelere bağlanmıştı. Yerine geçtiğim kişi her kimse ortada yoktu, onu soran eden de yoktu. Belki o da benim geçtiğim aşamalardan tek tek geçmiş, çaresizce benim hayatımı benim bıraktığım yerden yaşamaya başlamıştı. Zavallı adam! Zavallıydı evet, çok talihsizdi o! Çünkü bu hayat takasında kârlı çıkanın ben olduğum gün gibi aşikârdı.

İşte böyle... On beş gündür yeni bir hayatım var benim. Telefonum bana kendi hayatımdan çok daha renkli, çok daha havalı yepyeni bir hayat hediye etti. Artık eski dostlarımdan hiçbiri benimle değil, onlara ulaşamıyorum. Çünkü bende telefon numaraları yok. Ama bende telefon numaraları olan ve istediğimde rahatlıkla ulaşabildiğim yepyeni dostlarım var. Beni aralarına kabul ettiler sağ olsunlar. Belki oturup geçmişten dem vuramıyoruz ama önümüzde paylaşacak uzun bir gelecek var. Gülüp eğleniyoruz. Yeni bir hayata gözlerimi açmış gibiyim. Çok mutluyum, taptazeyim. Eski hayatıma dair hiçbir şeyi hatırlamak istemiyorum. Eskiden geçtiğim yerlerden asla geçmiyorum. Yıllarca mesai yaptığım eski işyerime bir daha hiç gitmedim. Adreslerini bildiğim halde eskiden tanıdığım hiç kimsenin yaşadığı yerlere de gitmiyorum, o muhitlerin yanına bile yaklaşmıyorum hatta.

Yanına yaklaşmadığım bir şey daha var bu arada, o da spagetti... Ne spagetti ne de bir başka makarna türü... Beni eski hayatıma geri döndürebilecek her ihtimale nöbetçi olmayan bir eczane kesinliğinde kapalıyım. En büyük korkum, bir gün birinin kapımı çalıp eski telefonumu burnuma uzatması... Kendi telefonunu ve hayatını ona geri vermem gerekir muhtemelen böyle bir durumda!

Umarım hiçbir zaman böyle bir şey olmaz! İzlediğim hiçbir alacakaranlık kuşağı hikayesinde zıvanadan çıkan şeylerin normale döndüğünü hatırlamıyorum. Kendimi avutmak için sık sık kendi kulağıma şu sözleri fısıldıyorum: Spagetti westernler, normal westernlerden sadece daha acayiptir, temelde çok büyük farklar yoktur. Spagettilerin alacakaranlık kuşağında neden durum bundan farklı olsun!