Beyinler ve kalpler ne ara bu kadar taşlaştı?

Eşleri ve oğulları kendilerine inanmayan Peygamberlerin gelip geçtiği bu gezegende bizim yaşadıklarımız ne ki? Taşlaşmış kalpleri ve beyinleri tekrar aslına döndürmek için “karınca gayreti” göstermeye devam…
Eşleri ve oğulları kendilerine inanmayan Peygamberlerin gelip geçtiği bu gezegende bizim yaşadıklarımız ne ki? Taşlaşmış kalpleri ve beyinleri tekrar aslına döndürmek için “karınca gayreti” göstermeye devam…

Kanun örneğin diyor ki, ‘kart aidatı alamazsın’. Banka kanunun arkasında dolanıyor başka isimle bu parayı alıyor. Oysa BDDK konuya el atıp caydırıcı cezalar verse, bakın bir daha bunu yapabiliyorlar mı? Konuştuğum hukukçular bırakın bunu dile getirmeyi, nasıl uygulanamayacağını ispat için delice çaba harcıyorlar. Oysa “nasıl yapılır, nasıl çözülür’e” odaklanılsa, canımızı sıkan pek çok konu o kadar kolay halledilir ki. Siyasi iktidarlar bu küçük gibi görünen ama insanların her daim karşı karşıya kaldığı konuları çözseler, vatandaş nezdinde devasa projelerden daha fazla prim yaparlar.

“Araştıran, öğrenen ve sorgulayan bir insan olmanın faturası her geçen gün ağırlaşıyor…”

Birinin sözü değil, mütevazı olmayayım sosyal medyada şahsen ben paylaştım bu cümleyi.

“Akledesiniz diye Allah ayetlerini sizin için açıklamaktadır…“ (Bakara 242)

“Kendisiyle akledecekleri bir kalplerinin ve işitecekleri bir kulaklarının olması için yeryüzünde dolaşmazlar mı?” (Hac 46)

Yüce kitabımız Kur’an’da bu ve benzeri o kadar çok ayet var ki, insanlara akletmeyi ve dolayısıyla düşünmeyi ve dolayısıyla sorgulamayı ve dolayısıyla öğrenmeyi emrediyor sürekli ve sürekli.

Ama bugün bizleri çileden çıkartacak derecede taşlaşmış, açık delilli bilgiye bile inanmayan, ezberinden asla taviz vermeyen, hiçbir sorgulamaya gelmeyen bir topluluğun içinde yaşıyoruz.

Eşleri ve oğulları kendilerine inanmayan Peygamberlerin gelip

geçtiği bu gezegende bizim yaşadıklarımız ne ki?

Taşlaşmış

kalpleri ve beyinleri tekrar aslına döndürmek için “karınca

gayreti” göstermeye devam…

Eğitim serüveni önüne konan testteki seçenekleri doldurmakla geçmiş nesillerden analiz yapmasını, sorgulamasını, düşünmesini beklemek sanırım hâl, hayalden ibaret.

Yalan ve iftira neden cezasız?

Hukukçu bir dostumla konuşuyoruz.

Diyorum ki;

“Günümüz âdaleti çok yavaş ve sonuçlandığında bir işe yaramıyor. Bunu pratik hâle getirmek lazım, mâlum ‘geciken âdalet, âdalet değildir’. Mesela, iddia sahibi iddiasını ispatlayamadığı zaman bundan dolayı neden ceza görmez? Hele iftira ve şahsî haklara saldırı varsa. İddianın gerçek olmadığına karar veren hâkim konuya vakıfken, neden iddiasını ispat edemeyene anında cezasını vermek yerine iftiraya uğrayan kişiyi tekrardan mahkeme kapılarına mecbur bırakıyoruz? Eğer bu dediğim uygulanırsa bak bakalım adliyelerdeki davaların yarıdan fazlası açılıyor mu? İş yükü azalmış bir adlîye sistemi daha âdil ve daha isabetli kararlar vermek için zamana kavuşmuş olur, abuk sabuk konular da mahkemeye taşınmaz.”

Basit bir önerme. Mutlak doğru da olmayabilir. Başka öneriler getirilebilir.

Ancak, hukuk nosyonuna inandığım hukukçu dostlarım kendi bildikleri üzerinden öyle bir tahakküm kurmaya meraklılar ki, konuyu tartışmaya bile açmıyor ve bizi cehaletle suçlamaya çalışıyorlar.

Hepiniz mahkemeye koşun

Devam ediyorum…

“Yine mesela milyonları ilgilendiren konular var. Kanun örneğin diyor ki, ‘kart aidatı alamazsın’. Banka kanunun arkasında dolanıyor başka isimle bu parayı alıyor. Vatandaşın biri de mahkemeye gidiyor ve yapılan işin kanunsuz olduğunu ispatlıyor. Bu durumda günümüz hukuk sistemi milyonlarca banka müşterisinin hakkını araması için ayrı ayrı dava açmasını mecbur kılıyor. Oysa BDDK gibi bir üst kurum var. Bütün veriler elinde bulunuyor. Bir mahkeme kararı çıktığında aynı durumdaki tüm banka müşterileri için uygulasa ve üstüne de kanuna aykırı davranmaktan idari para cezası ve ilgilileri için dava açsa, bak bakalım herhangi bir kurum bir daha müşterisini kazıklıyor mu?”

Dediğim gibi mutlak bir yöntem değil, bir fikir jimnastiği sonrasında çıkmış bir teklif.
Dediğim gibi mutlak bir yöntem değil, bir fikir jimnastiği sonrasında çıkmış bir teklif.

Basit ve insan hayatını kolaylaştıran, adâleti hızlıca tesis edeceğine inandığım bir teklifi dahi konuşamıyor ve tartışamıyorum.

Dediğim gibi mutlak bir yöntem değil, bir fikir jimnastiği sonrasında çıkmış bir teklif.

Ama en azından benim konuştuğum hukukçular bırakın bunu konuşmayı, nasıl uygulanamayacağını ispat için delice çaba harcıyorlar.

İyi de, sonuçta âdalet nerede?

Laf kalabalığı, teknik terim çorbası

Cebinden küçük küçük para tırtıklanan vatandaşın hakkının mutlak mânâda korunması nerede?

Bu önerim karşısında duyduğum sadece laf kalabalığı, teknik terim çorbası, tipik “nasıl yapılamayacağını” anlatan donuk kafa.

Oysa “nasıl yapılır, nasıl çözülür’e” odaklanılsa, bugün hayatımızı sıkan pek çok konu o kadar kolay yolla halledilir ki…

Siyasi iktidarlar bu küçük gibi görünen ama insanların her daim karşı karşıya kaldığı konuları çözseler, vatandaş nezdinde devasa projelerden daha fazla prim yaparlar.

Taşlaşmış beyinlere örnek mi?

İstemediğiniz kadar.

Pandemi ve aşı konusu başlı başına laboratuvar gibi…

Geçen yıl söylediğini inkâr ederek çelişki yumağına dolanmış akademisyenleri anlatıyorsun, olmuyor…

Bakanın kendi içinde yaşadığı derin zikzakları işaret ediyorsun, tınmıyor…

Aşı rakamları ile vaka sayılarının parelelliğini ortaya koyuyorsun, bakmıyor…

  • Covid19 gerçek ama önerilen yollar yanlış, bir büyük projenin taşları döşeniyor diyorsun, ‘komplocu’ damgası yiyorsun…

Ya da güncel bir konuyu konuşuyorsun muhatabınla…

Ortalama bilgiyle, sloganik laflarla konuya dalmaktaki iştahı, biraz detaylandırarak bilgi devşirmeye gelince sönüp gidiveriyor…

Sosyal medya çağının çocukları olmanın sonuçları galiba bütün bunlar…

Google’lamak varken…

Araştırmayı, öğrenmeyi, kafa yormayı boşa çaba olarak gören ve üstelik de eğitimleriyle, isimlerinin önündeki titr’ler ile kendini tanıtmaya meraklı o kadar çok kişi var ki!..

Gece rüyasında, yarın yağacak yağmurdan içen herkesin delireceğini gören, ertesi gün o yağmurdan içmeyerek akıllı kalmanın faturasını deliler arasında meczup muamelesi görmekle ödeyen ve sonunda dayanamayarak suyu içen kişinin durumuna benziyor bizimkisi…

En sonunda kalabalığa karışıp, kafayı ütülemeyip, bilgiden uzakta mutlu yaşamak en iyisi…

Gibi gelse de zaman zaman, hayır biz böyle değiliz…

İyi ki değiliz…

Karışmayacağız bu kalabalığa…

  • Kitabımızda Rabbimizin emrettiğini yapmaya, öğrenmeye, araştırmaya, kafa yormaya devam edeceğiz.

Çünkü insanları bu tek tipleştirmek için çalışan şeytani yapılar hiç durmadan çalışıyor.

Onlar batıl davaları için bu kadar gayretkeşken bizim doğru bellediğimiz yolda şikâyet etmeye, yorulmaya hakkımız yok.

Eşleri ve oğulları kendilerine inanmayan Peygamberlerin gelip geçtiği bu gezegende bizim yaşadıklarımız ne ki?

Taşlaşmış kalpleri ve beyinleri tekrar aslına döndürmek için “karınca gayreti” göstermeye devam…

Bizimkisi dostlarla yapılan bir hasbihal…