Biden’in muhalifleri Boğaziçi’nde iş başında

Boğaziçi en iyi üniversitelerimizin başında geliyor. Ancak 1863 yılında Robert Koleji olarak kurulan, 1971 yılında Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüştürülen kurum, adını duyuracak önemli bir işe imza atmış değil. Dünya genelinde ilk 500’ün içinde olmasıyla gurur duymakla yetiniyor. Oysa ilk kez bir rektör, ilk 100’ü hedefliyor, ama yine de rektörlük için uygun görülmüyor.
Boğaziçi en iyi üniversitelerimizin başında geliyor. Ancak 1863 yılında Robert Koleji olarak kurulan, 1971 yılında Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüştürülen kurum, adını duyuracak önemli bir işe imza atmış değil. Dünya genelinde ilk 500’ün içinde olmasıyla gurur duymakla yetiniyor. Oysa ilk kez bir rektör, ilk 100’ü hedefliyor, ama yine de rektörlük için uygun görülmüyor.

İngiliz-Yahudi işbirliği bir kurum olan Robert Koleji’nden dönüştürülen Boğaziçi Üniversitesi’nin, Erdoğan’a karşı muhalifleri destekleyeceği sözünü veren Jeo Biden’ın göreve geldikten sonra karışması tesadüf olmasa gerek. Nitekim Amerika Dışişleri Bakanlığı’nın Türkçe olarak yaptığı kabul edilemez açıklama, Boğaziçi’ndeki protestonun ucunun nerelere gittiğinin en büyük göstergesi. Evet mesele rektörlük değil, biz bunu çoktan anladık da, siz niye aynı oyunu oynamaktan usanmadınız, en büyük mesele bu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 1 Ocak'ta yayımladığı kararnameyle Prof. Dr. Melih Bulu'yu Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne ataması, Boğaziçi’ndeki protestoların başlamasına sebep oldu. Akademik kariyerinin önemli bir kısmını Boğaziçi’nde tamamlayan Bulu’nun başka üniversiteden gelmesinden ziyade, 2015 seçimlerinde AK Parti’den aday adayı olması, kendilerinden olmayana akademik kadro bile vermek istemeyen Boğaziçilileri rahatsız etti. Bulu’nun, "Birçok insanı şaşırtacak ama ben siyasete CHP'de başladım. Liberal Demokratik Parti'nin gençlik kollarının başkanlığını yaptım. 2009'da aktif siyaseti bıraktım" sözleri bile ‘hükümet yanlısı’ suçlamasından kendisini kurtaramadı.

Boğaziçi eylemleri başladığında, gökten düşer gibi bir anda hayatımıza Clubhouse sosyal medyası girdi. Twitter gezi eylemlerinin motoru olduğu gibi, Clubhouse da Boğaziçi eylemlerinin motoru olmaya aday.
Boğaziçi eylemleri başladığında, gökten düşer gibi bir anda hayatımıza Clubhouse sosyal medyası girdi. Twitter gezi eylemlerinin motoru olduğu gibi, Clubhouse da Boğaziçi eylemlerinin motoru olmaya aday.

Oysa öğretim elemanlarının siyaset yapması, Türkiye’nin özgürlükler hanesine yazılmış önemli bir kazanımdı. Nitekim bunun örneklerini daha önceki rektör atamalarında görsek de, kimsenin aklına protesto etmek gelmedi. Mesela Prof. Mümtaz Soysal, Anayasa Hukuku profesörü olarak uzun yıllar ders verdiği halde, hem CHP’de hem de DSP’de siyaset yaptı. Yine Marmara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necla Pur, CHP PM üyesi iken, Marmara Üniversitesi Rektörü olarak Ahmet Necdet Sezer tarafından atandı ve buna da kimsenin sesi çıkmadı. Dönemin CHP milletvekili Güldal Okuducu, "CHP'li birinin rektör seçilmesini keyifle karşılıyorum" sözleriyle tarihe not düştü. Sezer’in atadığı birçok rektör, ya en düşük oyu alan veya CHP ile bağlantısı olan adaylardı. Başörtüsüyle uğraşmaktan, bunlara itiraz etmek kimsenin aklına gelmedi.

Öğrenci mi örgüt üyesi mi?

Melih Bulu’nun atama kararının hemen ardından öğrencilerin oluşturduğu Boğaziçi Dayanışması, boykot ve eylem çağrısı yaptı. Bu çağrıyla birlikte günlük olarak farklı protesto gösterileri düzenlenmeye başlandı. Bazı öğretim üyeleri de her gün rektörlük binası önünde cüppe giyerek bu protestolara katıldı.

  • Geçen haftasonu kampüs içerisinde 300’den fazla kişinin eser gönderdiği bir sergide, Kâbe figürlü görselin deforme edilmiş ve LGBT sembolleri yerleştirilmiş olarak sergilenmesi, bardağı taşıran son nokta oldu. Halkı kin ve düşmanlığa sevk eden bu eylem sebebiyle haftasonu düzenlenen operasyonda beş kişi gözaltına alındı. Bu kişilerden Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri olduğu açıklanan ikisi tutuklandı, ikisine de ev hapsi verildi.

Bu tutuklamaları protesto etmek için 1 Şubat Pazartesi günü düzenlenen eylemler, rektörlüğün bütün çıkışlarını kapatarak içeridekileri rehin alma aşamasına gelince, güvenlik sıkıntısı baş gösterdi. Pandemi sebebiyle her türlü gösterinin yasak olduğu bugünlerde, protestonun suça dönüşmesi sebebiyle müdahale kaçınılmaz oldu ve 100’ün üzerinde kişi gözaltına alındı. Valilikten yapılan açıklamaya göre, gözaltına alınan 108 kişiden sadece 7’sinin üniversite öğrencisi olduğu, 19 kişiye terör örgütü DHKP-C, 23 kişiye terör örgütü MLKP, 9 kişiye de terör örgütü PKK ile alakalı adli işlem yapıldığı ortaya çıktı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın olayla ilgili hazırladığı sevk yazısında; işgalci öğrencilerin 5 saat rektörü makamında alıkoydukları, makam aracını da lastiklerini indirerek hareket ettirmez hale getirdikleri açıklandı.

Mesele rektörlük değil

Kâbe'ye yönelik terbiyesizliğe karşı sosyal medyadan eleştiride bulunan Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, 15 bin Boğaziçi Üniversitesi mensubunun yer aldığı bir Facebook grubu üzerinden liste tutularak isim isim fişlendi. Fişlenen öğrenciler, ders içeriği paylaşmak için kurulan sosyal mecralardan dahi atılarak çeşitli hakaret ve iftiralarla linç edildi. Bu olayları görmek istemeyen medya ve kişiler, yine özgürlükler adına Melih Bulu’nun istifasını istemeye devam etti. Yıllardır otoriterleşme, tek adamlık, İslami baskı ve ‘sarayın yargısı’ edebiyatı yapanların tezleri bir anda çöküverdi.

 Boğaziçi en iyi üniversitelerimizin başında geliyor. Ancak 1863 yılında Robert Koleji olarak kurulan, 1971 yılında Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüştürülen kurum, adını duyuracak önemli bir işe imza atmış değil. Dünya genelinde ilk 500’ün içinde olmasıyla gurur duymakla yetiniyor.
Boğaziçi en iyi üniversitelerimizin başında geliyor. Ancak 1863 yılında Robert Koleji olarak kurulan, 1971 yılında Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüştürülen kurum, adını duyuracak önemli bir işe imza atmış değil. Dünya genelinde ilk 500’ün içinde olmasıyla gurur duymakla yetiniyor.

Meselenin rektörlük seçimleri olmadığını anlayan anladı zaten. Nitekim yapılan protestolarda “Mesele Boğaziçi değil sen hala anlamadın mı?” şeklindeki gezi eylemlerine atıf yapan pankartlar açılmakta gecikmedi. Böylece Boğaziçi’ndeki protestolar rektör atamasının çok ötesine geçmiş oldu. Bu süreçten sonra olaylar, Soros destekli Gezi provokasyonuyla paralel gitmeye başladı.

Bilgi kirliliği tam gaz

Polisin kalabalığı dağıtmak için “Birlikte yürümeyin, aşağıdan” diye bağırmasını, “Aşağı bak” dedi, “Aşağı bakmayacağız” gibi sloganik cümlelere çevirerek, Atatürk’ün göklere bakan fotoğrafının elden ele dolaştığı bir ortam düşünün... Bunun yanına bir de polis şiddetiyle ilgili yalan yanlış manipülasyonları ekleyin... Kaçak Can Dündar’ın “Gençlerin üzerine polis helikopterinden ateş açılıyor” yalanı gibi, “Arkadaşlarımızı 1,5 saattir ters kelepçeyle bekletiyorlar. Su istiyorlar verilmiyor. Biri camı buğulandırıp ambulans yazdı, dikkate alınmadı” ifadelerinin nasıl da buram buram provokasyon koktuğunu anlarsınız. Polis şiddetine dair yapılan manipülasyonlar, gezide olduğu gibi eylemleri daha da kitleselleştirmek amacıyla yapıldığı açık, ama yılan aynı delikten iki kez ısırılmaz.

 Rektör ataması bahanesiyle başlayan protestoların hangi boyutlara geldiğinin en güzel örneğini, geçen akşam bir kızımızın eline tutuşturulan bildiri net bir şekilde ortaya koydu.
Rektör ataması bahanesiyle başlayan protestoların hangi boyutlara geldiğinin en güzel örneğini, geçen akşam bir kızımızın eline tutuşturulan bildiri net bir şekilde ortaya koydu.

Rektör ataması bahanesiyle başlayan protestoların hangi boyutlara geldiğinin en güzel örneğini, geçen akşam bir kızımızın eline tutuşturulan bildiri net bir şekilde ortaya koydu. Gezi eylemlerinde Taksim Dayanışma Platformunun, 3. Köprü, 3. Havaalanı, Kanal İstanbul’un yapımını durdurma istekleri gibi, Boğaziçi eylemcilerinin de bildirisinde şunlar yer alıyordu: “Seçilmiş belediye başkanları, güvenlik hassasiyetleri nedeniyle hapistedir. Erkeklik değerleri incindiği için, onlarca kadın ve LGBT+ şiddete maruz kalmaktadır. Patronların hassasiyetleri nedeniyle tüm grevler yasaklanmakta, ertelenmektedir. Bizim tarafımız hep mücadele edenlerin tarafıdır. Direnişimiz, gözaltılarınıza, tutuklamalarınıza, baskılarınıza ve saldırılarınıza boyun eğmeyiz.”

Clubhouse eylemlerin motoru

Boğaziçi eylemleri başladığında, gökten düşer gibi bir anda hayatımıza Clubhouse sosyal medyası girdi. Twitter gezi eylemlerinin motoru olduğu gibi, Clubhouse da Boğaziçi eylemlerinin motoru olmaya aday. Son günlerin gözde uygulaması Clubhouse’da Boğaziçi eylemleriyle ilgili kurulan odalarda an be an yaşananlar paylaşılıyor, sol-kemalist kesimin sanatçı, siyasetçi ve gazetecileri ise bu odalarda halkı galeyana getirmek için konuşmalar yapıyor. Boğaziçili olup olmadığını tespit için aksan kontrolü bile yapılan bu odalarda, kendilerinden olmayana söz hakkı tanınmıyor. Eylemler konusunda yapıcı eleştiriye dahi tahammül edilmediği gibi, 12 Eylül’ün Ziverbey Köşkü hayali kuranları da var. “Vatan emniyetteyiz, çocukların başına bir şey gelmesin diye bekliyoruz” diyenlere “kişi kendinden bilir işi” demekten başka bir şey gelmiyor akla.

“Boğaziçi eylemleri hakkında sen ne düşünüyorsun” başlığıyla biz de bir oda kurarak, operasyonel odalarda konuşamayanlara söz hakkı verdik. Eylemlere karşı olanın da, haklı bulanın da katıldığı odada, sansürsüz konuşmalar yapıldı. Eylemleri haklı bulanların en büyük motivasyonunun Erdoğan düşmanlığı olması bizi yine yanıltmadı. Üstelik yine kulaktan dolma bilgiler, yine işine gelene kör ve sağır tutumlar...

Boğaziçililik kibri

Eylemleri haksız bulanlar ise, tüm üniversitelere aynı şekilde rektör atanırken, Boğaziçi’nin karşı çıkmasını “Boğaziçili kibri” olarak yorumluyor. Malum, Boğaziçi en iyi üniversitelerimizin başında geliyor. Ancak 1863 yılında Robert Koleji olarak kurulan, 1971 yılında Boğaziçi Üniversitesi’ne dönüştürülen kurum, adını duyuracak önemli bir işe imza atmış değil. Dünya genelinde ilk 500’ün içinde olmasıyla gurur duymakla yetiniyor. Oysa ilk kez bir rektör, ilk 100’ü hedefliyor, ama yine de rektörlük için uygun görülmüyor. Boğaziçi, ODTÜ gibi gözde kurumların akademik kadrolarında değil muhafazakâr, sağ kesimden akademisyenin bile olmaması, eleştirilen konular arasında.

İngiliz-Yahudi işbirliği bir kurum olan Robert Koleji’nden dönüştürülen Boğaziçi Üniversitesi’nin, Erdoğan’a karşı muhalifleri destekleyeceği sözünü veren Jeo Biden’ın göreve geldikten sonra karışması tesadüf olmasa gerek. Nitekim Amerika Dışişleri Bakanlığı’nın Türkçe olarak yaptığı kabul edilemez açıklama, Boğaziçi’ndeki protestonun ucunun nerelere gittiğinin en büyük göstergesi. Evet mesele rektörlük değil, biz bunu çoktan anladık da, siz niye aynı oyunu oynamaktan usanmadınız, en büyük mesele bu.

Rektörlük ataması nasıl yapılıyor?

  • Üniversitelere rektör atanması, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra kurulan Yükseköğretim Kurumu'yla (YÖK) başladı ve 35 yıldır uygulanan rektörlük seçimleri kaldırıldı. Muhtemelen amaç, resmi ideolojiye karşı birinin rektör seçilmesini engellemekti. Zira 80 darbesine kadar resmi ideolojinin yetiştirdiği zihniyet yavaş yavaş yer değiştirmeye başlamıştı bile.
1992'de rektörlerin belirlenme sürecini düzenleyen kanun maddesi değişti ve seçimler geri getirildi.

Kanuna göre, devlet üniversitelerinde rektör adayları, profesör unvanına sahip akademisyenler arasından önce öğretim üyeleri tarafından seçiliyor, daha sonra YÖK, adayların üçünü Cumhurbaşkanının onayına sunuyor, en sonunda Cumhurbaşkanı bu üç aday arasından bir rektörü atıyordu. Rektörler 4 yıllığına görev alıyor ve en fazla iki dönem bu görevi yürütebiliyordu.

Malum 15 Temmuz 2016 FETÖ’cü darbe girişimi birçok olayda olduğu gibi rektör atamaları konusunda da değişikliğe gidilmesine yol açtı. Zira üniversiteler de birçok kurum gibi FETÖ’nün at koşturduğu mekânlar haline gelmişti. Bu durumu değiştirmenin yolu, rektörlük atamalarının değişmesinden geçtiğine karar verildi. 2016’da çıkartılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile devlet üniversitelerinde rektör YÖK tarafından önerilecek üç aday arasından Cumhurbaşkanınca atanmaya başlandı. Vakıf üniversitelerinde ise rektör, mütevelli heyetinin belirlediği adaya YÖK'ün olumlu görüş vermesinin ardından Cumhurbaşkanı tarafından atanıyor.