Evlad-ı Şehr-i Azad’ın 1001 sayı hikâyeleri

Gerçek Hayat’ta okuduğum kimi yazılarda gerçek, parlak bir zekâ ürünü olan mizah buluyordum.
Gerçek Hayat’ta okuduğum kimi yazılarda gerçek, parlak bir zekâ ürünü olan mizah buluyordum.

Bin sene önce bir Şehrazat varmış. Hayatta kalabilmek için hareminde bulunduğu zâlim hükümdara masallar anlatıyormuş ve hayatta kalabilmiş. Onun medeniyyet karnından çıkan evlatları da yedi iklime dağılarak, yine de söz sanatıyla derdini anlatarak, kimliğini koruyarak hayatta kalabilmiş.

Tarih boyunca yedi iklimin zâlimleri sözünü duyurmayanı, anlatarak kendini tanıtmayanı sessizce kesiyorlarmış. Şehrazat’ın torunları, ilk başta unutulmaz bir sevgi gecesi vaad ederek susturmaya çalışacaklarını biliyorlarmış. Bu olmayınca tehditlerle uyutmaya çalışacaklarını... Sonunda sözünü duyurmada israr edenin hikâyesini duymak zorunda olacaklarını... Söz su gibidir; bir yerlerde yolunu bulup akar, durdurulamaz. Hele de gerçek söz, hakikatin sözü...

O YILLARDA ÜMİDİM YOKTU

Yıllar önce, Türkiye’nin satranç tahtasındaki taşları farklı konumlarda iken, Hakan Albayrak bana, Hakanca bir heyecanla: ‘Abla, yeni bir dergi kuruyoruz’ dedi. ‘Böyle olacak, öyle olacak, idealist bir dergi... Adı Gerçek Hayat.’ Ondan sonra söylediklerini pek de dinlemedim, daha doğrusu, ciddiye almadım. Hakan’ın dergi tutkusu bir başka... Hayalperest diyeceğim kadar idealist bir gençti Hakan kardeşim. Yazarak, söz sanatıyla insanların nazariyesini değiştirebileceğine, kendi konumunu belirleyebileceğine inanan biri. O yıllarda öyle bir ümidim yoktu. Belki savaşta veya savaş sonrası mücadelelerde bir yerde sessizce kaybolmuş, iğer ümitlerimle birlikte toplu mezarlığa, meçhul yere gömülmüştü.

İslamiyet’in zindan olmayıp özgürlük vadisi olduğu fikrini de ümitlerimle birlikte feda ettim.
Hatta Türkiye ziyaretlerimde Mine Sota’nın yazılarını okumak ritüellerimden oldu.
Hatta Türkiye ziyaretlerimde Mine Sota’nın yazılarını okumak ritüellerimden oldu.

VARLIKLARINI KORUYABİLMİŞLER

Özel bir şeydi inancım. Dışa vurduğum fikirlerden alakasız. Mütedeyyin biri olarak toplumda tercihime saygınlık kazandırmadan, o toplumdaki yerimin olup olmadığını sormamıştım. Fakat bu sefer “Özgürlük Şehri Çocukları” kendi dilleriyle kendi hikâyelerini yazmaya başlamışlar. Artık masal vakti değil demişler, kendi bakış açılarından gerçek hayatlarını yazmışlar: Selahattin, İbrahim, Tarık... Kimliklerini dile getirerek varlıklarını koruyabilmişler. Şehr-i Azad çocuğunun aynı zamanda İbnü’l- vakt olduğunu ispatlamışlar.

ÖZGÜRLÜK ŞEHRİ EVLATLARI

Yine -belki pot kırarım- Gerçek Hayat’tan önce takip ettiğim İslamcı yazarların çoğu somurtkan, mizahla espriyle alakası yokken, mizah adına bir şey karalayana keşke yazmasaydı diyesim gelirken, Gerçek Hayat’ta okuduğum kimi yazılarda gerçek, parlak bir zekâ ürünü olan mizah buluyordum. Hatta Türkiye ziyaretlerimde Mine Sota’nın yazılarını okumak ritüellerimden oldu. Müslüman dediğimiz tüm kötülüklere, pisliklere, sapmalara özgürce gülüyor, onları eleştiriyor, onlarla alay ediyordu. Hayatta kalabilmek için; varlığını, zihnini koruyabilmek için. Ortamında tavrını da, konumunu da belirtmek için. Ömer Lekesiz, Ali Ayçil, merhum Akif Emre, İbrahim Tenekeci...

Bu dergide yazmaya başlamadan marka olan, fikirlerini içerik ve estetik açısından ifade etmesini bilen Özgürlük Şehri evlatları.
Gerçek Hayat Dergisi'nin Genel Yayın Yönetmeni Kemal Özer...
Gerçek Hayat Dergisi'nin Genel Yayın Yönetmeni Kemal Özer...

GERÇEKLERİMİZİ İFADE ETMEMİZ GEREKİYOR

Gerçek Hayat’ın kucağında büyüyen bazı kalemler ismini duyurmuş, marka olmuşlar. Her seferinde dudağımın kenarında bir tebessümle, bir sevinçle karşılıyordum başarılarını. Üç buçuk sene önce bana da yazar kafilesine katılma teklifini çarpıcı buldum. Ülkemde, ana dilimde birkaç dergide köşe yazarlığım olsa da, sivriliğimden ve uslu olmayışımdan pek de devam etmedi. Sipariş üzerine yazan biri değilim. Eleştiririm ve de yasaklara aldırmam. Hele yabancı dilde yazmak... Peki ya sussam, sesimi nasıl duyururum? Varlığımı, konumumu nasıl belirteyim? Kemal Bey’in, Turgay kardeşimin, Sevda hanımın sonsuz anlayışlarının da katkısı var. Bazen kendi gözlerime inanmıyorum. Gerçek hayatımı yazmaya, konuşmaya, bu şekilde içimdeki ve dışımdaki zulme karşı kimliğimi korumaya devam ediyorum. Masalların, efsanelerin, romantizmin zamanı değil. Hayatta kalabilmek için gerçeklerimizi ifade etmemiz gerekiyor. Yedi İklimin Şehr-i Azat evlatları, oğul ve kızları olarak... Farklılıklarımızla, benzerliklerimizle birlikte... G/gerçek H/hayat budur. Evlad-ı Şehr-i Azad’ız çünkü. Neticede Hakan’ın hayallerinin mümkün ve gerçek olduğunu ispatlamış bulunuyoruz.