Gerçek Hayat’ta Gerçek Hayat’ı yazmak

Dergi mutfağı sahiden de acayipti. Tekrarı bir daha kolay kolay rastlanılmayacak bir iyilik, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma anlayışı hakimdi mutfakta.
Dergi mutfağı sahiden de acayipti. Tekrarı bir daha kolay kolay rastlanılmayacak bir iyilik, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma anlayışı hakimdi mutfakta.

Gerçek Hayat’ı çıkarmayı düşündüğümüzde ben gençtim. Şimdi Gerçek Hayat bir genç. Yine de dün gibi hatırlıyorum, sevgili Hakan Albayrak, Murat Zelân’ın Horhor’daki pırıl pırıl bekâr evinde bana kafasındaki dergiyi anlatmıştı. Parlak bir akşam sonrasıydı. Sözlerinden çok edasından, tavrından ve pazarlıksız coşkusundan etkilenmiştim. O ne ruhtu öyle! Yakacak kadar samimi. Gerçi kendisiyle yıllar önce, Yeni Şafak’ta çalıştığım dönemde tanışmıştık.

İş tutuş biçimi dikkat çekecek tarzda farklıydı. Yine de kafasındaki dergi, anne karnındaki oğluydu. Son derece gerçekçi ama aynı zamanda da iç tutuşturucu bir edayla bana da sevdirmişti doğmamış çocuğunu.

Yazılarından tanıdığım Gökhan Özcan’la yakınlaştık ardından. Yani Gerçek Hayat’ın iki banisiyle derginin Okmeydanı’ndaki ofisinde gece yarılarına kadar harıl harıl çalışmaya başladık. Evet, hepimiz gençtik ama gene de insan biraz olsun yorulmaz mı? Ya Gökhan Özcan’ın yakası açılmamış bir esprisi giderirdi yorgunluğumuzu veya Hakan Albayrak’ın sıcak ve kimselerde göremeyeceğiniz hasbi bakışı... bir cümlesi... yahut da sadece edası.

AMERİKA MEKTUPLARI

Biz mi? Murat Zelân, Murat Menteş, Numan İlhan ve öbür arkadaşlarla harıl harıl hayalimizdeki dergi ile imkânların arasındaki dengeyi bulma gayretindeydik. Ve beklentilerin.

Taa Amerika’dan da bir destekçimiz vardı. Evet, Mehmet Efe’den bahsediyorum. Ve Amerika Mektupları serlevhalı yazılarından. Bir hatıratperver ve bir seyahatname tutkunu kimliğiyle söylüyorum, Mehmet Efe’nin Amerika Mektupları bambaşkaydı benim için. Büyük bir keyifle okurdum yazılarını.

Galiba o yazıların kıymetini yazarı bile takdir etmekten uzak. Onların kıymetini kavrayacak bir yayıncı çıkar mı, bilmem.

Çok eskiden yapmış olduğum bir Kültür Sanat sayfası...
Çok eskiden yapmış olduğum bir Kültür Sanat sayfası...

KÜLTÜR SANAT NE DEMEK?

Harıl harıl çalışıyorduk. Öyle ya, uzun vakitlerdir sahipsiz kalmış gençliğe seslenecektik. Göründüğü kadar kolay değildi bu. Ben kültür-sanat editörüydüm; yani yıllar sonra en üst perdeden kısmen ifade edilse dahi hâlâ gereği yapılamayan ama gene de herkesin kendini uzman bellediği sahanın. Kültür-sanat demek, arkadaşlarımızın çıkan kitaplarına dair okumaya bile zahmet etmeden, arka kapak yazısından hareketle kotarılmış yazıların yayımlandığı sayfalar demekti çoğumuza göre. Ha, bir de belediyenin en banal etkinliklerini haber kılığında pazarlamak.

Yani ne yapmak istediğimin de, muhataplarımın da ve çok daha önemlisi beklentilerin de farkındaydım. Galiba az-çok bir ortak payda bulduk. Beni pek az ama dergi yönetimini de, okuru da memnun eden bir payda.

Deneme baskımız... İlk sayıların heyecanı... Herkes kendi zihnindeki gazetecilik anlayışını sorumluluğundaki sayfalara aktarma peşindeydi.

Evrime inanmadığını söyleyen bizler, kendi hayatımızda sık sık böylesi ‘evrim’lere tanıklık ediyoruz.
Evrime inanmadığını söyleyen bizler, kendi hayatımızda sık sık böylesi ‘evrim’lere tanıklık ediyoruz.

HAKAN ALBAYRAK FARKI

O dönemden en çok hatırladığım, Hakan Albayrak’taki, kimseleri ezme ihtiyacı hissetmeden ama bir şekilde muhatabını ikna etme tarzı. Ve icap ettiğindeki esnekliği. Tartıştığı muhatabının gözünün içine baka baka “Haklısın.” diyebilme yüceliği. Doğrusunu söylemek gerekirse sonraları muadilini de pek görmediğim bir incelikti bu. En çok da müslümanların ihtiyaç hissettiği.

Niçin müslümanların? Çünkü genel manâsıyla iş hayatında kurallar, iş ahlâkı filân belli bir miktar oturmuş durumda. Hele de şirket kapitalist piyasa şartlarına göre bir miktar palazlanmışsa.

Ama ‘mahallede’ öyle mi? Biz hâlâ kimin ne olduğunu ancak bir koltuğa oturduğunda görmeye devam ediyoruz.

Evrime inanmadığını söyleyen bizler, kendi hayatımızda sık sık böylesi ‘evrim’lere tanıklık ediyoruz. Ve Gökhan Özcan ile Hakan Albayrak arasındaki o pek az insanda görebileceğiniz ortak iş tutuş biçimi, bir nevi senkronizasyon. Ruhi ve hissi ahenk. Gerçek Hayat’ın ilk yıllarının mayasının sırrı.

Dergi mutfağı sahiden de acayipti. Tekrarı bir daha kolay kolay rastlanılmayacak bir iyilik, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma anlayışı hakimdi mutfakta. Gökhan Özcan Ankara’dan gidip geldiği için hâliyle biz daha çok Hakan Albayrak’la muhataptık. O bereket rüzgârını estirmede ne de güzel nöbetleşiyorlardı.

MAKAS FARKI

Derginin ilk sayıları çıkar çıkmaz Türkiye’nin her yanındaki gençler tarafından büyük bir sahiplenme, bağra basılma yaklaşımı. Şahsen bu kadarını ummamıştım doğrusu. Yankı bulacak bir dergi hazırladığımızın elbette farkındaydım ama gençlerin sesimize böylesi büyük coşkuyla karşılık vereceğini beklemiyordum. Meğer bütün öbür malâyani alâkalarına rağmen gençler, o alâkalarından çok daha fazla sahiplenecekleri bir sadaya hazırmış. Meğer Sebilürreşad, Büyük Doğu, Hareket, Serdengeçti, Diriliş, Mavera ve Edebiyat gibi dergilerle kendini idrak eden insanların çocukları ve torunları, babalarının ve dedelerinin ruh ve zihin dünyalarına seslenen o dergilerin kendi dönemlerindeki bir benzerini içten içe aramakta, beklemektelermiş.

İyi ama bu cümle, yukarıda zikredilen dergilerle Gerçek Hayat’ı bir ve aynı kefeye koymak değil mi? Şöyle değil!

Elbette zikrettiğim dergilerin meşrebi de, muhtevası da, muhatabı da birbirlerinden fazlasıyla farklı. Yine de bana göre bir ortak paydaları var: İnandığı hakikati, bildiği doğruyu, sezinlediği gerçeği muhataplarına belli bir anlayış ama aynı zamanda belirgin bir anlatış yetkinliğiyle aktarabilme mahareti.

Zikrettiğim bu efsane dergilerle Gerçek Hayat’ın arasında çok esaslı bir fark daha var: Keyfiyet. Evet, mahiyet açısından şu veya bu miktarda Gerçek Hayat, öncülü dergilerle neredeyse bir ve aynı şeyi söylüyordu. Ama ya söyleyiş tarzı? Yahut o söyleyiş tarzının dillendirilişindeki kavrayış ve kavratış farkı? İşte bu aşamada Gerçek Hayat ile selefleri arasında, ciddi bir makas farkı vardı. Geçen zaman zarfında kimileyin azaldı bu fark, kimileyin de arttı.

Elbette her dergi kendi döneminin çocuğu.

Umalım zamanla kapanır bu makas farkı.