Her şey hak ettiğimiz kadar

İngiltere Başbakanı Boris Johnson
İngiltere Başbakanı Boris Johnson

Seçmenlerin artık Washington’da ya da Londra’da güçlü bir duruşu kaldı mı? Hillary Clinton Trump’tan üç milyon fazla oy almasına rağmen seçimleri kaybetti. George W. Bush da oyların çoğunluğunu alamadığı halde iktidara gelmişti.

Şaşırtıcı zamanlardan geçiyoruz. Ben bu yazıyı kaleme alırken İngiltere Başbakanı Boris Johnson, Yüksek Mahkeme’de bir davanın merkezinde idi. Ve bu durum TV’lerden canlı yayınlanıyordu. Johnson, Brexit uğruna Parlamento’yu askıya alarak bir diktatör gibi davranmakla suçlanıyor. Başbakan sadece hükümeti yasadışı yoldan kapatmakla suçlanmıyor, aynı zamanda bu uğurda Kraliçe’ye yalan söylemekle itham ediliyor.

Brexit konusunda ısrarcı Başbakan ise kararlı bir şekilde İngiltere’yi 31 Ekim’de anlaşmalı veya anlaşmasız Avrupa Birliği’nden çıkarma sözü veriyor.

Mesele, davanın sonucu her ne olursa olsun gündemde kalmaya devam edecek. Brexit’in zamanlaması ve geleceği başka bir mevzu. Bir siyasetçinin tabutuna çakılmakta olan çividen bahsediyoruz.

Boris Johnson, Theresa May’in istifası sonrası kısa sürede İngiltere’yi batağa sokmayı başaran bir Başbakan olarak hatırlanacak. İşe bakın ki, Beyaz Saray işgalcisinin tuhaflıkları yüzünden Amerika’ya bakıp kahkaha atarken bin beteri başımıza geldi. Artık bizim de nur topu gibi İngiliz versiyonu bir Trump’ımız var. Bir zamanlar Batı’ya bakıp demokrasimizi yüceltenler şimdilerde üzerimize gülmekle meşgul. Popülizm yıpratıcı etkisini üzerimizde fena halde gösteriyor.

Berlin Duvarı’nın yıkılmasından bu yana ivme kazanan demokrasi ibresi teklemeye başladı. Bölünmeler ve çatlaklar siyasi partileri zorluyor. Örneğin Capitol Hill’de ABD Başkanı Trump’ın yaptıklarından son derece mutsuz birçok Cumhuriyetçi var. İngiltere’de ise Johnson’ın partisine mensup Muhafazakârlar adeta bir iç savaşa dalmış gibi görünüyor.

Seçimi kazananlar beş yıllığına iktidar koltuğuna kurulurken halkın iradesiyle iktidardan mahrum bırakılan ‘yenilmişler’ aynı zaman diliminde muhalefet sıralarından somurtup iktidara laf yetiştirmekle vakit harcıyor.

Halkın idaresi dedik de, seçmenlerin artık Washington’da ya da Londra’da güçlü bir duruşu kaldı mı ki? Hillary Clinton yanlılarına bakarsan Trump’tan üç milyon oy fazla almasına rağmen 2016 seçimlerini kaybetmesi çok şey söylüyor. Yine hatırlayın, George W. Bush 2000’li yıllarda oyların çoğunluğunu alamadığı halde nasıl da iktidara gelmişti.

Şu var ki, seçmenlerin çoğu Boris Johnson’ı Başbakan olarak seçmedi. Johnson 92 bin üyeye sahip elitist sağ kanadın ve çoğunluğu erkek olan Muhafazakâr Parti üyelerinin oylarıyla seçildi. Avrupa Birliği’nden ayrılma planıyla meşgul Johnson İngiltere sokaklarını böldü, aileleri bile darmadağın etti.

PEKI, BREXIT’E KIM OY VERDI?

İskoçya ve Kuzey İrlanda’daki seçmenlerin çoğunluğu Brexit lehine oy kullanmadı. Şu anda birlikten ayrılıp İskoçya ve Birleşik İrlanda olarak kendi yollarına gitme kozunu ellerinde taşıyorlar. Birleşik Krallık’taki her parti referandumun olası sonuçlarını düşünerek oy verdi. Bu yüzden Brexit yüzde 51,89 oy aldı. Yüzde 48,11’lik kesim ise AB’de kalmayı seçti.

Brexit’in lehine oy verenlerin bir kısmı, AB’yi terk etmenin faturasını idrak etti. Bu yüzden yeni bir referandum talebi var. Görüldüğü üzere demokrasilerde çoğunluğun iktidarı her zaman iyi bir şey değilmiş.

Zaten Başbakan Johnson’ın önümüzdeki beş hafta boyunca Meclis’i askıya alma planı demokrasiden ziyade diktatörlüğe yakın duruyor. Görülen davanın sonucu her ne olursa olsun, İngiliz demokrasisi ciddi bir yara aldı. Halk, seçilmemiş bir başbakanın demokratik teamülleri nasıl felç ettiğini sorguluyor. İyice anlaşıldı ki, başbakan parlamentoyu nihai hedefine engel olarak görüyor.

İrlandalı edebiyatçı ve aktivist George Bernard Shaw ne demişti: “Demokrasi, hak ettiğimizden daha iyi yönetilmeyeceğimizi garanti eden sistemdir.”

Bu durumda mevcut İngiliz hükümetini hak etmek için seçmenin ne yaptığı tam bir merak konusu.