İngiltere’yi Yahudiler ve İskoçlar yıkacak

İngiltere’yi Yahudiler ve İskoçlar yıkacak.
İngiltere’yi Yahudiler ve İskoçlar yıkacak.

18. ve 19’uncu asra ‘İngiliz asrı’ demekte elbette beis yok. 1775-1783 Amerika savaşında yenilen İngilizler istikametini Asya’ya çevirdi ve Büyük Hindistan’ın tümünü sömürgesi hâline getirdi. Resmî ‘sömürge çağı’ açısından büyük ehemmiyet taşıyan bu durum yeni bir dönemin de başlangıcı oldu. İngilizler, Kuzey Amerika güçlerine yenilse de dünyanın tartışmasız lideriydi. Başka pek çok gerekçe ileri sürülse de Birinci Cihan Harbi şüphesiz Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırmaya yönelik bir İngiliz-Yahudi planıydı. Denizlere uzak olması ve başka nedenlerle Almanlar sömürgecilikte geç kalmıştı. 1871’de kurdukları ‘Alman İmparatorluğu’nun verdiği hazla sömürgeler ve neft (petrol) yataklarında söz sahibi olma konusundaki hırsları İngilizleri tedirgin ediyordu.

Winston Churchill.
Winston Churchill.

Abdülhamid Han’a 1909’da yapılan sabetaycı-mason darbesi sonrasında yönetimi İttihat ve Terakki devralmış; ahmaklıkları ve ihanetleri sayesinde Osmanlı’yı Birinci Cihan Harbi’ne sokmuşlardı. Bu sayede de koskoca devletin topraklarından 40’dan fazla devletçik çıkarılması bir yana, yedi düvelle on seneyi aşkın bir savaş yüzünden erkekleri yok edilmiş, madden ve mânen çökertilmişti.

Her ne kadar İttihatçılar, Almanya safında savaşa girseler de mason olmaları nedeniyle Fransa ve İngiltere’ye intisaplı, sabetaycı olmaları nedeniyle de ruhen bir Yahudi devleti olan İngiltere’ye her açıdan bağlıydılar. Zahirdeki hâl aksi gibi gözükse de özde durum tümüyle böyleydi.

Bir ihanet çetesi olan İttihatçıların İngilizlerle aynı safta savaşa girmeleri de tarafsız kalmaları da neredeyse imkansızdı. Çünkü izah edilen nedenlerle bunu yapabilecek bir irade de söz konusu değildi. Ayrıca İngiliz zâten Osmanlı ile savaşıyordu.

Yahudileri Avrupa’dan def etme oyunu

Bir yandan Batı Yahudilerden bunalmış, diğer taraftan da siyonizmin arz-ı mevud hayâli depreştirilmişti. Zayıf düşen Osmanlı’ya ait Filistin’de kurulacak bir Yahudi devlet ile Avrupalı Yahudiler başlarından def edilebilirdi.

Zâten İngiltere, İtalya, Rusya, Almanya ve Türkiye gibi pek çok ülkede diktatörler dönemi çoktan başlamıştı. Filistin’de bir Yahudi devleti kurmak zor değildi ama orada devlet kuracak kadar Yahudi yoktu.

2. Dünya Savaşı.
2. Dünya Savaşı.

Kim bu İngiliz?

Batı’da refaha alışmış Yahudileri hiç tanımadıkları bir yere, üstelik savaşın içine itmek kolay değildi. Ayrıca İngiltere pek çok kolonisini kaybetmiş, maddî mânâda zayıflamış, mânen de yıkımın eğişindeydi. Churchill bu durumu şu cümlelerle itiraf ediyordu: “2. Dünya Harbi İngiltere’nin son en güçlü zamanı olmuştur.”

Mark Sykes’in tercümanı Şamlı İsa bile İngiliz’in geleceğinden ümitli olmadığını Bağdat yolculuğu sırasında -Sykes Picot Anlaşması’nın İngiliz ayağı olan- Sykes’e şöyle anlatıyordu: “Artık hiçbir İngiliz hiçbir şeye inanmıyor. Her şeye ve herkese gülüyor. Her şeyin saçma olduğunu ve Allah diye bir şeyin olmadığını söylüyor. Bu rezilliktir ve eğer İngilizler böyle davranmaya devam ederse Allah, milletinizi, gemilerinizi ve yöneticilerinizi alaşağı edecek…”

Birkaç asırlık hükümranlık İngiliz’i yormuştu. Gerçi ‘İngiliz’ denilen bir millet de yoktu. Keltler, Romalılar, Vikingler, Normanlar ve Anglo Saksonların karışımı köksüz ve nesepsiz bir kavim. ‘Britanya’ adı ise adaya Romalıların taktığı bir isimdi. Anglo Saksonların telaffuz değişimiyle England ortaya çıkmış yani İngilizler oluşmuştu.

Özellikle Almanya kökenli çoğu ateist/pagan Yahudi bankerler, 18. asırda İngiltere’yi mesken edinmiş, bununla da yetinmeyerek zâten İngiltere’yi örgütlü kötülüğün merkezi haline getirmişlerdir. Bu süreçte farklı kavimlerin üstünden geçtiği İngiliz, ruhunu da Yahudi’ye satarak iyice soysuzlaşmış dolayısıyla da merhametsizleşmişti.

Mütercim İsa’nın Yahudi tarifi

İngiltere’yi güçlü kılan şey, büyük bir ada oluşu ve adayı savunmak için dev bir donanma kurmayı başarmasıydı. Şamlı mütercim İsa, İngiliz’in dışında Yahudi tarifi de yapmış ve Mark Sykes’in ‘Beş Türk Eyaletine Doğru’ adlı kitabında belirttiğine göre “Yahudilere gelince onlar dünyanın geri kalanından daha aşağı, daha kirli, daha vahşidir. Ayrıca onlar Ruslar gibi edepsiz, Ermeniler gibi hırsızdırlar…” demişti. Bu tariften sonra içine Yahudi’nin kaçtığı İngiliz’i düşündüğünüzde oyun ve vurgunun büyüklüğünü tarif, sanırız daha da kolaylaşacaktır.

Bunca şey neyin uğruna yapılıyordu?

Benito Mussolini.
Benito Mussolini.

Batının Birinci Cihan Harbindeki başarısı, Avrupa’yı içindeki Yahudi’yi kusmaya itti. Bunun için pek çok ülkede de önce diktatörlükler tesis edildi ve tüm diktatörler Yahudi, Yahudi kökenli veya çevresi Yahudilerce kuşatılmış kimselerden seçildi.

Mesela Guardian gazetesinin tarihçi Peter Martland'a dayanarak verdiği habere göre, İtalya’nın faşist lideri Mussolini 34 yaşında gazeteciyken, 1917 yılında MI5 hesabına çalışıyor ve İtalya'nın 1. Cihan Savaşında müttefiklerin safında kalması yolundaki kampanyada faaliyet göstererek, İngiliz istihbaratından haftada 6 bin 400 sterlin rüşvet alıyordu. Ayrıca Mussolini’yi komünizme set bahanesiyle İngiltere iktidarı getirmişti.

Kadınlarını peşkeş çekenler

İnönü, Yahudi Cemaati lideri Hayum Nahum ve Rıza Nur ile Lozan’ın yolunu tutmuştu. Varır varmaz, İngiliz ajanı Clare Sheridan’ı İnönü’nün gece hayatı için tahsis ettiler. “Sade Türk Kahvesi” adıyla Türkçe hatıratı da bulunan heykeltıraş, Winston Churchill’in yeğeni alımlı genç kız Clare Sheridan, Roma, Moskova ve Ankara’da liderlere yatak arkadaşlığı yapar. Bahane heykellerini yapmak… Bu ise bildik bir Yahudileşmiş İngiliz taktiğidir.

‘Çöl Kraliçesi’ lakaplı Gertrude Bell ve daha nicelerini de 20. asrın başında Arap coğrafyalarında ağaların yatağına göndermiş, zaaflarını, düşmanlıklarını, ihtilaflarını birinci ağızdan yatak muhabbeti evveli ve sonrasında toplamış, bu minvalde Bell’e masa başında yeni devletçiklerin ihtilaflarla dolu haritalarını çizdirmişti. Sevgilisi Çanakkale’de ölen Gertrude Bell sanki ölümün müsebbibi Türklermiş gibi iflah tam bir Osmanlı düşmanıdır.

Gertrude Bell.
Gertrude Bell.

Soykırım için yola çıkmadılar

Derin Tarih Dergisi için yazdığı makalesinde Norman Stone şöyle diyordu: “Mussolini başlarda bir Yahudi düşmanı değildi, asıl düşmanı Katolik Kilisesi’ydi, ancak Hitler’i taklit ederek Yahudi düşmanlığını da benimsedi. Hitler’in bu fikre nereden kapıldığı hâlen bir muammadır. Başarılı bir biyografi yazarı olan ve el yazmalarını gören Brigitte Hamann’a göre Hitler 1. Dünya Savaşı’ndan önce Viyana’dayken Yahudi düşmanı değildi.”

Ayrıca Lenin’de annesi Hitlerin babası da bir Yahudi’ydi. Stalin ise Gürcü görünümlü Pakraduni olduğunu dile getirenler var. Anası veya babası Yahudi olan birisi durduk yere neden ‘Yahudi düşmanı’ kesilebilirdi? Ya Yahudi düşmanlığı yalandı, yâhut da altta yatan başka bir hesap vardı.

Neticede işin gerçeği ‘Yahudi soykırımı’ değildi. Zâten öldürüldüğü belirtilen Yahudiler konusundaki tüm rakamlar da çelişkiliydi. 2. Cihan Harbinde katledilen 85 milyon kişiden hiç söz etmeyenler, birkaç yüz bin Yahudi için bir asırdır ‘soykırım’ tellallığı yapıyordu. Ayrıca buna katılmayan herkesi de “Yahudi düşmanı” olarak fişleyip cezalara çarptırıyordu.

‘Yahudi soykırımı’
‘Yahudi soykırımı’

Oyun içinde oyun

Yalanlarla başlayan 1955’deki 6-7 Eylül Hâdiselerinin ardından Rum ve Yahudi göçü gerçekleşti. Pek çok Yahudi Filistin’e taşındı. MGK Genel Sekreterliği de yapan Sabri Yirmibeşoğlu o günü şöyle özetleyecekti: “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.” MİT eski Müsteşarı Fuat Doğu’nun “MİT Müsteşarı değil, CIA'nın şube müdürüydüm” itirafını ve Özel Harp’in NATO kontrollü bir yapılanma olduğunu eklemek de yarar olsa gerek.

Bu oyunlar bitti mi? Elbette bitmedi. 7 Ocak 2015’de Fransa’da Charlie Hebdo saldırısı yaşandı. Önce sapık Charlie Hebdo, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e saldırdı. Sonra Rothschildler, Charlie Hebdo’yu kanatları altına aldı. Müteakiben Musevi saldırısı ve orta halli Yahudilerin özel törenlerle Filistin’e taşınması gerçekleşti.

Sigma’nın amacı neydi?

Romanları ile meşhur Roberd Ludlum ‘Sigma Protokolü’ adlı eserinde çok ilginç şeyler anlatır ve İngiliz-Yahudi Ortaklığı olarak da anlaşılabilecek olan Sigma’yı şöyle tarif eder: “Sigma, güçlülerin nasıl düştüklerinin, düşenlerin ise nasıl güçlendiklerinin hikâyesidir. Hiçbir zaman anlatılmaması gereken bir hikâye, anlıyor musun? Hiçbir zaman…

Maddi dünya irademize boyun eğiyordu, politik dünya neden eğmesindi?

Herkesçe bilinen tarih büyük ölçüde bir senaryodur. İşadamlarından, finans uzmanlarından ve sanayicilerden oluşan bir topluluk tarafından yazdırılan, müttefikler tarafından uygulamaya konulduğunun başkaları tarafından öğrenilmemesinin ne denli bir karmaşaya yol açacağı gerçekler… Sigma tarafından senaryolaştırılmıştır ve bütün tarih kitapları baştan yazılmalıdır.

Sigma’nın gizli toplantısı İsviçre’nin kırsal bir şehrindeki şatoda yapılıyordu. Güvenlik olağan üstüydü. Hep birlikte kontrol ettikleri varlıklar, dünyanın çoğu ülkelerinin gayrisafi hasılasını aşan adamlar… Bu adamlar önemliydiler ama gerçekten birer sözcüden başka bir şey değillerdi. Gerçek gücü elinde tutan adamlar bir uzun maun masanın etrafında oturuyorlardı.

Roberd Ludlum.
Roberd Ludlum.

Gerçek kukla ustaları onlardı ve tarihin yönetilmesi lazımdı. Sonsuza dek güvende olacağı bir gezegen yaratma gereğine birbirlerini inandırmışlardı. Devrimler katre katre gerçekleştirilmesi lazımdı. Bir bölümü cinayetlere yoğunlaştı. Sigma sadece modern dünyanın tümünü biçimlendirmeye çalışıyordu. Tarihe sahip olmaktan daha azıyla yetinemezdi. Tek bir inanca bağlıydılar: Akılcılığa… Ve Sigma başardı.

Almanua, finans çevrelerinde bir efsane olmuştu. Bir dâhi olduğu söyleniyordu. Ama bir Yahudi’ydi. Savaşın başlarında Yahudiler ölüm kamplarına yollandıkları sırada ona Rothshild Bankasında çalışma fırsatı verilmişti. Nazilerin müttefiklerin ablukasını kırmalarına imkân verecek karmaşık finansal düzenlemeler yapacaktı. SS unvanı ona kamuflaj olarak verilmişti.

Churchill ve Roosevelt bile…

Biliyor musunuz, Himmler onlara bir teklifte bulunmuştu. 1944 Mayıs’ında. Müttefikler onlara her 100 Yahudi’ye karşılık bir kamyon verdiği takdirde, bütün Yahudileri müttefiklere satmaya hazırdı. Naziler bütün gaz odalarını sökeceklerdi. Kamyonları ise Ruslara karşı kullanacaktı.”

Peki, kurtarılan Yahudilere ne olmuştu?

Roberd Ludlum bunu da izah ediyor, İtalya ve İspanya’ya götürülmüş, oradan da gemilerle Filistin’e taşınmıştı.

Ludlum “Anlayın artık CIA asla kendi ellerini kirletmez” diye yazsa da siz onu CIA değil, İngiliz ve Yahudi diye okuyun. Çünkü o tarihte henüz CIA yoktu.

Franko’nun Yahudilere hizmeti

Ludlum’un yazdıkları doğruydu. Çünkü Filistin’e transfer edilen Yahudilerin taşınma güzergahı İspanya idi. İspanya diktatörü General Francisco Franco hem ülkesindeki Yahudileri fişliyor hem de Avrupalı Yahudilerin Filistin’e gidişine izin veriyordu. Aslında izin vermiyor, kendisine emredileni yapıyordu. Guardian gazetesi bu hususta şunları yazdı: “Savaşın ilerleyen zamanlarında İspanya, Yahudiler için önemli bir kaçış yolu haline geldi.”

İsrail eski başbakanı Golda Meier ise İspanyol haber dergisi Epoca'ya verdiği mülâkatında; İkinci Cihan Harbi döneminde Yahudilerin Filistin’e taşınması konusunda sağladığı yardım ve koruma nedeniyle İspanya’ya, gerçekte de diktatör Franko’ya teşekkür etmişti.

Joaquin Turina y Areal’in Yahudilerin Sevilla’dan Sürgünü isimli eseri.
Joaquin Turina y Areal’in Yahudilerin Sevilla’dan Sürgünü isimli eseri.

Öte yandan Franco “Mayıs 1939 tarihinde yaptığı bir konuşmasında, “Yahudi zihniyetinin büyük sermaye ile Marksizmin ittifakına zemin hazırladığını” söylüyordu. Dahası Nazi propaganda Bakanı Dr. Joseph Goebbels "Savaşın sorumlusu Yahudilerdir" diyecekti.

Ayrıca Franco’nun Andor Zala ve Luis Carrero Blanco gibi sıkı Yahudi dostları vardı. Diktatörün doktoru Vicente Gil'e göre Zala, generalin çok özel bir arkadaşıydı ve onun hakkında hatıratında şöyle yazmıştı: “Kısa boylu, şişman ve oburdu. Bazıları onun Lübnanlı olduğunu, bazıları ise Alman olduğunu iddia etti ama o bir Alman Yahudi’siydi.”

Zsa Zsa Gabor.
Zsa Zsa Gabor.

Andor Zala ise Zsa Zsa Gabor’un kocası Patrik Conrad Hilton’un arkadaşıydı. Zsa Zsa Gabor 15 yaşında iken diplomat Burhan Belge ile evlenen bir Hollywood yıldızıydı. Can Dündar ise Gabor ile Mustafa Kemal ilişkisini şu cümlelerle anlatıyordu: 15 yaşındayken bir gün Karpiç’te Atatürk’le tanışmış, -kendi deyimiyle- “ilk görüşte vurulmuş, o gece onunla dans etmiş ve bir süre sonra da ilişkiye girmişti.” Bu ilişki 6 ay kadar haftalık buluşmalarla sürmüştü. Doğan Uluç, Gabor'un şunları söylediğini aktarıyor: "Atatürk'le baloda tanıştım, dans ettik. Birkaç kere de birlikte yemek yedik. Gözleri hâlâ hafızamda. Unutamayacağım bir erkekti Mustafa Kemal." Gabor ise kendi videosunda bekaretini Mustafa Kemal’e verdiğini kendisi söylüyor.

Gerçek adı Hüseyin Burhanettin Daybelge ve Murat Belge’nin babası olan bu şahıstan boşanan Gabor, Ahmet Ertegün tarafından 1942'de Hilton Otellerinin sahibi Conrad Hilton ile tanıştırılmıştı.

Diktatör Franco, Andor Zala’nın resmini çekerken.
Diktatör Franco, Andor Zala’nın resmini çekerken.

Mussolini’nin Yahudi ortakları

Siyaset Bilimci Sinan Baykent diyor ki: Bugün dünyada pek az insan İtalya çıkışlı olan “faşizm” doktrininin 1922-1938 aralığında “antisemit” olmak şöyle dursun, İtalyan Yahudileri kucakladığı ve Ulusal Faşist Konsey’in içlerine değin uzanan hiyerarşik yapının her kademesinde diğer İtalyanlar gibi varlık belirtmelerine imkân tanıdığı gerçeğini bilir. Gerçekten de İtalya'da pek çok Yahudi, 1921 yılından itibaren Ulusal Faşist Parti'ye katıldı.

Hitlercilik Avrupa’daki irili-ufaklı milliyetçilikleri “yutmadan” evvel, birçok faşist Yahudi İtalya’da bürokraside ve basında müthiş derecede etkili bir konumdaydılar. Yahudi Dr. Aldo Finzi, Büyük Faşist Konsey'in (BFK) önemli üyelerindendi ve bir dönem İçişleri Bakanı Yardımcılığı görevini üstlenmişti.

Bankacılık sektöründe oldukça parlak bir kariyer yapan Yahudi Guido Jung, Mussolini'nin 1932-1935 yılları arasında Maliye Bakanı olmuş, dahası BFK'da yer almıştı. Bir başka bankacı olan Yahudi Ettore Ovazza, Roma'ya Yürüyüş'ten başlamak üzere uzun yıllar Ulusal Faşist Parti'de faal görevlerde bulunmuş, "Nostra Bandiera" (Bayrağımız) adıyla Torino kentinde kurduğu gazeteyi de partinin hizmetine sunmuştu.”

Bu gerçeğe rağmen Mussolini İtalya’sında Yahudi tehlikeli ve saldırgan olarak resmedilip, “Yahudiler İtalya için tehlikelidir, her Yahudi ABD ile iş birliği içinde ve İtalya'nın sonunu hazırlamaktadır” mesajı verilmekteydi. Asıl amaç ise tıpkı Almanya, Polonya, Rusya ve diğer ülkelerde olduğu gibi fakir Yahudileri Filistin’e göçe zorlamaktı. Çünkü tüm teşviklere rağmen Yahudiler meçhul bir gelecek yüzünden Filistin’e gitmemek için direniyordu.

Dün fakir Yahudileri Filistin’e göndermek için mücadele edenler işleri bitince İtalya'nın son kralının soyundan gelen Emanuele Filiberto’ya 2021’de özür dilettiler. Oysa gerçek Filiberto’nun ifade ettiği gibi değildi. Aksine olup biten Yahudilerin Filistin’e gönderilmesi oyunundan ibaretti.

İngiliz’i korkutan güç

Çarlık Rusya’sı ile İngiliz’in arası hiç iyi değildi. Sonrasında Komünist SSCB ve bugün Putin Rusya’sı ile de hiçbir zaman resmen iyi olmadı. Bunun nedenleri arasında hem dînî sâikler hem de sıcak deniz hedefi sayılabilirdi. Henüz Amerika’nın jandarmalık yapmadığı zamanlarda ve sonrasında her ikisinin de Türk dünyası, Körfez ve Akdeniz emeli vardı ve rekabet çetindi.

Aşkenaz yani Avrupa Yahudileri önce İngiltere’yi, ardından sırasıyla Fransa’yı, Amerika’yı, SSCB’yi kurdular. Sonra Türkiye ve İsrail’i, nihayetinde de İran’ı. Evet, İsrail dışında hiç biri özelde bir Yahudi devleti değildi ama yönetim unsurları yani masanın altı onlara aitti. Bugün İspanya, İtalya ve Portekiz kökenli Sefarad Yahudileri İsrail’de zoraki 2. sınıf vatandaş olabildiler. Ruhunu Yahudi’ye satan İngiltere’nin kurduğu, uğruna iki cihan harbi çıkardığı İngiliz, Osmanlı ve Filistin’e sadece ihanet etmemiş aynı zamanda geleceklerini de çalmıştı.

Liz Truss.
Liz Truss.

‘Biz, İsrail'in büyük destekçisi ve siyonistiyiz’

Elbette bunca hikâyeyi yazmamıza neden olan şey, İngiltere’nin yeni başbakanı Liz Truss’un son açıklama ve icraatları. “Büyük bir siyonistim, İsrail'in büyük bir destekçisiyim ve İngiltere-İsrail arasındaki ilişkiyi güçlendirebileceğimizi biliyorum” diyen İngiltere Başbakanı Liz Truss, Tel Aviv’deki büyükelçiliği de Kudüs-ü Şerife taşımaya hazırlanıyor.

Bununla iktifa etmeyen İngiltere Başbakanı Truss şöyle devam ediyor: “Muhafazakâr Partisi siyonist bir partidir. Muhafazakâr milletvekillerinin çoğu İsrail'in Muhafazakâr Dostları (CFI) üyesidir.”

CFI nedir, kim, nerede kurdu?

CFI, Conservative Friends of Israel yani İsrail'in Muhafazakâr Dostları, Birleşik Krallık (İngiltere) parlamentosundaki Muhafazakâr Parti (MP)'ye bağlı bir örgütlenme. Truss’un da dediği gibi MP milletvekillerinin ezici çoğunluğu bu siyonist oluşumun üyesidir. Amaç, siyonizme destek ve İsrail yanlısı politikalar üretmek.

Eski başbakanlardan David Cameron’ın da üyesi olduğu CFI, 1974'te MP milletvekili Michael Fidler tarafından kurulur. Mevcut başkanı ise Parlamento Başkanı Stephen Crabb'dir. Muhafazakâr politikacı Robert Rhodes James 1995’de CFI’iyi “İsrail halkının davasına adanmış Batı Avrupa'daki en büyük örgüt" olarak nitelendirir. Channel 4 belgeseli ‘Dispatches – Inside’a göre İngiltere’nin Muhafazakâr milletvekillerinin yaklaşık yüzde 80'i siyonist lobi CFI üyesidir. Daily Telegraph'ın baş yazarı Peter Oborne 2013’de CFI'yı "İngiltere'nin açık ara en güçlü İsrail yanlısı lobi grubu" olarak nitelendirmiş. CFI Başkanı ise resmi sitelerine koyduğu açıklamasında “Yahudi Devletine sarsılmaz desteğini gösterdiği için Liz Truss’a teşekkür ederiz” diyor.

İngiltere'de; İsrail'in Emek Dostları, İngiltere İsrail Lobisi, İsrail'in Liberal Demokrat Dostları, Kuzey İrlanda İsrail Dostları, İsrail'in Avrupalı Dostları, İsrail Dostları Girişimi gibi pek çok yapılanma var.

‘En büyük siyonist benim’ yarışı

Mâlum, ABD’nin o dönemki Başkanı Trump, damadı siyonist Jared Kushner’in öncülüğünde hazırladığı bir planla Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmişti. Bu girişim önce BM Güvenlik Konseyine taşındı ancak ABD/İsrail aleyhine çıkan kararı ABD veto etti. Bunun üzerine İslam İşbirliği Teşkilatı Dönem Başkanı sıfatıyla Türkiye ve Arap Ligi Dönem Başkanı sıfatıyla Yemen, konuyu BM Genel Kurulu’na götürdü. Genel Kurulda yapılan oylama sonucunda tasarı 9’a karşı 128 oyla kabul edildi. Böylede Trump’ın oyunu bozuldu.

Trump.
Trump.

İngiltere mezkûr kararlarda İsrail’in aleyhine oy kullanmıştı. Üstelik hem Güvenlik Konseyi’nde hem de Genel Kurul’da. Kendisini "Hıristiyan inancının ve İngiltere Anglikan Kilisesinin değerlerini paylaşıyorum, ama düzenli olarak dindar bir insan değilim” diye tanımlayan Truss’un bu çıkışı, sinsi ve sırtlanlığı ile meşhur İngiliz siyaseti açısından yadırgatıcı bir durum değil.

Yahudi olmadığı hâlde kendini siyonist olarak tanımlayan ilk siyasetçi elbette Truss değil. Şu anki ABD’nin bunak Başkanı Joe Biden da 2016 yılında "siyonistim, siyonist olmak için Yahudi olmak gerekmiyor" demişti.

İngiltere Başbakanı Liz Truss’un çıkışı elbette İsrail yönetimince memnuniyetle karşılandı. Büyükelçiliği Kudüs’e taşıyıp taşıyamayacağını zaman gösterecek. Lâkin bu bölgede olup biten pek çok hâdiseden İngiltere-İsrail ortaklığının sorumlu olduğunu akıldan çıkarmamak gerekiyor.

Kudüslü Hıristiyanlar tepkili

Hıristiyanlar ve Yahudiler ne zaman Kudüs’e el atmışsa bundan sadece Müslümanlar ve orada yaşayan Hıristiyanlar değil tüm dünya zarar gördü. Herkes bilir ki, dünya barışının yolu Kudüs-ü Şerifte sağlanacak bir barıştan geçiyor. Buradaki barışın, Kudüs’ün Müslüman yönetimine geçmeden mümkün olmadığını herkes biliyor.

Biliyor bilmesine de buradaki barış, Batı’nın hiç istemediği bir hâl. İslam topraklarındaki barış, Batı’nın gerilemesi ve kendi iç meselelerine dönmesi demektir ve bunu asla istemezler.

Oysa Kudüs’teki barıştan sadece Müslüman halklar ve İslam Dünyası değil, Kudüs’teki Hıristiyanlar ve dünya halkları da faydalanacak. 2019’da Mescid-i Aksâ ziyaretimizde bir kilise bahçesine uğrayarak eski Kudüs’le ilgili sergiyi izledik. Türkçe bilen bir papaz, bize Müslüman Türkleri beklediklerini ve buranın huzuru için Kudüs’ün bir an evvel Türklerin himayesine geçmesi gerektiğini anlattı. Siyonist zulümden ve Batı’nın siyonizm yanlısı politikalarından yaka silktiklerini söyledi.

Kısaca, Hıristiyan bile bizden medet bekliyor. İşte bu kapsamda da Kudüs'teki Kilise Liderleri ve Patrikler Konseyi, İngiltere'nin büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma adımını sert bir dille eleştirdi. Bunun hem Kudüs’ün statüsünün değişimine hem de İsrail'in "Batı Şeria'da devam eden işgali ve Doğu Kudüs'ü ilhakı" çabalarına hizmet edeceğini, bunun da kabul edilemez olduğunu söylediler. Fakat Müslüman dünyadan İngiltere’ye neredeyse hiçbir tepki gelmedi. Gelenler de cılız mı cılızdı.

İngiltere’de iktidar değişir icraat değişmez

Balfour Deklarasyonu.
Balfour Deklarasyonu.

Birinci Cihan Harbi ve Filistin’in işgali Liberal Parti iktidarında, İkinci Cihan Harbi Muhafazakâr Parti, İsrail’in kuruluşu ise İşçi Partisi dönemlerinde yaşandı. Filistin’in işgal edilerek İsrail’in kuruluşunun zeminini hazırlayan Balfour Deklarasyonun faili Arthur Balfour da Muhafazakâr Partiliydi. Netice itibariyle İsrail’e destek ve İslam dünyası üzerinde fitne politikaları üretme açısından İngiltere’de hangi partinin iktidar olduğunun bir ehemmiyeti yok.

Bunun temel nedeni; İngiltere finans ve siyasetine başta Rothschild hanedanı olmak üzere Yahudi sermayesinin hâkim olması, İsrail ve İran’ın İslam Dünyasının huzurunun önündeki en büyük engel oluşturması, Yahudilerin önemli bir kısmının Batı’dan uzak tutularak Müslümanların başına bela edilmesidir.

Bugün İran’da meydana gelen halk nümayişleri başka bir ülkede olsa rejimi önemli ölçüde sarsar. Ancak bu zaman zaman depreşen hâl, İran’da hiçbir değişikliğe sebebiyet vermez. Çünkü mevcut rejim hem Sünni Müslüman dünya hem de İsrail’in İslam topraklarında kalması için sigorta mahiyetinde. Ayrıca dün İngiliz’i, Fransız’ı, Amerikalıyı, Almanı esir alan Yahudi siyonizmi, bugün satanizmin esiri durumunda. Dolayısıyla onların da bir geleceği yok.

İngiltere başbakanı Truss’un son çıkışı ise fiilî bir gerçeğin lafzî olarak itirafından başka yeni bir durum değil.

Çaresiz arayışlar

Rusya ve Çin’i büyük bir tehdit olarak gören İngiltere’nin yeni başbakanı, savunma harcamalarını artırmak istiyor ama kasa boş. Sterlin hızla değer kaybediyor. Ülkede ciddi bir enflasyon ve gaz sıkıntısı var. Bir yandan baş siyonist yarışına giren Truss, diğer yandan da para ve enerji cenneti Körfez ülkeleri ile sıkı bağ derdinde. Oraları kurdukları günün hatırına bir şeyler koparma veya tehdit politikası güdecek. Aksi hâlde işi pek de kolay değil. Ayrıca Yeni Zelanda, Avustralya ve Kanada gibi ülkeler de Birleşik Krallık’tan ayrılmanın hesaplarını yapıyor.

İngiltere’nin çıkmazı

Güneş doğar ve batar, karanlık çöker ve yerini aydınlığa bırakır. Yükselen düşer, düşen yükselir. Bâzen hak eder yükselir, bâzen de düşmanın zafiyeti yüzünden bahtı açılır. Ancak her zillet bir hak ediştir, Allah (c.c.) hiçbir kavme ve varlığa -hâşâ- zulmetmez. Her doğan, hesap vermek üzere ölür.

Biz, İslam’ın vazettiği güzel ahlâktan uzaklaştığımız için başımıza gelmeyen kalmadı. Düşmanlarımız yükseldi. Şimdi onların erzakı bitti. Varlıkları zulüm ve sömürüye dayanan hiçbir güç ve otorite payidar kalamaz. Allah’ın tebeddülat ve adâleti, zalimler ve düzenlerini vakti gelince yok eder.

İran.
İran.

Bugün İngiliz yıkılış evresinde. Yahudi’ye açıktan sığınmasının temel nedeni de bu. Denize düşüp yılana sarılan bir İngiliz var karşımızda. Ne kadar sinsi ve kurnaz olursa olsun sömürü birikiminin sonuna geldiler. Deniz bitti. Sterlinlerinin durumu ortada. Bazı yıkışlar hiç beklemediğiniz anda gelir, bazıları ise biraz zaman alır ama nihayetinde ikisi de yıkılır.

İngiliz’i Yahudiler ve İskoçlar yıkacak. İskoçlar, İngilizlerin kendilerine uyguladığı soykırımı asla unutmadı. Bu yüzden her geçen gün dirilen İskoç ruhu pek yakında İngiliz’in ipini çekecek. Baskı altındaki milletlerin tarih şuuru hep diridir veya bir zaman sonra dirilir. Vakti gelince de düşmanını alt eder geçer. Akrep misali Yahudi de İngiliz’i çoktan sokmaya başladı. Çünkü hiçbir iyilik cezasız kalmaz. İngiliz’de Yahudi’ye yaptığı ‘iyiliğin’ cezasını mutlaka çekecek. Gerçekte bu iyilik mi, Yahudi’nin masa altından çıkarılıp ifşası mı o da ayrı bir tartışma konusu.

  • Def etmeyi bir asır önce planlamışlar
  • Yahudi’den çok çekmiş olan Batı, sürekli ondan kurtulmanın yollarını arıyordu. İstiyorlardı ki, Avrupa’dan uzak olsunlar da nere giderlerse gitsinler. Bu Amerika kıtası da olabilir, Asya’da veya başka bir yerde.
  • Sinan Baykent yazısından nakille Sosyalist düşüncenin bayraktarlarından Pierre-Joseph Proudhon ta 1847 yılında ölümünden sonra neşredilmesini şart koştuğu şahsî not defterine şu cümleleri yazmıştı:
  • “Yahudiler, her şeyi zehirleyen, her yere burnunu sokan ve diğer herhangi bir halkla karışmayı reddeden bu ırkla ilgili bir makale yazmalı. Yahudilerin Fransa’dan sınır dışı edilmeleri istenmeli. Yahudi, insan ırkının düşmanıdır. Bu ırkı Asya’ya göndermeli yahut imha etmeli...”
  • Yahudilere “kan emiciler” diyen Mihail Bakunin ise Karl Marx için şöyle diyordu: “Yahudiler bugün Almanya’da hakiki bir gücü temsil ediyorlar. Kendisi de bir Yahudi olan Karl Marx hem Londra’da, Fransa’da ama özellikle de Almanya’da nispeten akıllı ve eğitimli küçük Yahudileri peşinden sürüklemek suretiyle onların onun fikirlerini yaymalarını sağlıyor. Ah şu Yahudi dünyası... Yahudi dünyası halihazırda bir taraftan Marx’ın, diğer taraftan da Rotshchild’lerin himayesindedir.”
  • Yahudi Karl Marx bile “Yahudi Sorunu” adlı eserinde şöyle yazıyordu: Yahudiliğin ve Yahudi zihniyetinin kökünde fırsatçılık ve şahsî çıkar vardır. İsrail’in tanrısı Mammon’dur ki, bu paragözlükte tezahür eder. Yahudilik, anti-sosyal davranışların vücut bulmuş halidir. Yahudilerin sosyal kurtuluşu, toplumun Yahudilikten kurtulmasıdır.”
  • Engels ise “Polonyalı tefeci-Yahudi hile yapıyor, kantarın ayarıyla oynuyor, paracıklarını sayıyor ve muntazam olarak dolandırıcılığa tevessül ediyor.”
  • Birinci Cihan Harbi, pek çok zaviyeden zayıflamasına rağmen Batı’nın önündeki en büyük engel olan Osmanlı’yı bertaraf etmek, Filistin’de Yahudi’ye devlet kuruvermek, petrol havzalarında kurulacak kukla devletçiklerle enerjiyi kontrol etmek, Yahudi’den kurtulmak, Müslümanların yeni bir birlik kurmalarını engellemek ve Hilafetin yok edilmesi için çıkarılmıştı.
  • İkinci Cihan Harbi ile İngiliz görünür jandarmalığını Amerika’ya devretti, ardından elbirliği ile Filistin topraklarında Yahudi devletini inşa ettiler. Daha sonra ise tahterevallinin tesisi için İsrail’e güya ‘düşman’ İran rejimi kurduruldu.
  • Tarih okuma ve değerlendirmesi fanatizm ve tefekküre dayanmadığı müddetçe gerçekler ters yüz olur. Aynı safta duranlar bile birbirine düşman edilir.

İsrail Çanakkale’de kuruldu

1490’larda İspanya’dan kaçıp Osmanlıya sığınanların çocukları, Birinci Dünya Harbinde Osmanlıya karşı İngiliz’in safında savaşa giriştiler. Çanakkale Savaşı’na “Siyon Katır Bölüğü” adıyla katılan siyonistler arasında; İsrail’in ilk başbakanı olacak olan David Ben Gurion, 1967’deki 6 Gün Savaşı sırasında İsrail Başbakanı olan Levy Eskhol, yine İsrail Cumhurbaşkanlarından Yitzhak Ben Zvi de vardır.

Bugünkü İsrail ordusu ve devletinin temeli burada atılmıştır. Çünkü İngilizler, Siyon Katır Bölüğü’nü 1916 Mayıs’ının sonunda Çanakkale’den Filistin’e gönderip, General Allenby’nin emrine verdiler. Birliğin adı “Yahudi Lejyonu” oldu, dünyanın dört bir tarafından Yahudi gönüllüler topladı ve Allenby’nin yine bize karşı başlattığı harekâta katıldılar.

İrlandalı Yarbay J. H. Patterson’ın “Çanakkale Savaşı’nda Siyonistler” adlı eseri “Siyon Katır Bölüğü”nün hatıralarından oluşuyor. Yarbay Patterson, Gelibolu Harekâtında Zion Mule Corps (ZMC) / Sion Katır Birliği Komutanı olarak görev yapmış bir subaydı. Bugünkü İsrail bayrağı ilk kez orada kullanıldı.

Yine Ze’ev Jabotinsky’in bir başka itirafı da, Mete Tuncoku’nun “Çanakkale 1915 Buzdağının Altı” kitabında şu şekilde yer alır: “Eğer biz 2 Kasım 1917’de Balfour Bildirisi ile Filistin’de yurt edinme sözü aldıksa, buna ulaşan yol Gelibolu’dan geçmiştir.”