Karanlığa açılan 147 kapı

Türkiye’de sanatçı ve edebiyatçı olarak “piyasaya sunulan” isimler de bu çarkın bize dönük yönünü teşkil ediyor. Kendi başlarına bırakılsalar ikinci-üçüncü sınıf eserleriyle karabatak gibi bir görünüp sonra gözden kaybolacak olanlar cila vurulup pazarlanıyor. Sanat ve edebiyat adına çakma Olymposlar icad edilip tepesine gecekondu sakinleri gibi bu tipler peş peşe sıralanıyor. Elbet boşuna değil. İşleri güçleri gökyüzünde parıldayan hilale karşı koro halinde çemkirip durmak. Milletin ruh köküne kezzap dökerken, başkalarına ait fidanları bağrımıza dikip bir güzel çapalamak.
Türkiye’de sanatçı ve edebiyatçı olarak “piyasaya sunulan” isimler de bu çarkın bize dönük yönünü teşkil ediyor. Kendi başlarına bırakılsalar ikinci-üçüncü sınıf eserleriyle karabatak gibi bir görünüp sonra gözden kaybolacak olanlar cila vurulup pazarlanıyor. Sanat ve edebiyat adına çakma Olymposlar icad edilip tepesine gecekondu sakinleri gibi bu tipler peş peşe sıralanıyor. Elbet boşuna değil. İşleri güçleri gökyüzünde parıldayan hilale karşı koro halinde çemkirip durmak. Milletin ruh köküne kezzap dökerken, başkalarına ait fidanları bağrımıza dikip bir güzel çapalamak.

Karanlığa açılan 147 kapı gibi duruyorsunuz. Kendinizi ne görüyorsunuz, nerede sanıyorsunuz bilmem, fakat kumdan şatolarda oturuyorsunuz. Evet, denize düşen yılana sarılır amma, bir yalana bu kadar sıkı sarılmanın nasıl bir mantığı olabilir? “İlle böyle diyeceksin” komutuna icbar edilmeden hangi özgür irade bir yalan sözden slogan devşirmeye kalkabilir?

Mali yardım, aydınların ve fikirlerinin ilerleme sürecini çarpıttı mı? İnsanlar fikrî değerlerinden ziyade, mevkilerine göre mi seçildiler? Aydınların katıldığı konferansları ve sempozyumları "uluslararası akademik tele-kızlar turnesi" olarak hicveden Arthur Koestler neyi kastediyordu? CIA'nın kültür konsorsiyumuna üye olmakla şöhretler güvenceye alınıyor yahut artıyor muydu? Fikirleri uluslararası kamuoyuna mal olmuş şu yazar ve fikir adamlarından acaba kaç tanesi, eserleri gerçekten ikinci el kitaplar satan mağazaların bodrumlarında çürüyecek olan adı sanı geçici, ikinci sınıf adamlardı?

Frances S. Saunders – The CIA and the World of Arts and Letters / Sanat-Edebiyat Dünyası ve CIA

İkinci Dünya Savaşı bittiğinde Paris’e giren müttefik birlikleri içerisinde meşhur Rothschild ailesinin bir ferdi de bulunuyordu. İngiliz üniforması giyen Yarbay Victor Rothschild, savaş zamanında Nazilerin kullandığı Marigny Bulvarı’nda bulunan aile malikanesinin kapısını çaldığında her şey yerli yerindeydi. Kapıyı açan uşak bile... Milyoner bir ailenin çocuğu olan diğer İngiliz subayı John Hay Whitney de ünlü Ritz oteline kurulmuştu. Daha sonra CIA adını alacak olan Amerikan Gizli Servisi OSS’ye çalışan Ernest Hemingway de oradaydı. Hemingway zaferi kutlamak için viski şişelerini yığmış, dostları Eric Blair (George Orwell) ile Simone de Beauvoir – Jean Paul Sartre ikilisini büyük bir içtenlikle ağırlamıştı. Sartre, şuurunu yitirinceye dek içmiş, kendinden geçmişti.

Kosetler- Paget
Kosetler- Paget

“Language, Truth and Logic” yazarı Sir Alfred Ayer, aynı zamanda İngiliz istihbarat subayıydı. Şoförünün kullandığı, göz alıcı Bugatti marka arabası ile Paris sokaklarının altını üstüne getiriyordu. Arthur Koestler ve sevgilisi Mamaine Paget, dostları Andre Malraux ile akşam yemeklerinde votkalı, havyarlı sofralara oturuyordu. Amerikalı sosyalist yazar Susan Mary Alsop ise diplomat eşi olmanın bütün ayrıcalığını yaşıyor; Aubusson halılarıyla döşeli evinde sık sık partiler verip bir eğlenceden diğerine yelken açıyordu.

Sıradan vatandaş perişandı

Peki, bu sırada sıradan Paris ahalisi ne durumdaydı? Her şey, bir dilim ekmek bile karaborsaya düşmüştü. Parası olanlar dışında kimsenin boğazından doğru düzgün bir yemek geçmiyordu. Yokluk sadece Paris’i değil bütün Avrupa’yı vurmuştu. Susan Mary Alsop, Ritz otelinden çıkarken dumanını savurduğu sigaranın izmaritini yere atmış, iyi giyimli yaşlı bir adam yere düşen izmariti alıp iki nefes sigara tüttürebilmek için yere kapaklanmıştı. Berlin’de aynı hadise, romancı Nabokov’un besteci kuzeninin başından geçmişti. Şehrin Sovyet tarafında yere attığı izmariti, karanlıkta ok gibi fırlayan bir adam kapıp gitmişti.

Sartre- Beauvoir
Sartre- Beauvoir

Dünyanın nam yapmış yazarlarının pek bilinmeyen ilişkiler ağına dair kısa bir pasaj sunmuş olduk sizlere. İngiliz istihbarat subayından CIA ajanına, votkalı-havyarlı masalarda gününü gün ederken sosyalist takılana değin tekmili aynı yerde. 2016 yılında “Parayı veren düdüğü çaldı. Sanat ve Edebiyat dünyasında CIA parmağı” başlığıyla Türkçeye çevirilen bir kitap ifşa ediyor bu gerçekleri. 1999 yılında İngiliz Granta Publications tarafından basılan kitabın orijinal ismi “Who paid the piper / Kavalcıya kim ödeme yaptı?” şeklinde. Kavalcı, bildiğiniz “Fareli köyün kavalcısı”ndan mülhem. Hani şu kavalı çalıp da bütün fareleri peşine takan kişi.

Çarkın bize bakan yüzü

Türkiye’de sanatçı ve edebiyatçı olarak “piyasaya sunulan” isimler de bu çarkın bize dönük yönünü teşkil ediyor. Kendi başlarına bırakılsalar ikinci-üçüncü sınıf eserleriyle karabatak gibi bir görünüp sonra gözden kaybolacak olanlar cila vurulup pazarlanıyor. Sanat ve edebiyat adına çakma Olymposlar icad edilip tepesine gecekondu sakinleri gibi bu tipler peş peşe sıralanıyor. Elbet boşuna değil. İşleri güçleri gökyüzünde parıldayan hilale karşı koro halinde çemkirip durmak. Milletin ruh köküne kezzap dökerken, başkalarına ait fidanları bağrımıza dikip bir güzel çapalamak.

Boğaziçi bildirisine imza atanlar
Boğaziçi bildirisine imza atanlar

Küresel istihbarat örgütlerinin orta yere çıkardığı bu tipler, küresel mecralardan yükselen seslere nasıl da uyum göstermeyi beceriyorlar, bu kıvraklığa şapka çıkar doğrusu. Varsın işin ucunda “Aşağı bakmayacağız” şeklinde yalan dolan hikayeler olsun, onlar için fark etmez. Önemli olan patronlardan gelen siparişi geciktirmemek, tam zamanında doğru pozisyonu alabilmek.

Sayıları 147’den fazladır, orası muhakkak. Fakat bu kez böyle münasip görülmüş demek ki! Bir araya gelip Boğaziçi bildirisi yayınlamışlar. Şöyle diyorlar:

  • “Demokratik haklarını kullanan öğrencilere polisin yönelttiği “aşağı bak” komutu, millet iradesini dilinden düşürmeyen iktidarın ülkeyi nasıl yönetmek istediği ve yurttaşlıktan ne anladığını açıkça ortaya koymaktadır.”

Bir yalana sımsıkı sarılmak

Evet, denize düşen yılana sarılır amma, bir yalana bu kadar sıkı sarılmanın nasıl bir mantığı olabilir? “İlle böyle diyeceksin” komutuna icbar edilmeden hangi özgür irade bir yalan sözden slogan devşirmeye kalkabilir?

Bildirinin geri kalan tumturaklı satırlarına bakmaya bile hacet yok. Hani elinize büyük bir hevesle bir kitabı alır, daha ilk cümlede kocaman bir hayal kırıklığı yaşayıp okumaya gerek duymadan bir köşeye fırlatıp atarsınız ya! Vaziyet aynen budur.

Frances Stonor Saunders, Parayo verdi düdüğü çaldı.
Frances Stonor Saunders, Parayo verdi düdüğü çaldı.

Ey bildiri ehli! Acaba farkında mısınız? Karanlığa açılan 147 kapı gibi duruyorsunuz. Kendinizi ne görüyorsunuz, nerede sanıyorsunuz bilmem, fakat kumdan şatolarda oturuyorsunuz. Sahi, başka düşünenler, kalabalığın çekim gücüne karşı koyamayanlar var mıdır aranızda? Belki vardır diye sesleniyoruz:

Lütfen bir kereliğine karanlık mahfillerin değil, bu toprağın insanı olmayı deneyin.

Bu, o kadar zor olmasa gerek.

Son sözü yine Frances S. Saunders’e verelim. Ne diyordu meşhur kitabında:

“Eski solcuların bir amaç etrafında CIA ile el ele vererek birleşmesi o kadar da olmayacak bir iş değildir. Soğuk Savaş cephesinde çarpışmak üzere, belki kendilerinin haberi olmadan, kiralanmış olan aydınlar ile CIA Teşkilatı arasında sahici bir çıkar ve inanç birliği vardı. CIA'nın liberalizmin bir sığınağı olduğu görüşü insanların CIA ile işbirliği yapmalarında ya da işbirliği yapmasalar bile, CIA'nın iyi niyetli olduğu efsanesini kabul etmelerinde çok etkili oldu.”