Korkuyor muyuz? Peki ‘Ne’den?

Sadece şahsi hususlar mı söylenebilir korkuya dair? İçtimai yönleri yok mudur korkunun? En azından korku üzerinden cemiyetleri veya o cemiyeti teşkil eden öbekler manâsında cemaatleri anlamaya gayret etmek mümkün mü? Düşünsenize, cemiyet var kanun korkusu üzerine kurulu, cemiyet var A...h korkusu üzerine kurulu. Bu iki cemiyet aynı olur mu hiç? Dünyaya da, kendilerine de, başkalarına da benzer tarzda bakabilirler mi?
Sadece şahsi hususlar mı söylenebilir korkuya dair? İçtimai yönleri yok mudur korkunun? En azından korku üzerinden cemiyetleri veya o cemiyeti teşkil eden öbekler manâsında cemaatleri anlamaya gayret etmek mümkün mü? Düşünsenize, cemiyet var kanun korkusu üzerine kurulu, cemiyet var A...h korkusu üzerine kurulu. Bu iki cemiyet aynı olur mu hiç? Dünyaya da, kendilerine de, başkalarına da benzer tarzda bakabilirler mi?

Korku en temel, en esaslı, en hayati hissimiz. Öyle ya, bu hissimizdeki küçücük bir eksiklik, canımıza mâlolabilir. Korkmak, “Ben yaşamak istiyorum.” demek çünkü. Ve her canlı gibi insan da ancak korkarsa kendisini koruma ihtiyacı hissetmekte. Düşünsenize, ya korkmasaydık hâlimiz nice olurdu? Bizi biz yapan korkularımızsa biz nelerden korkmaktayız? Daha acısı, nelerden korktuğumuzu kendimizden saklamaktayız? Hâlbuki korku, bize sınırlarımızı işaret eder. Ve hatta sınırlı bir varlıktan öte hakikatimizin bulunmadığını.

Belirsizliğin tetiklediği tehdit idrakı üzerinde filizlenen, tedirgin edicilik ile ölesiye donakalmak arasında gidip gelen ve ekseri menfi sayılan bir his korku. İyi ama sahiden de her daim menfi mi?

  • Hayır! Gene de bize tedaileri hep menfiye meyyal. Ben bu kabulün hakikatini soruyorum. Korku sahiden de her daim menfi midir? Yoksa zaman zaman müspeti davet ettirici bir mahiyet de arzedebilir mi?

Öte yandan, -kendimden biliyorum-, en ihmâl ettiğimiz hissimiz korku. İnkâr hatta.

Bir kere korkunun varlığı ve kişi için geçerliliği, insanı küçültücü bir vaziyet arzeder.
Bir kere korkunun varlığı ve kişi için geçerliliği, insanı küçültücü bir vaziyet arzeder.

Birçok sebebi var bunun. Bir kere korkunun varlığı ve kişi için geçerliliği, insanı küçültücü bir vaziyet arzeder. Hem başkalarının gözünden bakıldığında tesirinde kalınan bir vesvesedir bu,hem de kişinin kendisine bakarkenki kabulü

Her kültürde korku değil de zıddı yerine konan cesaret makbul. Hâlbuki korku, bize sınırlarımızı işaret eder. Ve hatta sınırlı bir varlıktan öte hakikatimizin bulunmadığını.

Korkuyla Küçülmek, Cesaretle Büyüdüğünü Vehmetmek

Ödümüz patlar korkudan; korkunun kendisinden de. Korkunun kabulü, hatta ifadesi, beraberinde başka küçüklükleri de getirebilir. Öyle ya, madem korkaksınız, (Dikkatinizden kaçmamıştır; ‘korkuyorsunuz’ olması icap eden ifade, bir el çabukluğuyla ‘korkaklığa’ evriliverdi.) kimbilir başka ne zaaflarınız vardır. O yüzden korkuyu bir tek çocuklara havale ederiz. Bazen de kadınlara. Onları da bu zaafları üzerinden erkekleri kendilerine yakınlaştırabileceği durumlarda mazur görürüz ancak.

Korku en temel, en esaslı hissimiz hâlbuki; en hayati hissimiz hatta. Öyle ya, bu hissimizdeki küçücük bir eksiklik, canımıza mâlolabilir. Korkmak, “Ben yaşamak istiyorum.” demek çünkü. Ve her canlı gibi insan da ancak korkarsa kendisini koruma ihtiyacı hisseder. Peşinden de, ne icap ediyorsa artık o şekilde kendisini müdafaa eder. Düşünsenize, ya korkmasaydık hâlimiz nice olurdu?

Nice nice korkularımız var. Bizi vezir de eden, rezil de eden.
Nice nice korkularımız var. Bizi vezir de eden, rezil de eden.
İyi ama her korku böyle müspet ve hayati mi? Değil elbet. Nice nice korkularımız var. Bizi vezir de eden, rezil de eden.

Kültürden kültüre, coğrafyadan coğrafyaya, devirden devire değişen, hatta meslekten mesleğe, yaştan yaşa farklılaşan; kılık değiştiren, başka hislerle izdivaca giren, öbür hislerin arasına kaynayarak kendisini sırlayan nice korku: Yakınlarını kaybetme korkusu, kaybolma korkusu, rızık korkusu, ikbale kavuşamama korkusu, ikbalden düşme korkusu, gelecek korkusu, geçmiş korkusu, elindeki-avucundakileri kaybetme korkusu, varolma korkusu, öğrenme korkusu, öğrenememe korkusu, bilme korkusu, bilmeme korkusu, varolamama korkusu, yokolma korkusu, iktidar kazanamama korkusu, iktidarını kaybetme korkusu, öte dünya korkusu, beri dünya korkusu...

Varsa Korkarız Asıl

Korkularımızın pek çoğu sahip bulunduklarımızdan mahrum kalmaktan neşet etmekteyken pek azı, başkalarının sahip bulunduğu hâlde bizim şimdilik sahip olamadığımız şeylere kavuşamamaktan kaynaklanmakta. Yani korkunun esaslısı varlık(lı)da. Yoksul, korkunun da pekçoğundan yoksun. Ne makbul bir imkân!

İnsan bilemediğinden korkar; amenna. Ama bilgi de insanı korkudan azad kılmaz ki. Hatta klâsik insana göre modern insan daha bir korkma mecburiyetinde bırakılır. Modern bilme tarzı kişiyi bildiklerine karşı masun kılmaz.

Az-biraz düşündüğümüzde nicesi akın eder aklımıza maruz bırakıldığımız modern korkulardan.
Az-biraz düşündüğümüzde nicesi akın eder aklımıza maruz bırakıldığımız modern korkulardan.

Az-biraz düşündüğümüzde nicesi akın eder aklımıza maruz bırakıldığımız modern korkulardan. Klâsik insanın korkuları ne de bellidir hâlbuki. Sağdan say bitmeye mahkûm. Öte yandan modern insanınkiler öyle mi? Güya (en geniş manâsıyla) çevresi hakkında nice şey bilmekte ama bütün bu bilgileri onu hem kendi hakkındaki bilgi memuriyetinden, hem de Rabb’ine dair bilgi mes’uliyetinden azad kıldığı zehabına kapılmasına yol açabilmekte. Ve klâsik insana göre daha zahiri ve rahatlıkla tespit edilip işaret edilebilir korkular yerine, benliğinin derinlerine yuva kurmuş nice sinsi korkulara gebe.

Fobi düzeyindekilere hiç girmeyelim isterseniz; dibi yok.

Korkunun Zıddı Ne?

İnsan en çok da korkularının toplamı değil mi? Korkularını kabullenmek yerine onlardan kaçmayı tercih eden kişi, kendini tanımaktan kaçar.

Korkunun zıddı ne peki? Sevgi mi? Cesaret mi yoksa? Yerine göre biri, yerine göre öbürü mü? Anladığım kadarıyla hem zıddını tespit edemediğimiz, hem de zıddı üzerinden kendisini alenen işaret ve hatta ifade edemediğimiz tabirler, tehlikeli tabirlerdir. Ne bakımdan mı? Pek çok şey sayılıp dökülebilir ama bence en dikkat çeken hususiyetleri şu: Böylesi tabirler kendilerini kolaycana gizleyebilir ve beklenmedik bir ânda insana baskın verebilir.

Gene de beni korkuya dair en derinden çarpan hususu ifade pek çetin: Korkunun en tehlikeli ve insanın benliğinin en zifiri dehlizlerine saklanarak oradan günyüzüne çıktığı hâl sevgi. Demek istediğim, korkunun en rahat bürünebildiği, en kolay kisvesini kuşanabildiği his, sevgi. O yüzden sevgi, her durumda öyle safiyetle yüceltilecek bir his değil. Hayır, Stockholm sendromundan, yani insanın, hayatını tehdit edecek kadar onu korkutana bağlanmasından bahsetmiyorum. Çok daha derin bir hususa işaret gayretindeyim: Korku sıklıkla kendisini sevginin kanatlarının altına saklar.

Müthiş bir hokkabazlık hilesiyle korkunun sevgi kılığındaki bu tezahürü pek tehlikeli.

En Makbul Korku

Sadece şahsi hususlar mı söylenebilir korkuya dair? İçtimai yönleri yok mudur korkunun? En azından korku üzerinden cemiyetleri veya o cemiyeti teşkil eden öbekler manâsında cemaatleri anlamaya gayret etmek mümkün mü? Düşünsenize, cemiyet var kanun korkusu üzerine kurulu, cemiyet var A...h korkusu üzerine kurulu. Bu iki cemiyet aynı olur mu hiç? Dünyaya da, kendilerine de, başkalarına da benzer tarzda bakabilirler mi?

Dinleri de korkuya bakışlarından hareketle değerlendirenler çıkmış. Korkuyu merkeze alan bir din addetmişler Museviliği. İseviliği ise sevgiyi baştacı edici kabullenmişler. İslâmiyet’te ise korku ile ümit atbaşı gitmekte.

Hayır, o meşhur atasözünün altını oymak niyetinde değilim ama gene de sorayım: Korkunun hiç mi ecele faydası yok yani? Var elbet. Korkmak, “Yaşamak istiyorum.” kadar, hatta belki daha da fazla “Ölmek istemiyorum.” demek.

  • Korkularımızın şahı, hiç şüphesiz ölüm korkusu. Hiç zihnimize getirmek istemediğimiz, öte yandan her ân kucağına sürüklendiğimiz mecburi istikametin inkârı, insanın en akılalmaz garabetlerinden. İçinde cebren bulunduğu hâli ölesiye inkâr da bir tek insana mahsus. Ânbeân ölmekteyken, ancak bu hakikati red veya inkâr edebildiğimizde, en azından gaflet parmaklıklarının arkasına sığınıverdiğimizde yaşadığımızı hissetmekteyiz.

Öleceğini bilen, bu kaçınılmazı kabullenen biri başkasına fenalık edebilir mi hiç? Ölüm gafleti bizi bir yandan hayata bağlıyor, öbür yandan da dünyaya. Yaşama mükellefiyetimizi sürdürelim derken, dümenimizi ölümsüzlüğe kırmaktan tereddüt etmiyoruz; ruhumuza sezinletmeden.

Öleceğini bilen, bu kaçınılmazı kabullenen biri başkasına fenalık edebilir mi hiç?
Öleceğini bilen, bu kaçınılmazı kabullenen biri başkasına fenalık edebilir mi hiç?

Kanaatimce korkunun en makbulü, ölüm korkusu.

Şu da var: Ölüm korkusu A...h’ı hatırlatmıyorsa batıldır.