Lübnan’a Türk eli değmeli

Liman patlaması sonrası Beyrut tamamen bir hayalet şehre dönüşmüş durumda. Elektrikler doğru düzgün verilemiyor. Altyapı hizmetleri durma noktasına gelmiş. Paranın sürekli değer kaybetmesinden dolayı alım gücü azalmış, maaşlar eriyip gitmiş. Hemen her öğünde et yiyen insanlar kuru ekmeği zor temin eder hale gelmiş. Geceleri karanlığa gömülen şehrin birçok noktası son derece tekinsiz. Ne can, ne de mal emniyeti mevcut.
Liman patlaması sonrası Beyrut tamamen bir hayalet şehre dönüşmüş durumda. Elektrikler doğru düzgün verilemiyor. Altyapı hizmetleri durma noktasına gelmiş. Paranın sürekli değer kaybetmesinden dolayı alım gücü azalmış, maaşlar eriyip gitmiş. Hemen her öğünde et yiyen insanlar kuru ekmeği zor temin eder hale gelmiş. Geceleri karanlığa gömülen şehrin birçok noktası son derece tekinsiz. Ne can, ne de mal emniyeti mevcut.

Gırtlağına kadar yolsuzluğa batan bir ülkede nüfusun yaklaşık üçte birini oluşturan Sünnîleri nevzuhur Haririlere terketmek doğru politika olmasa gerek. Üstelik zor günler geçirenler sadece Sünnîler değil. Türkiye’nin yumuşak gücünü Lübnan üzerinde daha etkin kullanması lazım. Dauklar, Eyyubiler gibi köklü Sünnî âileler ile yakınlaşmayı ne zaman akıl edeceğiz? Bugünkü Lübnan denkleminde Fransa var, İran var, Suudi Arabistan var. Peki sonuç? Tam bir kepazelik. Türkiye artık şefkat elini uzatmalı! Lübnan’a Türk eli değmeli!

Ekim ayından bu yana 9 aydır kurulamayan bir kabine...

Mişel Avn ile yapılan 20 dakikalık bir görüşme...

Ve sonuçta Hariri’nin şu sözleri:

“Sayın Cumhurbaşkanı ile anlaşamayacağımız ortada. Cumhurbaşkanı tarafından talep edilen, önemli olduğunu düşündüğüm değişiklikler vardı. Bu nedenle özür dileyerek kabineyi kuramayacağımı ifade ettim. Allah ülkeye yardım etsin!"

“Sayın Cumhurbaşkanı ile anlaşamayacağımız ortada. Cumhurbaşkanı tarafından talep edilen, önemli olduğunu düşündüğüm değişiklikler vardı.
“Sayın Cumhurbaşkanı ile anlaşamayacağımız ortada. Cumhurbaşkanı tarafından talep edilen, önemli olduğunu düşündüğüm değişiklikler vardı.

Bu sahne muhtemelen başka bir ülkede yaşansaydı bu denli büyük bir krize yol açmayacaktı. Parlamentoda bulunan başka bir partinin liderine kabine kurma vazifesi verilecek, süreç en azından tıkanmış olmayacaktı. Fakat söz konusu Lübnan olunca işler değişiveriyor. Neden mi? Çünkü Lübnan her mânâda farklı bir ülke.

80 yıldır aynı sistem

Ülke, 1918 yılında Osmanlı’nın çekilişinden 1946 yılına değin Fransız işgalinde kaldı. 1926 yılında Fransız idaresi altında Lübnan Cumhuriyeti kuruldu. 1943 yılında ilan edilen tek taraflı bağımsızlık ise Fransa tarafından tanınmadı. Fakat ülkeyi oluşturan farklı gruplar “misak-ul vatani/millî ittifak” adıyla yazılı olmayan bir anlaşmaya vardılar. Buna göre:

  • • Maruni Hristiyanlar Batı müdahalesini aramayacak, Lübnan’ın Arap niteliğini kabul edeceklerdi.
  • • Müslümanlar Suriye ile birleşme hevesinden vazgeçeceklerdi.
  • • Lübnan Cumhuriyeti’nin başkanı ve başkomutanı Maruni Katoliklerden seçilecekti.
  • • Lübnan Cumhuriyeti’nin başbakanı Sünnî Müslümanlardan seçilecekti.
  • • Lübnan Cumhuriyeti’nin meclis başkanı Şii Müslümanlardan seçilecekti.
  • • Meclis başkan yardımcısı ile başbakan yardımcısı Yunan Ortodoks olacaktı.
  • • Genelkurmay başkanı Dürzi olacaktı.
  • • Lübnan meclisinde 6/5 oranıyla Hristiyanların lehine bir aritmetik oluşacaktı.

Bu son madde ancak 1932-1972 yılları arasında uygulanabildi. Uzun yıllar süren Lübnan iç savaşının sebeplerinden biri de 6/5 Hristiyanların lehine olan meclis aritmetiği oldu. 1989 yılındaki Taif Anlaşması ile meclis aritmetiği yeniden düzenlendi, 64+64 olmak üzere Hristiyanlar ve Müslümanlar eşit sandalye sayısına sahip oldular.

Bugün de ülke siyaseti 1943 tarihli “misak-ul vatânî” çerçevesinde yürüyor.
Bugün de ülke siyaseti 1943 tarihli “misak-ul vatânî” çerçevesinde yürüyor.

Bugün de ülke siyaseti 1943 tarihli “misak-ul vatânî” çerçevesinde yürüyor. Yani Saad Hariri’nin kabineyi kurmaktan vazgeçmesi, yerine ancak başka bir Sünnî aday bulunması halinde sorun olmaktan çıkabilir. Ancak ülkede Hariri dışında bütün kesimleri ikna edecek Sünnî bir adayın ortaya çıkması pek öyle kolay görünmüyor.

Köklü Sünni aileler var

Lübnan tarihine baktığımızda ise ileri gelen pek çok Sünnî âilenin varlığı tam bir paradoks olarak önümüzde duruyor. Dauk âilesi bunlardan biri. Osmanlı’nın son Beyrut belediye başkanı Ömer Dauk ile kardeşi Ahmed Dauk’un Lübnan siyasetinde yeri büyük.

 Ömer Dauk ile kardeşi Ahmed Dauk’un Lübnan siyasetinde yeri büyük.
Ömer Dauk ile kardeşi Ahmed Dauk’un Lübnan siyasetinde yeri büyük.

Ömer Dauk’un Beyrut belediye başkanlığı sırasında dikkat çeken iki önemli icraatı var. İlki, savaş yıllarındaki büyük kıtlık esnasında şehrin erzaksız kalmaması için büyük çabalar sarfetmiş, takdirle anılıyor. İkincisi, Osmanlı tasfiye olurken idarecilerimizin ve askerimizin Beyrut’tan güvenli bir şekilde çekilmesini sağlamış. Fransız işgaline karşı çıkmış ama buna rağmen halk tarafından çok sevildiği için Fransızlar kılına dokunamamış. Şöhretinden istifade için onu tekrar Beyrut’un başına bile getirmişler. Hatta Lübnan Anayasası’nı hazırlama işini de ona havale etmişler. Kardeşi Ahmed Dauk ise belediye başkanlığının yanı sıra iki kez ülkenin başbakanlığını üstlenmiş.

Nevzuhur Haririler

Aslen Saydalı Hariri âilesinin mütevazı bir geçmişi var. Baba Refik Hariri ile başlayan bir hikâye bu. Lübnan’da iş idaresi okuyan Refik, Suudi Arabistan’a çalışmaya gidiyor. Ülkenin devasa bir inşaat şantiyesine dönüştüğünü görünce dümeni bu sektöre kırıyor. Birkaç küçük işten sonra Kral Halid’in dikkatini çeken bir otel projesi yapınca kaderi değişiyor. Kral Halid’in verdiği ihaleler sayesinde kısa zamanda zengin oluyor.

Aslen Saydalı Hariri âilesinin mütevazı bir geçmişi var. Baba Refik Hariri ile başlayan bir hikâye bu. Lübnan’da iş idaresi okuyan Refik, Suudi Arabistan’a çalışmaya gidiyor. Ülkenin devasa bir inşaat şantiyesine dönüştüğünü görünce dümeni bu sektöre kırıyor.
Aslen Saydalı Hariri âilesinin mütevazı bir geçmişi var. Baba Refik Hariri ile başlayan bir hikâye bu. Lübnan’da iş idaresi okuyan Refik, Suudi Arabistan’a çalışmaya gidiyor. Ülkenin devasa bir inşaat şantiyesine dönüştüğünü görünce dümeni bu sektöre kırıyor.

Tam bu noktada başka bir serüven başlıyor. Refik Hariri, zengin bir işadamı olarak ülkesinde milyonlarca dolarlık fonlar oluşturup halkın sempatisini kazanıyor. İç savaş ile harabeye dönen Beyrut’un imarında öne çıkıyor. Daha sonrası mâlum. Suudilerin yörüngesinde bir siyasetçi olarak Lübnan siyasetine ve Sünnî kesimin oy tercihine neredeyse ambargo koyuyor. 2005 yılındaki suikast sonrası Refik’in yerini oğlu Saad alıyor. Kukla değişiyor ama kuklacı olduğu yerde duruyor.

Bu arada şunu da belirtmeden geçmeyelim. Refik Hariri Lübnan siyasetine girmeden önce sempati toplamak için belki milyon dolarlar harcıyor ama başa geldiğinde bunu fazlasıyla telafi ediyor. Kendisi hakkında ciddi yolsuzluk iddiaları mevcut. 1992 yılında ilk kez başbakanlık koltuğuna oturduğu vakit 1 milyar doları ancak bulan servetinin 2005’teki suikastta can verdiği sıralar 16 milyar dolara ulaştığı söyleniyor. BBC’ye göre dünyadaki en zengin 100 kişiden biri. Forbes dergisinin listesine girmiş en zengin dördüncü siyasetçi.

Öyle bir babaya böyle bir oğul şaşırtıcı değil. Saad, sıradan vatandaşı umursamadan koskoca 9 ayı hiçe sayıyor. Dişe dokunur bir şey yapmadan kabine kurma sorumluluğundan çok çabuk sıyrılabiliyor. Ülkesi için neye mâl olduğunu bilerek hem de...

Dibe vurmuş bir ülke

O elbet biliyor da, sizin için izah edelim. Son hükümet kriziyle birlikte diplerde gezinen Lübnan lirası daha da dibe gömüldü. 17 Ekim 2019 protestoları başladığında 1 ABD doları 1760 Lübnan lirasına denk geliyorken bugün 23 binleri görmüş durumda. Küçük bir hatırlatma... 1975’te iç savaş henüz başlamamışken bir dolar sadece 3 (üç) Lübnan lirası ediyordu.

  • Liman patlaması sonrası Beyrut tamamen bir hayalet şehre dönüşmüş durumda. Elektrikler doğru düzgün verilemiyor. Altyapı hizmetleri durma noktasına gelmiş. Paranın sürekli değer kaybetmesinden dolayı alım gücü azalmış, maaşlar eriyip gitmiş. Hemen her öğünde et yiyen insanlar kuru ekmeği zor temin eder hâle gelmiş. Geceleri karanlığa gömülen şehrin birçok noktası son derece tekinsiz. Ne can, ne de mal emniyeti mevcut.

Ülke bu sıkıntıları yaşarken rakamlar başka bir gerçeğe işaret ediyor. Ağustos 2019'da 176 milyar dolar tutarındaki döviz mevduatları, 17 Ekim 2019 sonrası 126 milyar dolara iniyor. 50 milyar dolarlık bir erime söz konusu. Lübnanlı ekonomist Mehasin Mursil’e göre bunun 10 milyarlık kısmı Lübnanlı yöneticilerin yurtdışına kaçırdığı paralar.

Türkiye’nin yumuşak gücü

Gırtlağına kadar yolsuzluğa batan bir ülkede nüfusun yaklaşık üçte birini oluşturan Sünnîleri nevzuhur Haririlere terketmek doğru politika olmasa gerek. Üstelik zor günler geçirenler sadece Sünnîler değil. Türkiye’nin yumuşak gücünü Lübnan üzerinde daha etkin kullanması lazım. Dauklar, Eyyubiler gibi köklü Sünnî âileler ile yakınlaşmayı ne zaman akıl edeceğiz?

Bugünkü Lübnan denkleminde Fransa var, İran var, Suudi Arabistan var.

Peki sonuç? Tam bir kepazelik.

Türkiye artık şefkat elini uzatmalı!

Lübnan’a Türk eli değmeli!