Malta’dan Mitralyöz’e şehidlerimiz...

Şehid demek; Allah yolunda canını fedâ eden müslümana verilen isimdir.
Şehid demek; Allah yolunda canını fedâ eden müslümana verilen isimdir.

Garnizonun köşesindeki mitralyöz, mücahidleri sapır sapır kırıyordu. Bilal bu mitralyöze yöneldi ve fırsatını bularak elindeki bombayı fırlattı. Mitralyöz susmadan önce Bilali hedef almıştı. Mitralyöz sustu… Bilal de aldığı kurşunlarla bir kuş gibi semaya yükseldi...

Şehidlik İslâmî bir mefhumdur.

Günümüzde İslam düşmanlarının da sahiplendiği bir kavram hâline gelmiştir.

Kendi istek, arzu ve dünya beklentilerini bir kenara bırakarak, Allah’ın rızasını kazanmak, Allah’ın dinini, diyanetini, yurdunu muhafaza ve İslam’ın yeryüzüne hâkim olması, zulmün ortadan kalkması için mücadele verirken müstekbirler veya kâfirler tarafından öldürülenler şehid olarak adlandırılabilir.

“Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin.” (Şuara 150) “Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen aşırı gidenlerin emrine uymayın.” (Şuara 1520)

Yeryüzünde bozgunculuk yapanlar ve onların uğrunda mücadele verenler, asla ‘şehid’ olarak adlandırılamazlar.

Allah yolunda mücadeleyi şiar edinmiş, hayatını İslâmî mücadeleye adamış ve bu uğurda zindanda hayatını vermiş; kendisiyle tanışma şerefine erdiğim, mitinglerde, meydanlarda birlikte olduğum bir ağabeyimi şehadet yıldönümünde sizlere hatırlatmak istiyorum.

ŞEYHMUS DURGUN

1954 yılında Diyarbakır’da doğdu. İlk ve orta tahsilini Diyarbakır’da tamamladıktan sonra, İTÜ’de Genel Makine Bölümünü kazandı.

Okurken Fatih Vakıflar Yurdu’nda kalıyordu. Bu arada MTTB çalışmalarına katkıda bulunmaya başladı. Milli Türk Talebe Birliği’nin yayın organları Milli Gençlik ve Çatı’da yazıları yayınlıyordu. Diğer taraftan Milli Gazete’de Ş. Diyarbekirli adıyla da yazıyordu.

Şeyhmus Durgun, “…. Müslüman, refaha değil, işkenceye talib olandır;….” diyordu ve Rabbi O’na bu yolda, şehadeti nasib etti…
Şeyhmus Durgun, “…. Müslüman, refaha değil, işkenceye talib olandır;….” diyordu ve Rabbi O’na bu yolda, şehadeti nasib etti…


15 Nisan 1978 tarihli Çatı Dergisi’nin 29. Sayısında kaleme aldığı “Bu böyle biline” başlıklı yazısından dolayı; 163. maddeden, Devletin Temel Nizamını İslam’a Uydurmak ve Türkiye’de İslam Devleti Kurmak suçlamasıyla hakkında dava açıldı ve 1983 yılı Mayıs ayında mahkeme tarafından 6 yıl cezaya çarptırılıp tutuklanarak Bayrampaşa Cezaevine konuldu. Bir süre sonra da Çanakkale Kapalı Cezaevi’ne nakledildi.

Cezaevinden bir arkadaşına yazdığı mektuplardan birisinde:

“… Hapisten çıkmaya 15 ay 3 gün kaldı. 86’nın Temmuz 28’inde dışarı çıkacağım. Anlayacağın pek bir şey kalmadı” diye yazmıştı. Fakat cezaevi çalışanları tarafından, koğuşundan alınıp Malta bölümünde yapılan işkenceler sonucu, 23 Ekim 1985 Çarşamba günü şehid edildi. İşkenceciler suçlarını örtmek için; ‘Hücre kapısının açık olduğu bir anda Malta’ya, oradan da üst kata çıkıp kendini betona bırakarak intihar etti’ diyerek iftira zaptı tuttular. İşkence yapanları ifşâ etmediler.

Bilal Yaldızcı, 29 Ekim 1987’de Ruslara karşı gerçekleştirilen bir operasyonda şehit olmuştu.
Bilal Yaldızcı, 29 Ekim 1987’de Ruslara karşı gerçekleştirilen bir operasyonda şehit olmuştu.

AFGANİSTAN ŞEHİDİ BİLAL YALDIZCI

12 Eylül’ün hemen öncesinde 12 Aralık 1978 tarihinde Ruslar, Afganistan’ı işgal etmişlerdi. O dönem Türkiye Müslümanları, Afganlı kardeşlerine yardım etmek için yanıp tutuşurlardı. Mitinglerimizde, duvar yazılarımızda gündemimiz hep Afganistan’dı. Metin Yüksel ile birlikte 5 kişi Afganistan’a gidip Ruslara karşı savaşmak için ahidleşmiştik.

Afganlı kardeşlerine yardım etmek için Afganistan cephesine giden ve orada şehid olan ilk gencimiz Bilal Yaldızcı oldu.

Bilal, 1967 yılında İzmir Ödemiş’te dünyaya geldi. İki kız kardeşi olduğu için aile üzerine çok titriyordu. Lise yıllarında İslâmî çevre ile tanıştıktan sonra kendini mücadeleye adadı.

Arkadaş çevresine o günlerde Rus işgaline uğrayan Afganlı kardeşlerini anlatırdı. ‘Bir gün olur da Afganistan’a gitmeleri kısmet olur’ diye, arkadaşlarıyla Bozdağ’a tırmanma talimleri yapardı. Ölüm korkusunu yenmek için geceleri kabristana gittiğini, şöyle anlatıyor: “Anneciğim şu anda kabristandan geliyorum. Bu yaptığım şeyi 6 aydır sürekli yapıyorum. Amacım içimdeki ölüm korkusunu yenebilmek. Gördüm ki, doktoru, avukatı, zengini, fakiri hepsi orada ses çıkarmadan yatıyor!”

MOLADA MÜCAHİDLERE RASTLADI

Nihayet gün geldi, kararını verdi ve ailesinden ‘Pakistan’a okumaya gidiyorum’ diyerek izin alıp yola düştü. Orada mücahidlerle tanıştı ve Türkiye’de iken Pencşir Aslanı diye nam salmış olan Ahmet Şah Mesut’un cephesinde buldu kendisini. Kısa zamanda ‘can ciğer’ dost oldular.

Bir yıl Afganlı kardeşleriyle mücadele verdi. Ahmet Şah Mesut’un da tavsiyesiyle, Türkiye’ye dönmeye karar verdi. Yolculuğun üçüncü gününde verilen molada, geldikleri tarafa giden mücahidlere rastladılar.

-Nereye böyle?

-Kalevgan’a, Encinir’in emri geldi. Her tarafa haber salmış yardım istiyor.

Hemen geri dönmeye karar verdi, cepheye giden mücahidlere katıldı ve karargâha ulaştılar.

Yolların kesişme noktasında mücahidlerin yolunu uzatan bir Rus garnizonuna saldırı yapılacaktı. 29 Ekim 1987 sabahı garnizonun etrafı tamamen sarılmıştı. Mücahidler düzenli bir şekilde grup grup otururken, saldırı emri geldi.

Garnizonun köşesindeki mitralyöz, mücahidleri sapır sapır kırıyordu. Bilal bu mitralyöze yöneldi ve fırsatını bularak elindeki bombayı fırlattı. Mitralyöz susmadan önce Bilali hedef almıştı. Mitralyöz sustu… Bilal de aldığı kurşunlarla bir kuş gibi semaya yükseldi...