Normal olmak mümkün mü? Peki bu iyi bir şey mi?

İnsan ruhunun derinliklerindeki o bütün olan-bitenler gözlerinin önünde cereyan etmektedir.
İnsan ruhunun derinliklerindeki o bütün olan-bitenler gözlerinin önünde cereyan etmektedir.

Modern zamanları teknolojik oyuncaklardan, bilgisayarlardan, cep telefonlarından, bilemediniz uçaktan ibaret zannedenler. ‘Gelişme’ veya ‘ilerleme’ lâfını duyar-duymaz kendinden geçenler. Bir de dönüp o yücelttiğiniz modernitenin insan ruhu üzerindeki etkilerine baksanız. Bakmaya cesaret edebilseniz. ‘Ah Bir Normal Olsam’, işte bunu yapmayı deneyen bir film.

Hiç düşündünüz mü, normal biriyle, öyle olmayanı birbirlerinden ayıran en temel fark nedir? Yoksa aralarındaki yegâne fark, birinin rol yapmayı bırakması, öbürününse ‘rolünü’ sürdürmesi mi? Peki rol yapmayı bırakan mı anormal, sürdüren mi? İşte mevzumuz bu ve benzeri meselelere dair çok şey söyleyen ‘Ah Bir Normal Olsam’ (Mad to be Normal) adlı film. 2017 tarihli film İskoçlu psikiyatrist R. D. Laing’in hayatını anlatıyor. Ve sıradışı tıp anlayışını. Tracy Moreton’la birlikte senaryoyu yazan Robert Mulan, aynı zamanda filmin yönetmeni. David Tennant, Elisabeth Moss ve Gabriel Byrne ise rollerinin ötesine geçen bir performans sergilemekte.

“BEN BÜYÜTÜLMEDIM, BOĞULDUM”

Daha filmin jeneriği henüz akmışken öğreniyoruz ki doktorların şizofreni teşhisi koydukları Julia adlı hasta, çocukluğunda hiçbir sorun barındırmayan biriydi. Yaşıtı öbür çocuklar gibi her bir şeyi vaktinde ve doğru-dürüst öğrenmişti. Ama aynı zamanda bir robot gibi hareket etmekteydi. Çünkü derinlerdeki hakiki benliğinin katledildiğini düşünüyordu. Julia’nın kendisi hakkındaki yargısı: “Ben büyütülmedim, boğuldum. O anne falan değildi. Beni öldürüyordu.”

Modern zamanların handiyse bütün anneleri, zahiren bilmeden, farkına varmadan benzeri bir şeyi yapmıyor mu zaten? Çocuğunun hakiki manâda gelişmesine, yetkinleşmesine ve bağımsız bir bireye dönüşmesine kaç anne müsaade ediyor ki?

Geçmişte de böyle miydi bu durum, bilinmez. Elimizde böylesi bir yargıyı pekiştirecek yeterli veri yok en azından. Ne ki zamanımızın merhamet yüklü anneleri, adeta kendi eksik benliklerinin kusurlarını da giderircesine bir abanmayla çocuklarını ‘yetiştirmekte’. Yani kara bir güneş gibi çocuklarının üzerine çökmekte ve onları bir ömür kendilerine bağımlı hâle getirdiğinin farkına varamadan evlâdının ruhunu nurdan mahrum bırakmakta.

NEFSIN EN BEKLENMEDIK HÂLLERI

Ah Bir Normal Olsam, bizim de bir bölümüne tanıklık ettiğimiz seminere katılan ve konuşmacıdan etkilenerek New York’ta gestalt psikolojisi üzerine çalışmasını yarım bırakan genç bir kızla Laing’in birlikteliği üzerine kurulu. Film ilerledikçe doktorumuzun hastalarına hiç ilâç yazmadığını öğreniyoruz. Kendisi sadece nazariyede bir şeyler savunan biri değildir. Kâğıt üzerinde ne söylüyorsa onu uygulamaya, onunla muamele etmeye gayret eden bir hekim.

Doktorumuzun evi aynı zamanda işyeri. ‘Hastalarını’ muayene ettiği, kendince tedavilerini sürdürdüğü, dersleri ile seminerlerini verdiği ve aynı zamanda da yatıp kalktığı. “Herkesin kendine ait bir alanı bulunan ve elden geldiğince birarada yaşamaya çalışan bir cemaat.” Çalışma anlayışını böyle tanımlıyor doktorumuz. Sahiden de bu yaşantının psikiyatrik açıdan sayılamayacak faydaları vardır. Meselâ hastalarının her hâllerini görebilmekte, onlarla içiçe yaşadığı için hangi durumda niye o tepkiyi verdiklerini daha isabetli keşfedebilmektedir.

İnsan ruhunun derinliklerindeki o bütün olan-bitenler gözlerinin önünde cereyan etmektedir. Başka bir ifadeyle hastaya dair bilgisi, hastanın veya yakınlarının aktarımıyla veya muayene süresindeki öğrendikleriyle sınırlı değildir. Doktor hastalarının ruhlarının en mahrem yerlerindeki derin yaralar için sessizce acı çekişlerinin ıstırabına bizzat ortaklık etmektedir.

KIRIK KALPLER CUMHURIYETI

Beher hastanın tezahürü farklı ama meselenin özü hep aynı: Ebeveyn tarafından ihmal edilme, hafife alınma, dışlanma, yoksayılma, aşağılanma, suçlanma, korkutulma, küçümsenme ve hatta küçültülme. Tek bir öz ve binbir anormallik tezahürü.

Nefsin dipsiz kuyusundan nice hâl... Özellikle John’un iyileşme sürecini ve bu süreçteki normale mikyasla iniş-çıkışları gözlemledikçe insanın bütün o ihtiyaç listesinin aslında ne kadar da sade kaldığını farkediyorsunuz. Bütün o sahte ihtiyaçların arasında eriyen hakiki ihtiyaçları. Bedenimizin beklentileri kadar olsun gidermeye uğraşmadığımız, hâlbuki insanca yaşamak için ekmek kadar, su kadar ve hava kadar muhtaç olduğumuz hislerimizin beklentileri... Ve bu beklentiler yerine getirilmediğinde nasıl da normallikten yalpalamaya başladığımız.

Bizi normale yaklaştıran da, oradan uzaklaştıran da ve hatta ona yabancılaştıran da hep aynı: Bazen yoksayılan, bazen hakikatin rağmına değiştirilen, bazen de bile-isteye deforme edilen yahut kazıp gömülen ama asla ihmâl edilmeyen hatıralar. Onların katlanılamaz yükü.

Ancak dehşet verici bir vahşetle sapmaktayız, yaradılışımızdan getirdiğimiz âdet hâlimizden. Doğru, kimileyin bir küçük dudak bükmedir bu dehşetin sebebi kimileyin gözümüzün önünde cereyan eden bir vahşet; farketmez.

Sizi allak-bullak edecek ama aynı zamanda da kendinizi toparlamanıza yardım da edebilecek o istisnai yapımlardan biri Ah Bir Normal Olsam. Sorgulayan. Sorgulatan.

ETKILEYICI ANORMALLIK

Felsefe, toplum, sanat, edebiyat, zevk, haz, şahsiyet, bencillik, travma, hastalık, sağlık ve elbette normallik etrafında dolanan alıntılar, şaşırtıcı tespitler, ince göndermeler ve nice kabulü zor gerçeklik temsilleriyle izleyicisinin üzerindeki etkisini kolay kolay zayıflatamayacak bir film Ah Bir Normal Olsam.

Bazı filmler bizi 90 dakikalığına avucunun içine alır. Bazılarıysa günlerce aklımızdan çıkmaz. Dönüp dönüp izleme ihtiyacı hissederiz hatta. Nadiren kimileriyse bizi avucunun içine almadığı veya günlerce aklımızdan çıkmadığı hâlde üzerimizdeki sinsi etkisini yıllar boyu sürdürmeye devam eder. ‘Ah Bir Normal Olsam’ işte o filmlerden.

Ve direnç göstermeyenler için inanılmaz miktarda ufuk açıcı da.

Çevremizdeki bütün bu olup bitenleri görmezden gelerek mi normal olacağımızı zannediyoruz acaba? Yahut öyle kalacağımızı?

Normalle öyle olmayan arasındaki fark ne?