‘Sağ olduğuna dair evrağınız eksik hamfendi’

Mine Sota
Mine Sota

Oysaki sağdım. Tamam, pek de ayakta sayılmazdım ama henüz yıkılmamıştım. Resmen sağ olduğumu ispat ettireceğim muhtarımız vefat ettiği için, benim kira yardımının da nur içinde yatması gerekiyordu.

Tak tak taktaktak…!

Yıl: 1999

Tak takk!

Yer: Naylon kaplı bir deprem çadırının önü.

Ortam: Ne yaşayan belli, ne ölü!

Gerçek Hayat Dergisinde yazacağımı bilmediğim yazıyı yazdığım ortam ve tarih. Şimdi o anı biraz başa sarıyoruz. Herkes çayını kahvesini alsın.

Yağmurlu bir gündü…

Değil. Depremli bir gündü.

BOL MİKTARDA TRAVMA VE ŞOK

Hayata uyku molasından sonra devam edeceğimizin garantisi varmış gibi, sabah kalkıp kahvaltı yaparız, sonra da işe güce bakarız deyip yattığımız bir gecenin yarısında kopmuş bir kıyametle, çil yavrusu gibi etrafa saçılmıştık. Artık drama, gerilim, traji-komik, korku, macera, hayatta kalmalı bir film vizyona girmişti ve hepimiz ön sıradan 3D olarak izlemeye başlamıştık. Bu filmin bir jenerik müziği olsaydı anca Bach’la karışık Ciguli falan olurdu.

Düşün. Ev yok. Su yok. Yemek, sadece yıkık dökük evlerin mutfağında ne kaldıysa o. Yatak yok, yorgan yok, uyku yok. Ne var? Sadece bol miktarda travma ve şok!

SANKİ BOĞAZDA YALI SATIN ALDIK

İlk başlarda böyle geçen haftaların sonunda, çok şükür ki yardımlar yağmaya başladı. Onu yimem bunu giymem diyenlerin, ekmek arası peynir ve başkasının terliklerini, hırkalarını, hatta bulaşık leğenlerini bulunca sevinçten havalara uçtuklarına şahit oldu bu gözler.

Yardımdan ilk çadırımızı aldığımızda, boğazda yalı satın almışız gibi dört köşe olmuştuk. Âdetten olduğu üzere çadırı iki dakikacıkta yuvaya çevirivermiştik. Etrafına tahtadan masa ve sıralar yapmalar, plastik ayakkabılık dizmeler, çadırın tepesine anten koymalar, neler neler! Çadırın kapısına “Görümcemi seviyorum” işlemeli havlu asan bile olmuştu. Hatta teyzenin biri dantelden çadır kılıfı örmeye kalkınca kendisini el birliğiyle durdurmuştuk.

Yardımdan ilk çadırımızı aldığımızda, boğazda yalı satın almışız gibi dört köşe olmuştuk.
Yardımdan ilk çadırımızı aldığımızda, boğazda yalı satın almışız gibi dört köşe olmuştuk.

DERVİŞ EMPATİSİ YAPMANIN ZAMANI

Sanki hayat hep böyleymiş gibi alıştırdığımız günlerden birinde, kira yardımı yapılacağı müjdesi “Hadi bee! Oh bee!” gibi seslerin yayıldığı çadırların arasında dolaşmaya başladı. Elbette bende bu aniden seratonin salgılayanların arasındaydım ve kira yardımını almak için gerekli evrakları hazırlamaya koyuldum.

Yardımın yapılacağı yere geldiğimde, onyüzmilyon milyar metre uzunluğundaki kuyruğu görünce, işte sabreden Derviş empatisi yapmanın zamanı geldi dedim. Kuyruğun sonundan girdiğiniz de sıra size gelene kadar, o kuyrukta büyüyüp, evlenip, çocukları evlendirip, yaşlanıp ölerek, durduğunuz sıraya gömülebiliyordunuz. O derece!

Gerçek Hayat Dergisi'nin 87. sayısında ki köşem...
Gerçek Hayat Dergisi'nin 87. sayısında ki köşem...

HER HAFTA YAZIMI İSTEDİLER

Sıra bana geldiğinde haliyle tipim biraz kaymıştı. Memura evraklarımı uzattım. Bakındı. Ve şu fantastik cümleyi kurdu: “Sağ olduğuna dair evrağınız eksik hamfendi.”

Oysaki sağdım. Tamam, pek de ayakta sayılmazdım ama henüz yıkılmamıştım. Resmen sağ olduğumu ispat ettireceğim muhtarımız vefat ettiği için, benim kira yardımının da nur içinde yatması gerekiyordu.

İşte böyle günümüzü gördüğümüz bir deprem gününde, tırlatarak aklımı korumak maksadıyla yazdığım kısa bir hikâyeyi Gerçek Hayat Dergisi'ne yolladım. Ertesi gün aradılar ve her hafta yazmamı istediler. Uzun yıllar Mine Sota köşesinde, dergideki kıymetli yazar arkadaşlarımla birlikte yazdım. Üçbin vuruşluk hikâyemiz burada sona ermiştir. Çabuk hoşçakalın.