Sinemanın Falı Çıkar mı?

Salgın’ın hiç kuşkusuz asıl marifeti, mevzuu. Ve mevzuunun bugünlerdeki hâlimizle neredeyse kare kare örtüşmesinin tuhaflığı.
Salgın’ın hiç kuşkusuz asıl marifeti, mevzuu. Ve mevzuunun bugünlerdeki hâlimizle neredeyse kare kare örtüşmesinin tuhaflığı.

Çin’de bir virüs ortaya çıkar ve hızla bütün dünyaya yayılır. Virüs havadan ve kalabalık ortamlardaki ortak temas noktalarından bulaşmaktadır. Genç-yaşlı demeden birçok insan hızla yakalanır bu amansız virüsün pençesine. Çok geçmeden hastalık, dünyanın her yerinde açıklanamayan ölümlere yol açar. Dünya büyük bir salgın tehlikesiyle karşı karşıyadır. Durun bir dakika! Günlerdir bizi evlerimize hapseden korona virüsünü anlatmıyorum, bundan dokuz sene önce çekilmiş bir filmden bahsediyorum.

Bugün size 2011 tarihli Salgın (Contagion) adlı filmden bahsedeceğim. Ama biraz farklı bir anlayışla.

Salgın’ın hiç kuşkusuz asıl marifeti, mevzuu. Ve mevzuunun bugünlerdeki hâlimizle neredeyse kare kare örtüşmesinin tuhaflığı.

Film garip bir şekilde ikinci günle başlıyor. Bir havaalanındayız. Sevgilisinden vedalaşmadan ayrılan kadın, bir yandan telefonla konuşmakta, öbür yandan da kuru kuru öksürmekte. Hâli de pek sıhhatli gözükmemekte. Hong Kong’da, vapur, metro, tramvay gibi kalabalık yerler... İnsanlar sakınmasızca sağa-sola temas etmekte; her zamanki gibi. 20’li yaşlarda hasta gibi görünen bir başkası. Benzeri sahneleri Londra’da da gözlemleriz. İnsanlar bir yandan cep telefonlarıyla meşgul olmakta, öbür yandan ortak temas noktalarına sakınmasızca dokunmaya devam etmekte.

Ölüm de sinsi sinsi aralarında gezinmekte. Genç-yaşlı ayırd etmeksizin hem de. Dünyanın değişik yerlerinde bir yandan hayat olağan akışıyla devam etmekte, öbür yandan da hastalık ve ölüm kol gezmekte. İnsanlar sokak ortasında, şurada-burada sapır sapır ölmekte, ötekilerse bunu telefonlarından videoya çekmekte. Böyle bir çifte kayıtsızlık. Her zamanki çağdaş insanlık hâlleri yani.

Panik ve Vurdumduymazlık

2011 yapımı Contagion filmi, Koronavirüs'ü tahmin mi etti?
2011 yapımı Contagion filmi, Koronavirüs'ü tahmin mi etti?

Hong Kong’dan dönen Mitch Emhoff’un karısı o akşam âniden ölür. Hastanedekiler sebebini açıklayamaz. Adam henüz hastaneden evine dönmeden bu sefer küçük oğlu ölür. Ne olmaktadır? Basın, yetkililer, uzmanlar ve siyasiler, bu beklenmedik gelişme karşısında tam manâsıyla felç. O övüne övüne bitiremedikleri sebep-sonuç ilişkisi yok ortada.

Sadece kendi hayatlarını yaşayan ve yekdiğerine kayıtsız kalan insanlar, yanıbaşlarındaki gelişmelere de kayıtsızlığını sürdürür. Sadece ahali mi? Asıl kayıtsızlık yetkililerde. Olup biteni halka açıklamaktan ısrarla sakınmaktalar.

Elbette bu arada halk da boş durmuyor. Onlar da yetkililerden gelişmelere dair doğru bilgiler alamadıkları için kendi doğrularını icat ve inşa etmekten sakınmıyorlar.

Basın mı? Her zamanki gibi itinayla gerçeğin üzerini örtmekle meşgul.

Başta Dünya Sağlık Örgütü olmak kaydıyla her kurum hızla alarma geçer. İlk ânda SARS protokolleri uygulanır; ardından da öteki tedbirler: belirti taraması, karantina, izolasyon ve sosyal mesafe. O güne kadar virüslere dair vukufiyet kesbedilen bilgilerin bu salgında yeterli gelmeyeceği hemen farkedilecektir.

Başrolde bir Senarist

Salgın kariyeri süresince birden fazla sivri işe imza atmış Steven Soderbergh’e ait bir film. Gerçi filmin dil ve anlatımındaki cesur denemeleri, ünlü oyunculardan müteşekkil kadrosu gibi birçok sinematografik hususiyeti barındırdığı açık ama gene de Salgın’ı bahse konu etmemizin asıl sebebi, dil ve anlatım gibi teknik hususiyetlerinden çok düpedüz içeriği. Yani Salgın’ın ilginçliğinin müsebbibi bu kez yönetmen değil, senarist. Yönetmenle daha önceleri de birkaç kez birlikte çalışmış Scott Z. Burns, bugünden bakıldığında filmin esas oğlanı.

  • Yapımın bir diğer ilginçliği ise filmde adeta figüranın yeralmaması. Çünkü neredeyse bütün küçük rollerde bile karşımıza bir yıldız çıkıyor. Matt Damon ile Kate Winslet başrollerde.

Neredeyse rabarba rolünde bile bir yıldızı görebileceğimiz filmin anlatımı da şaşırtıcı; rahatsız ediciliğe de evrilebilecek bir kovalamaca temposuyla dünyanın farklı yerlerindeki gelişmeleri, klip temposuyla ve peşpeşe sıralayan yapım, bir yandan konulu bir filmin gereğini yerine getirirken öbür yandan da belgesel havasına bürünebilmekte. Peki bu hızlı tempo filme müspet manâda bir şeyler katabilmekte mi? Katmaktan çok almakta sanki.

Başdöndürücü Tempo

Film her ne kadar 68. Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyerini gerçekleştirse de yönetmenin önceki filmleri gibi ilgi çekmediği ortada. Meselâ Trafik (Traffic) gibi. Belki de bunun sebebi, denge kaybettirici bir hızla bir sahneden diğerine, oradan başka bir sekansa sıçrama temposunun doğurduğu başdönmesinin filme odaklanmayı zorlaştırması. Bunca ilginç mevzuuna rağmen üstelik.

Gene de film bir şekilde merak ve ilgiyi sıcak tutmayı başarıyor. Öte yandan, filmin anlatım gramerinin aritmetiği de sanki yeni bir salgını tetikleyecek bir potansiyelde.

  • Filmde en iyi yansıtılan husus, salgının kendisini belli eder etmez siyasilerin ve bürokratların büründüğü meseleyi bir türlü anlamama hâli; daha doğrusu anlamak istememe...

Ticari beklentiler ile siyasi kaygıların sıkıştırmasına maruz kalan yetkililerin kapalı kapılar arkasında sergiledikleri dirençleri görülmeye değer.

Öngörü mü, Yoksa…?

Salgın filminden bir sahne
Salgın filminden bir sahne

Çin’de ortaya çıkan, havadan ve ortak temas noktalarından bulaşan, ölümcül bir salgın var ortada. Herkesin yakalanabileceği bu hastalığın kendisi de bilinmiyor, çaresi de. Tedavi imkânı yok, aşısı yok, ilâcı yok. Tıp, hükûmetler, süper güçler, süper kahramanlar aciz…

  • Ne diyelim şimdi? Bu kadarını da tesadüfe havale etmek de, bütün bir dünyaya yaşatılanların aslında çok daha önceleri prova bile edildiğini iddia etmek de bize kalmış. Hem de bir filmde! Şu yarasa meselesi bile tutuyor işte.

En iyisi bir başka filmi, Los Angeles’ten Kaçış’ı (Escape From L.A.) hatırlayarak bitirelim.

1981’de çekilen New York’tan Kaçış (Escape From New York) filminin bir nevi devamı niteliğindeki Los Angeles’ten Kaçış filminde, bugünden bakınca akla ziyan bir sahne vardır: Valeria Golino’nun canlandırdığı Teslime adlı bir karakter var filmde. Adından da anlaşılacağı gibi Teslime bir Müslüman. Filmin ortalarına doğru bir yerde kahramanımız Teslime’ye sorar:

• Niçin buradasın?

O da cevap verir:

• Ben Güney Dakota’da yaşayan bir Müslümandım. Ama İslâm’ı âniden suç saydılar.

John Carpenter imzalı Los Angeles’ten Kaçış’ın yapım yılı 1996.

11 Eylül’e daha beş yıl var yani.