“To Cover”: Batı medyası israil-Gazze haberlerini nasıl anlattı, nasıl örttü?

Batı medyası israil-Gazze haberlerini nasıl anlattı, nasıl örttü?
Batı medyası israil-Gazze haberlerini nasıl anlattı, nasıl örttü?

İncelemeye tabi tutulan birinci yıl itibarıyla Gazze’deki ölümlerin büyük bölümü sivil, 42 bini aşkın insan -bunun 14 bini çocuk- şehid oldu. Nüfusun yüzde 90’ı yerinden edilmiş durumda. Haberlerin çoğu, bölgeye giremeyen uluslararası muhabirler yerine mahalli gazetecilerin aktardığı bilgilerle oluşturulmuş; bölgeye girebilen az sayıdaki yabancı gazeteci ise genellikle israil ordusuna “gömülü” (embedded) olarak çalışmıştı. Yani yayımladıkları her haber, terör örgütü tarafından önceden onay sürecinden geçirilmişti. Hâl bu iken, çalışmanın ortaya koyduğu bulgular çoğumuzun farkında olduğu türden, ancak yine de çarpıcı.

İngilizcede “to cover” fiili, bir konuyu hem haberleştirmek hem de örtmek mânâsına gelir. Meşhur Filistinli düşünür Edward Said, bundan yaklaşık kırk yıl önce yayımlanan ‘Covering Islam’ adlı kitabında, bu çifte mânânın tesadüf olmadığını söyler. Ona göre Batı medyası, İslam’ı -yahut da genel olarak Batı dışı dünyayı ve onunla ilintili konuları- anlatırken aynı anda onun üzerini de örter.

Bu “örtme” eylemini yönlendiren, yerleşik kalıplar ve farkında olunmadan içselleştirilen önkabullerdir. Zihnî düzeyde kökleşmiş bu refleks, şuurlu manipülasyondan bile daha tehlikelidir; çünkü fark edilmesi ve dönüştürülmesi çok daha zordur.

Bugün Batı’da İslam dünyasının medyada ele alınış biçimi, Said’in yıllar önce altını çizdiği bu meseleyi hâlâ ve her geçen gün yeniden doğruluyor.

- Hangi savaşın manşet olacağı,

- Hangi canın “değerli” sayıldığı,

- Kimin hikâyesinin anlatıldığı,

- Kimin yalnızca rakama ve istatistiğe dönüştürüldüğü -ki tüm bunlar- o zihniyetin güncel yansımalarıdır.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ilk günlerinde Batılı muhabirlerin “Burası Suriye ya da Afganistan değil; Avrupa’nın kalbinde, medeni bir şehir” veya “Burada ölenler sarışın, mavi gözlü çocuklar” gibi ifadeleri yalnızca gazetecilik dili değil, derin bir şuuraltının dışavurumuydu. Bu bakımdan medya hem algının dışa vurumu hem de algıyı inşa etme aracıdır.

Sistematik önyargılar

İsrail’in iki yıldır Gazze’de yürüttüğü ve artık uluslararası literatürde soykırım olarak nitelendirilen saldırılar, Batı medyası için bir turnusol testi niteliğinde oldu. Bu süreçte çok sayıda eleştiri dile getirildi; ancak New York Üniversitesi (NYU) Abu Dabi’den üç araştırmacının kaleme aldığı yeni makale, konuyu çok müşahhas verilerle ortaya koyuyor:

Bedoor AlShebli, Bruno Casara ve Anne Maass tarafından 7 Ekim 2025’te yayımlanan “Media Coverage of War Victims: Journalistic Biases in Reporting on Israel and Gaza” (Savaş Kurbanlarının Medyada Temsili: İsrail ve Gazze Haberlerinde Gazetecilik Önyargıları) başlıklı makale, The New York Times, BBC ve CNN ile Al Jazeera English’in haberlerini karşılaştırmalı biçimde inceliyor. 7 Ekim 2023 sonrasındaki bir yıllık dönemde yayımlanan 14 binden fazla yazılı haber metni üzerinde yapılan analiz, büyük dil modelleri yardımıyla metinlerdeki kalıpları, duygusal tınıyı ve tarafsızlık iddiasındaki sapmaları ortaya koyuyor.

İncelemeye tâbi tutulan birinci yıl itibarıyla Gazze’deki ölümlerin büyük bölümü sivil, 42 bini aşkın insan -bunun 14 bini çocuk şehid olmuştu. Nüfusun yüzde 90’ı yerinden edilmiş durumdaydı. Haberlerin çoğu, bölgeye giremeyen uluslararası muhabirler yerine mahalli gazetecilerin aktardığı bilgilerle oluşturulmuş; bölgeye girebilen az sayıdaki yabancı gazeteci ise genellikle terör örgütü israile “gömülü” (embedded) olarak çalışmıştı; yani yayımladıkları her haber, ordu tarafından önceden onay sürecinden geçirilmişti. Hal bu iken, çalışmanın ortaya koyduğu bulgular çoğumuzun farkında olduğu türden, ancak yine de çarpıcı.

Çalışmanın bulguları

- Dehumanization / İnsansızlaştırma

İnsanlar kimliği belli bir kurbana empati duyarken, isimsiz kalabalıklara karşı duyarsızlaşır.
İnsanlar kimliği belli bir kurbana empati duyarken, isimsiz kalabalıklara karşı duyarsızlaşır.

Makalenin ilk bulgusu, Batı medyasının Filistinli kurbanları birey değil, istatistik olarak yansıtma eğilimine işaret ediyor. The New York Times, BBC ve CNN, İsrailli kurbanları adı, yaşı, hikâyesi ve aile bilgileriyle aktarırken; Filistinliler çoğunlukla “grup düzeyinde” anlatılıyor. Makaleye göre bu fark, “identifiable victim effect” (tanınabilir kurban etkisi) ile açıklanabilir: İnsanlar kimliği belli bir kurbana empati duyarken, isimsiz kalabalıklara karşı duyarsızlaşır.

Araştırmada, NYT’de israilli bireylerin her 6 grup anlatısına karşı 1 kez, Filistinlilerin ise 12 grup anlatısına karşı yalnızca 1 kez şahsi biçimde geçtiği tespit ediliyor.

CNN ve BBC benzer eğilim sergilerken, Al Jazeera English’te bu fark minimal. Yazarlar, “dehumanization”ın yalnızca duygusal dildeki soğukluktan değil, Filistinli şahsî hikâyelerin sistematik biçimde eksik bırakılmasından kaynaklandığını belirtiyor

- False Balance / Sahte Denge

Bir diğer bulgu, haberlerde kurulan “eşitlik illüzyonu.” Gerçekte Filistin’deki can kaybı israilin yaklaşık 20 katı olmasına rağmen, haberlerde sanki taraflar eşit düzeyde acı çekiyormuş gibi bir denge kuruluyor. Araştırma, bu yanılsamanın özellikle BBC, CNN ve NYT’de benzer biçimde üretildiğini gösteriyor. Makale, bu “denge”nin genellikle Hamas’ın 7 Ekim saldırısına sürekli olarak geri dönülerek sağlandığını tespit ediyor: Yeni israilli kayıp olmasa bile gazeteler rehine aileleri ya da saldırının travması üzerine hikâyeleri yeniden dolaşıma sokuyor.

Bu yöntem, “agenda decay” denilen haber ilgisi düşüşüne karşı, israil merkezli bir sabit tahkiye kuruyor. Yani 7 Ekim’i hem başlangıç noktası hem de meşruiyet gerekçesi hâline getiriyor.

Filistinli çocuk ölümleri sahadaki vakaların yüzde 99’unu oluşturmasına rağmen, haberlerde israilli çocukların payı yüzde 45–50 seviyesinde.
Filistinli çocuk ölümleri sahadaki vakaların yüzde 99’unu oluşturmasına rağmen, haberlerde israilli çocukların payı yüzde 45–50 seviyesinde.

- Children Representation / Çocuk Temsili

Makalenin sahte denge bulgusunda çocuk temsiline özel bir yer ayrılıyor. Çalışma, dört medya kuruluşunun toplam haberlerinde çocuklara ortalama yüzde 46,5 nispetinde yer verdiğini belirtiyor. Bu, savaşın genel ölümlerine göre aslında yüksek bir oran. Ancak taraflara göre dağılım dramatik biçimde değişiyor: Filistinli çocuk ölümleri sahadaki vakaların yüzde 99’unu oluşturmasına rağmen, haberlerde israilli çocukların payı yüzde 45–50 seviyesinde. Yani Batı medyası, çocuk haberlerinde de “sahte denge” kurarak gerçek tabloyu tersine çeviriyor.

Al Jazeera English, çocuk kurbanların yüzde 91’ini Filistinli olarak ele alarak sahadaki oranla en tutarlı görünümü sergiliyor, ancak yazarlar yine de bu yaklaşımın “tam denge” olmadığını not düşüyor

- Source Credibility Bias / Kaynağa Yönelik Şüphe

Bu bulgu, seçici kaynak atfı (selective citation) ve “şüphe dili”nin sistematik kullanımını gösteriyor.

Batı medyası Filistin kaynaklı bilgileri aktarırken çok daha sık şekilde kaynağı vurguluyor. Mesela “Hamas-run Health Ministry” (Hamas tarafından yönetilen Sağlık Bakanlığı) veya “The numbers could not be independently verified” (rakamlar bağımsız kaynaklarca doğrulanamadı) gibi ifadeler. Buna karşın, terör oluşumu israilin sözde ordusu veya hükümet kaynaklı veriler neredeyse hiç sorgulanmıyor, bunlar okuyucuya kayıtsız şartsız doğruymuş gibi sunuluyor.

Makale, BBC’nin israil kaynaklı ölümleri yalnızca yüzde 17 oranında kaynak göstererek aktardığını, buna karşın Filistin verilerini 3 kat daha fazla kaynak atfıyla sunduğunu belirtiyor. Bu, izleyici zihninde “Filistin güvenilmez, israil doğrulanmış” şeklinde örtük bir algı yaratıyor ve bu farkın ideolojik yönelim ya da haber standardı değil, şuuraltı bir taraf tutma biçimi olduğunu öne sürüyor.

- Quantitative vs. Qualitative Visibility / Niceliksel - Niteliksel Görünürlük

Neticeleri açık: Filistinli ölümler haberlere sayı şeklinde yansıyor; israilli ölümler ise hikâyeleştirilerek anlatılıyor.
Neticeleri açık: Filistinli ölümler haberlere sayı şeklinde yansıyor; israilli ölümler ise hikâyeleştirilerek anlatılıyor.

Makaledeki dikkat çekici bu bulgu, haberlerin sayısıyla değil derinliğiyle ilgili. Araştırmacılar haber metinlerindeki duygu yoğunluğu ve hikâye derinliğini ölçmek için kendi geliştirdikleri HEART (Human Empathy and Narrative Taxonomy) modelini kullanıyor.

Neticeleri açık: Filistinli ölümler haberlere sayı şeklinde yansıyor; israilli ölümler ise hikâyeleştirilerek anlatılıyor. BBC, CNN ve NYT, özellikle İsrailli rehinelerin öldüğü veya kurtarıldığı dönemlerde “vividness of emotion” (duygu canlılığı) skorlarında ânî sıçramalar gösteriyor. Bu iki zirve -Kasım 2023’teki rehine-tutuklu değişimi ve Ağustos 2024’teki rehine krizi- duygu yoğunluğunun dramatik biçimde israil lehine kaydığını ortaya koyuyor.

Buna karşın Al Jazeera English, duygu anlatımında dalgalanmalar göstermeden genel olarak daha dengeli bir ton koyuyor.

Ve netice

Çalışma, Batı medyasının görünürde tarafsız ama yapı olarak israili insanlaştıran, Filistini görünmezleştiren bir anlatım düzeni içinde işlediğini kanıtlıyor. Bu durum şahsi öznellikten çok daha derin; kurumsallaşmış bir medya dilinin ürünü.

Edward Said’in de yıllar önce hatırlattığı gibi savaş haberleri yalnızca “bilgi aktaran” metinler değildir. Aynı zamanda kimin insan, kimin istatistik, kimin yasının tutulmaya değer olduğuna karar veren sessiz otoriteler haline gelir. Bugün Batı medyasının “cover” ettiği her hikayede, aslında neyin anlatıldığı kadar neyin örtüldüğünü de okumaya çalışmak gerekiyor…

  • Ekim ayında Orta Doğu’da neler oldu?
  • - 5 Ekim: Esad'ın devrilmesinden sonraki ilk parlamento seçimi
  • Suriye’de 2024 yılı Aralık ayında Beşar Esad’ın devrilmesinden yaklaşık bir yıl sonra ilk kez hür bir seçim yapıldı. Seçim doğrudan halk oylamasıyla değil, geniş kitlelerin temsil edildiği halk delegeleri aracılığıyla dolaylı biçimde gerçekleştirildi. Neticede ülkenin yeni anayasasını hazırlayacak ve siyâsî geleceğini şekillendirecek 210 sandalyeli meclisin 127 üyesi seçildi; kalan üçte birlik kısmı ise Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara tarafından atanacak. Seçim süreci bazı yönleriyle eleştirilse de Esad döneminin sona ermesinden bu yana yaşananlar “yeni bir siyasi hayatın” başlangıcını temsil ediyor. Pek çok Suriyeliye göre bu gelişme, uzun yıllar sonra ülkenin millî birliğe dayalı yeni bir döneme adım atması açısından umut verici bir süreci başlatıyor.
  • - 10 Ekim: Gazze’de ateşkes devreye girdi
  • ABD Başkanı Trump, 9 Ekim'de Mısır'da devam eden müzakerelerde israil ile Hamas'ın Gazze'de ateşkes planının ilk aşamasını onayladığını duyurmasından bir gün sonra anlaşma yürürlüğe girdi. Müzakerelerin yapıldığı Mısır'da imzalanan anlaşma, israilin onayıyla 10 Ekim'de devreye girdi.
  • Takip eden günlerde Hamas'ın 13 İsrailli esiri Kızılhaç heyetine teslim etmesiyle Gazze Şeridi'ndeki 20 sağ İsrailli esirin tümü serbest bırakıldı. İsrail'in, Gazze’deki ateşkes anlaşmasının ilk aşamasında aralarında "müebbet hapse" mahkûm edilenlerin de bulunduğu 1968 Filistinli esiri serbest bıraktığı bildirildi.
  • İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nde varılan ateşkese rağmen çeşitli iddialarla Filistinlilere yönelik saldırılarını sürdürmesi, ateşkesin kalıcılığına yönelik şüpheleri yeniden tetikledi.
  • - 21 Ekim: Cumhurbaşkanı Erdoğan Körfez turuna çıktı
  • Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan karşılıklı ilişkilerin güçlendirilmesi, Gazze'de kalıcı ateşkes sağlanması ve insani yardımların artırılması gibi konuları ele almak üzere Kuveyt, Katar ve Umman'ı kapsayan Körfez turuna çıktı. Seyahat programına dahil edilen Umman, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde bu ülkeye yaptığı ilk ziyaret olarak öne çıktı.
  • Ziyaretlerde ekonomik işbirliğini derinleştirmek ve savunma alanındaki işbirliklerini güçlendirmek kadar Gazze’deki ateşkesin devam etmesi, Gazze'nin yeniden inşası ve yardımların yapılmasında koordinasyonun sağlanması da önemli gündem başlıkları oldu.