TOKİ Konutları'nda faiz şartı ve Diyanet fetvası

İslam hukukunun “zaruret” halinde yeyip içmeyi mubah saydığı hal, kişinin açlıktan veya susuzluktan ölümle burun buruna geldiği haldir.
İslam hukukunun “zaruret” halinde yeyip içmeyi mubah saydığı hal, kişinin açlıktan veya susuzluktan ölümle burun buruna geldiği haldir.

Din İşleri Yüksek Kurulu’nun ilgili fetvasının başında, faizin her türlüsüyle haram olduğundan söz edilmesine rağmen, son cümlede, %0.49 faizle vatandaşa satılacak TOKİ konutlarının alımının caiz olduğunun belirtilmesi hem başta söylenenle çelişkilidir, hem de mesnedsizdir. Böyle bir yaklaşım, bundan sonraki her faizli meselenin cevaza zorlanması sonucunu getirecektir. Bunun sonucunda ise, her tür faizli muamele hakkında meşruiyet yolu açılacak ve böylelikle Müslümanların faiz hassasiyeti kaybolup gidecektir.

İslam hukuku, satılan malın fiyatının önceden belirlenmesini gerekli görmekte ve fiyatın tam olarak belirlenmediği alışverişi fasid olarak nitelemektedir. Herhangi bir alışverişin fasid olması durumunda ya o alışverişteki fesad giderilir ya da ya da alışveriş derhal feshedilir. Alışverişi fasid kılan nedenin sonradan giderilmesiyle alışveriş sahihe dönüşür. Önceden belirlenen fiyatın sonradan ilave yapılarak artırılması da İslam hukukuna göre caiz değildir.

Ancak tarafların mağdur olmayacağı ve belirsizliğe mahal olmayacak bir şekilde ödeme takvimi belirlemek bunun dışında tutulabilir.

Alışveriş akdinde, ne amaçla olursa olsun, çok küçük bir oranda da olsa “faiz” öngören bir şartın bulunmasıyla da akit fasid olur ve böyle bir alışveriş caiz olmaz. Faiz, akitlerde şart koşulan karşılıksız fazlalıktır.

Diyanetin fetvası mantık kurallarına da aykırıdır. Zira bir şey hem A hem B olamaz.
Diyanetin fetvası mantık kurallarına da aykırıdır. Zira bir şey hem A hem B olamaz.

DİYANET FETVASI

Diyanet/DİYK’nun ilgili fetvasının başında, faizin her türlüsüyle haram olduğundan söz edilmesine rağmen, son cümlede, %0.49 faizle vatandaşa satılacak toki konutlarının alımının caiz olduğunun belirtilmesi hem başta söylenenle çelişkilidir hem de mesnedsizdir. Böyle bir yaklaşım, bundan sonraki her faizli meselenin cevaza zorlanması sonucunu getirecektir. Bunun sonucunda ise, her tür faizli muamele hakkında meşruiyet yolu açılacak ve böylelikle Müslümanların faiz hassasiyeti kaybolup gidecektir.

Diyanetin fetvası mantık kurallarına da aykırıdır. Zira bir şey hem A hem B olamaz. Siz başta faiz haramdır, faizli krediyle ev araba alınamaz diyorsunuz; sonda da orta ve alt gelirli vatandaşın % 0,45 oranında faizle ev alması caizdir diyorsunuz. Bu apaçık bir çelişkidir.

Helal olan bir şeyin aslına, haram olan bir nesnenin sıfatının verilmesiyle helalin vasfının değişmeyeceği değerlendirmesi de yanlıştır.
Helal olan bir şeyin aslına, haram olan bir nesnenin sıfatının verilmesiyle helalin vasfının değişmeyeceği değerlendirmesi de yanlıştır.

Zaruret halinde faizli muamele caizdir, diyorsanız, o zaman bu meselenin aslına bakmak gerekir. İslam hukukunda zaruret halinde haram nesneyi haddi aşmadan yiyip içmenin caiz olduğu, hatta gerekli doğrudur. Bu hüküm, “zaruretler, memnu olanı mubah kılar” külli kaidesiyle özetlenmiştir. Ancak “zararuretler mahzurları mubah kılar” külli kaidesini yazan Mecelle, “zaruret”in tanımlamasını da yapmıştır. Ana kaideyi alıp da aynı kaidenin açıklamasındaki “zaruret” tanımını görmezden gelmek, objektiflikle bağdaşmaz. (Bkz. (Durarü’l-Hükkam Şerhu Mecelleti’l-Ahkam, I, 79).

İslam hukukunun “zaruret” halinde yeyip içmeyi mubah saydığı hal, kişinin açlıktan veya susuzluktan ölümle burun buruna geldiği haldir. (Bkz. Bakara, 2/173; Durarü’l-Hükkam Şerhu Mecelleti’l-Ahkam, I, 79). Bu durumda olan bir Müslümanın, ölmeyecek kadar haram olan nesneden yiyip içmesi, cevazın da ötesinde kendisine bir vazife olur. Bu yüzden, Fai

DİYK Üyesi Abdullah Kahraman
DİYK Üyesi Abdullah Kahraman


20 yıl evvelinden beri bugünkü “faiz”in, Kur’an-ı Kerim’deki “riba” olmadığını, dolayısıyla bu günkü fazin haram kabul edilemeyeceğini ileri süren serbest kürsü ilahiyatçıları varken, en son DİYK Üyesi Abdullah Kahraman’ın da bu görüşü dillendirdiği görülmüştür. Hatta adı geçen Üye, 15 Ocak 2020 akşamında Diyanet TV’deki Mizan programında, “DİYK’nun, güne hitap etmek için, İslam’ın yaşanabilir bir din ve bir hayat biçimi haline getirebilmek için cevap verdiğini” ifade etmekle, adeta dilinin altındaki baklayı kaçırmıştır (video, 19:00’ı dk). “İslam’ı yaşanabilir bir din haline getirmek” ne demek?.. Dinin kırpılıp zamana uydurulması demek değil midir?...

DİĞER YAKLAŞIMLAR

Toki evleri satışındaki faiz şartının faiz anlamına gelmediği, buradaki maksadın faiz olmadığı, aksine bunun veresiye bir satış olduğu gerekçesiyle bu satışın caiz olduğunu ileri sürenler de olmuştur.

Bu görüş sahipleri ilave bir gerekçe olarak da şunu söylemektedir: Bu satışda bayi’nin de borç verenin de aynı kurum (devlet) olduğu, yani malı satanın da borcu verenin de devlet olduğu, dolayısıyla işlemin tek kişi tarafından gerçekleştirilmesi nedeniyle sözleşmede faiz şartının geçmesinin önemli olmadığını ve bu şartın “lagv” olduğunu ileri sürmektedirler.

Bu yaklaşım, münasebetsiz ve oldukça garip bir yaklaşımdır. Böyle bir düşüncenin naslarda da içtihatlarda da yeri yoktur.
Bu borçlanmadan faizi kaldırmış olsanız bile, tek kişi/kurum tarafından hem borç verilmesi hem de mal satılması akdi gayri caiz hale getirir.
Bu borçlanmadan faizi kaldırmış olsanız bile, tek kişi/kurum tarafından hem borç verilmesi hem de mal satılması akdi gayri caiz hale getirir.

Zira söz konusu faiz şartı içeren bir satış, şayet vadeli bir satışsa, o takdirde akitte neden açıktan faiz şartı yer almaktadır?

Aksine, mal satışını ve borçlandırmayı tek kişiden/kurumdan kabul ederseniz, o takdirde, bir akit içerisinde iki akdin (safkateyn) bulunması söz konusu olur. Bunlardan biri, satış/bey akdi, diğeri de borçlanma/karz akdi. Üstelik karz akdi, faizlidir.

Öte yandan Devletin iki ayrı kurumları olan Toki ile Banka da ayrı birer tüzel kişiliktir. Devlete ait de olsa, bütçeleri ve yönetimleri bağımsız olan her kurum ayrı birer kurumdur.

Bu borçlanmadan faizi kaldırmış olsanız bile, tek kişi/kurum tarafından hem borç verilmesi hem de mal satılması akdi gayri caiz hale getirir. Zira müşteri, tek şahıstan/kurumdan, hem malı satın almak zorunda kalıyor, hem de aynı şahıstan borç almak zorunda kalıyor. Bu durumda müşteri, iki tür ihtiyacından dolayı da satıcıya muhtaç ve mahkum hale gelmekte ve iş satıcının vicdanına kalmaktadır. Dolayısıyla böyle bir satışta müşterinin fahiş fiyata zorlanarak aldatılması söz konusu olabilir.

Akitlerde taraflardan birinin zararını içeren bir şartın bulunması akdi fesada uğratır.
Zira kulların Allah’ın helal kıldığını haram, haram kıldığını da helal olarak vasıflama yetkisi yoktur.
Zira kulların Allah’ın helal kıldığını haram, haram kıldığını da helal olarak vasıflama yetkisi yoktur.

Bir şahsa ya da kuruma hem borçlanmak hem de kendisinden mal almak zorunda kalmış bir müşterinin zarara uğratılması oranı oldukça yüksektir. Faiz şartı da müşteriyi zarara uğratan sebeplerdendir.

Enflasyon oranında faizin caiz olduğu da söylenemez. Sadece borcun temerrüdü (zamanında ödenmemesi) halinde Ebu Yusuf’un (r.a.)’in görüşü alınarak borcun reel değeri borçludan istenebilir. Bu da borç vereni korumak ve borç alanın suiistimalini önlemek içindir. Enflasyon oranında faizi borçlanmanın başında kabul etmek, gelecek yıllarda enflasyon bundan aşağı düşmesin anlamını taşır. Zira siz, örneğin mezkur Toki satışında 20 yıl enflasyonu garantilemiş oluyorsunuz.

Helal olan bir şeyin aslına, haram olan bir nesnenin sıfatının verilmesiyle helalin vasfının değişmeyeceği değerlendirmesi de yanlıştır.
Biliyoruz ki “faiz”in adı bile Müslümanın kırmızı çizgisidir...
Biliyoruz ki “faiz”in adı bile Müslümanın kırmızı çizgisidir...

Zira, Allah’ın helal kıldığı hiçbir nesne, haram olan diğer bir nesne ile vasıflandırılamaz. Nasıl ki sığır etini domuz eti, nikahı zina, suyu da şarap olarak görmüyorsanız; helal olan bir alışverişi de “faiz” olarak vasıflamamalısınız!

Zira kulların Allah’ın helal kıldığını haram, haram kıldığını da helal olarak vasıflama yetkisi yoktur (Bkz. Nahl, 116). Eğer bu yanlışlıkla yapıldıysa, bu yanlış düzeltilmeden o meseleyi aklama yoluna gidilmemelidir. Bazı görüş sahipleri “Helal olan bir durum yanlış sıfatlanarak faiz denmiştir; oysa bu faiz değildir” demektedirler. Gerçekten faiz değilse o zaman önce kavramın düzeltilmesi gerekir.

Yanlış da olsa faizle vasıflanan bir meseleyi aklamak, bir din adamına vazife olmamalıdır.

Zira, yapılan işin aslı helal olsa bile, kişi haram fiil niyetiyle yaptığında o haramı bizzat işlemiş gibi olur. Bu bağlamda, bir bardak suyu karşılıklı olarak kaldırıp “şerefe” diyenler içki içmiş gibi günaha girerler. Nesneler ve olgular hakkındaki yanlış sıfatlamaları ortadan kaldırmadan onları doğrudan meşru görmek Müslümana yakışmaz. Allah’ın şiarına saygısızlık söz konusu olur (Bkz. Maide, 5/2; Hac, 22/32).

Diyanetin fetvası mantık kurallarına da aykırıdır.
Diyanetin fetvası mantık kurallarına da aykırıdır.

Sonuç

Biliyoruz ki “faiz”in adı bile Müslümanın kırmızı çizgisidir. “Faiz” kelimesi Müslümanın içine ürperti vermektedir. Zira faiz/riba, Allah’ın Kuran’da ‘Allah ve Rasülüne harp’ olarak nitelediği büyük bir günahtır. (Bkz. Bakara, 2/275-280). Hadisi şeriflerde de aynı vahim durum bildirilmiştir.

Bu yüzden açık ifade ile satış akdinde bulunan faiz şartını “lagv” saymak veya görmezden gelmek, yahut da açık faiz şartına rağmen bu alışverişi masum bir vadeli satış kabul etmek mümkün değildir. Laik devletin mevzuatında alışverişe faiz şartının konması yadırganmaz. Gönül ister ki, yüzde 99 Müslüman denilen bir ülkede, özellikle halka hizmet olarak düşünülen bir uygulamada dini hassasiyetler gözetilsin!

Bunun dışında, herhangi bir Müslüman kendi şartları içerisinde, kendi tercihiyle bu yoldan ev sahibi olabilir.

Faiz konusunda İslam hukukunun tanımladığı şekilde bir “zaruret” bulunmadığı için faiz almak, vermek ve de faizli akdi kabul etmek haramdır.
Faiz konusunda İslam hukukunun tanımladığı şekilde bir “zaruret” bulunmadığı için faiz almak, vermek ve de faizli akdi kabul etmek haramdır.

Bu noktada o müminin durumu, Allah ile kendisi arasında bir mesele olur. İçinde faiz şartı bulunan bir satış muamelesini, zorlamayla, ilgisiz ve karmakarışık yorumlarla meşru gösterme cihetine kimse yönelmemeli.

Devletin bir hizmetin şartlarını Müslüman kitlenin inanç ve kültürüne yaklaştırma yerine, fedakarlığı hep dinden beklemesi yerinde olmaz, dini önemsiz hale getirir. El-hasıl, faiz risk ve şüphesi bulunan bir satışı, dinen tezkiye etmekten kaçınmak ve kişilere gerekli objektif bilgiyi verdikten sonra kendi şartları ve tercihleriyle baş başa bırakmak en doğrusudur.

Bu akdi faiziyle birlikte kabul etmek yerine, faiz şartını kaldırın, toplam fiyatı tespit edip bunu vade sayısına bölün ve öylece vatandaşa satın!

Bir konutun faiziyle birlikte toplam fiyatı örneğin 250 bin TL ise, bu konutun fiyatına baştan 250 bin TL diyerek bu rakamı taksitlere bölün! Bu durumda hem faiz şartı kalkmış hem de fiyat belirli hale gelmiş olacaktır. Bu işlemi yapan kurum, neden bu şekilde bir satış şartı hazırlamıyor da fasit durumdaki bir akit zorla İslamileştirilmeye çalışılıyor?..