Trump’ın dört yıllık karnesi

Trump, müttefikleri kızdıracak bir adım daha attı ve ödeme yapmazlarsa NATO ittifakının 5. maddesinde yer alan karşılıklı savunma taahhüdüne uyulmayacağını ima etti. Bu da Avrupa çapında güvenlik endişelerini ayyuka çıkardı. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un öncülüğünde NATO’dan bağımsız bir Avrupa ordusu oluşturma fikri yeniden gündeme getirildi. Fakat bu teşebbüsün başarıya ulaşma şansı pek yoktu. Nitekim Trump da sosyal medya hesabından 13 Kasım 2018’de yaptığı paylaşımla “dalgasını” geçmişti.
Trump, müttefikleri kızdıracak bir adım daha attı ve ödeme yapmazlarsa NATO ittifakının 5. maddesinde yer alan karşılıklı savunma taahhüdüne uyulmayacağını ima etti. Bu da Avrupa çapında güvenlik endişelerini ayyuka çıkardı. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un öncülüğünde NATO’dan bağımsız bir Avrupa ordusu oluşturma fikri yeniden gündeme getirildi. Fakat bu teşebbüsün başarıya ulaşma şansı pek yoktu. Nitekim Trump da sosyal medya hesabından 13 Kasım 2018’de yaptığı paylaşımla “dalgasını” geçmişti.

Daha göreve gelmeden, 27 Aralık 2016’da BM hakkında “Büyük potansiyele sahip olduğu halde, ne yazık ki sadece insanların bir araya gelerek sohbet ettiği, hoşça vakit geçirdiği bir kulüp” tespitini yapan Trump, başkanlık koltuğuna oturunca yaşanacakları önceden haber vermiş oluyordu. Nitekim 2019 Eylül’ünde BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada “Gelecek küreselcilerin değil, vatanseverlerin” diyecek ve dünya sistemine restini çekecekti.

Trump, ABD’nin 45. başkanı olmadan önce de ülke çapında fazlasıyla bilinen bir isimdi. Bir kere ülkenin “emlak kralı” olarak nam salmıştı. Dahası, 2004 yılının Ocak ayında başlayıp 2017 Şubatında sona eren ve 15 sezon yayınlanan The Apprentice (Çırak) isimli TV şovunun tam 14 sezon boyunca hem yapımcısı, hem de yıldızıydı. Şovun mekanı da New York’taki Trump Tower olarak seçilmişti. Programa katılan yarışmacıları "kovuldun" diyerek elemesiyle biliniyordu.

Uzun yıllar TV şovmenliğinden sonra en büyük şovunu sergilemek için Beyaz Saray’a taşınan Trump, burada da elinden geleni esirgemedi. Uzun süre akıllardan silinmeyecek bir performansa imza attı. Yaptıkları ve yapmadıkları ile bir döneme damgasını kesinlikle vurdu.

 ABD’nin lider ülke olmanın avantajlarından faydalanma yerine, daha ziyade yükünü çektiğini düşünen Trump, BM ile ilişkilerini de bu çerçeve içerisinde yeniden konumlandırdı.
ABD’nin lider ülke olmanın avantajlarından faydalanma yerine, daha ziyade yükünü çektiğini düşünen Trump, BM ile ilişkilerini de bu çerçeve içerisinde yeniden konumlandırdı.

Gelişi olaylı olmuştu. Demokratların adayı Hillary Clinton’ı yenmesi büyük sürprizdi. 20 Ocak 2017 günü Washington’da yemin ederek koltuğuna oturduğu vakit, ülke kaynayan bir kazana dönüşmüş, çıkan protesto gösterilerinde 9 kişi yaralanmış, 217 kişi de tutuklanmıştı.

Gidişi de olaylı oldu. Amerikan tarihinde bir ilk gerçekleşti ve Trump taraftarları ABD Kongresi’ni basarak dünya kamuoyuna ilginç fotoğraflar sundu. Çıkan olaylarda 4 protestocu ile 1 polis hayatını kaybederken 14’ü polis memuru olmak üzere yüzlerce kişi yaralandı. En az 52 kişinin de tutuklandığı kayıtlara yansıdı.

  • “Make America Great Again / Amerika’yı Yeniden Mükemmel Yap” sloganını ağzından düşürmeyen Trump’ın başkanlık dönemi, ülkedeki politik ve sosyal fay hatlarını en net şekilde ortaya koyan, “Amerikan Rüyası” dekorunun arkasına itilmiş kabuslarla dolu gerçek Amerika fotoğrafını gözler önüne seren bir dönem olarak hatırlanacak.

Şimdi gelelim 4 yıllık Trump dönemini analiz etmeye...

Trump BM’ye meydan okudu

Milliyetçi eğilimler gösteren Trump’ın “America First / Önce Amerika” anlayışı, İkinci Dünya Savaşı sonunda ABD’ye verilmiş olan “küresel liderlik” pozisyonunun sorgulanmasını da beraberinde getirdi. ABD’nin lider ülke olmanın avantajlarından faydalanma yerine, daha ziyade yükünü çektiğini düşünen Trump, BM ile ilişkilerini de bu çerçeve içerisinde yeniden konumlandırdı.

Daha göreve gelmeden, 27 Aralık 2016’da BM hakkında “Büyük potansiyele sahip olduğu halde, ne yazık ki sadece insanların bir araya gelerek sohbet ettiği, hoşça vakit geçirdiği bir kulüp” tespitini yapan Trump, başkanlık koltuğuna oturunca yaşanacakları önceden haber vermiş oluyordu. Nitekim 2019 Eylül’ünde BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada “Gelecek küreselcilerin değil, vatanseverlerin” diyecek ve dünya sistemine restini çekecekti. Peki, Trump-BM ilişkileri ne minvalde seyretti?

  • - Paris İklim Anlaşması’ndan çekildi.
  • - BM Göç Anlaşması konusunda işbirliğine yanaşmadı.
  • - Barış Misyonu’na yaptığı mali katkıyı kıstı.
  • - BM’nin Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü olan UNESCO üyeliğini iptal etti.
  • - BM İnsan Hakları Konseyi’nden çekildi.

- Dünya Sağlık Örgütü’nü (DSÖ) korona kriziyle mücadelede yetersiz kalmakla ve Çin’in kuklası olmakla itham ederek önce örgüte aktardığı fonları askıya aldı. Daha sonra da DSÖ ile ilişkilere tamamen son verdiklerini ilan etti.

- BM Genel Kurulu’nda 128’e karşı 9 oyla red cevabı geldiği halde Kudüs konusunda İsrail yanlısı tutumunu sürdürdü. Üstelik Genel Kurul üyelerine oylama konusunda baskılar yaptı, yaptırım tehditlerinde bulundu.

Nato’yu eleştirdi

Trump sadece BM’yi değil, NATO’yu da sık sık eleştirmesiyle dikkat çekti. Nitekim Biden seçimi kazanınca en ilginç yorumlardan biri, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’den geldi. Borrell, “Bizi hasım görmeyen bir ABD başkanı ile çalışmaktan memnuniyet duyacağız” diyerek Trump’tan yaka silktiklerini açıkça ortaya koydu.

Trump, Atlantiğin diğer yakasını sorumluluklarını doğru düzgün yerine getirmedikleri için suçluyordu. 11 Temmuz 2018’de Brüksel’de gerçekleşen NATO Zirvesi öncesinde Avrupalı liderlere mektup göndermiş, onlardan NATO için paylarına düşen ödemeyi adil bir şekilde yapmalarını istemişti. ABD'nin en çok eleştirdiği ülkelerden biri Almanya idi. Almanlar, gayri safi yurtiçi hasılanın sadece yüzde 1.2’sini savunmaya ayırmış, 2025 yılına dek bu oranı 1.5’e çıkaracaklarını söz vermişlerdi. Ancak bu rakam Trump için yetersizdi. Zira 2014 yılındaki NATO Zirvesi’nde ittifak üyeleri savunma bütçelerini 10 yıl içinde yüzde 2’ye çıkarmayı taahhüt etmişlerdi. 29 NATO üyesinden sadece 5’i yüzde 2’lik rakamı tutturuyordu.

  • - ABD (yüzde 3.5)
  • - Yunanistan (yüzde 2.27)
  • - Estonya (yüzde 2.14)
  • - İngiltere (yüzde 2.1)
  • - Letonya (yüzde 2)

Trump, kendi açısından bakıldığında tutarlı bir görüntü veriyordu. Zira başkanlık yemini etmeden 4 gün önce, 16 Ocak 2017’de İngiliz The Times gazetesine verdiği mülakatta aynen şöyle diyordu:

“Nato'nun sorunları olduğunu uzun zaman önce söylemiştim. İlki, NATO modası geçmiş bir kurum. Çünkü çok uzun yıllar önceki şartların ürünü, ona göre tasarlandı. İkincisi ise üye ülkeler ödemeleri gerekeni ödemiyorlar. NATO'nun modası geçmiş, çünkü terörle de ilgilenmiyor.”

İsrail’in başkenti artık Kudüs’tü ve ABD elçiliği Tel Aviv’den Kudüs’e taşınacaktı.
İsrail’in başkenti artık Kudüs’tü ve ABD elçiliği Tel Aviv’den Kudüs’e taşınacaktı.

Trump, müttefikleri kızdıracak bir adım daha attı ve ödeme yapmazlarsa NATO ittifakının 5. maddesinde yer alan karşılıklı savunma taahhüdüne uyulmayacağını ima etti. Bu da Avrupa çapında güvenlik endişelerini ayyuka çıkardı. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un öncülüğünde NATO’dan bağımsız bir Avrupa ordusu oluşturma fikri yeniden gündeme getirildi. PESCO (Kalıcı Yapılandırılmış İşbirliği) olarak da bilinen bu teşebbüsün başarıya ulaşma şansı pek yoktu. Nitekim Trump da sosyal medya hesabından 13 Kasım 2018’de yaptığı paylaşımla “dalgasını” şu sözlerle geçmişti:

“Emmanuel Macron, ABD, Çin ve Rusya’ya karşı Avrupa’nın kendi ordusu kurmasını teklif etmiş
“Emmanuel Macron, ABD, Çin ve Rusya’ya karşı Avrupa’nın kendi ordusu kurmasını teklif etmiş

“Emmanuel Macron, ABD, Çin ve Rusya’ya karşı Avrupa’nın kendi ordusu kurmasını teklif etmiş. Fakat Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında Fransızlar Almanya tecrübelerini yaşamadılar mı? ABD gelip de onları kurtarana dek Paris’in ortasında Almanca öğrenmeye çalışıyorlardı. NATO için ödeme yap veya yapma, gerçek işte bu!”

AB’yi rakip gördü

Milliyetçi Trump’ın “Önce Amerika” politikası AB’yi de sık sık eleştirmesini beraberinde getirdi. AB’yi “ticari hasım” olarak gördüğünü çekinmeden dile getiren Trump’ın, yeri gelince AB için “cehennem çukuru” tabirini kullanması dikkatlerden kaçmadı. Peki, bu tutumunda haklı mıydı? Kendi açısından evet. Çünkü ülkesi, AB ülkeleriyle yaptığı ticarette her yıl 100 milyar doları aşan bir açık veriyordu. Bu nedenle ülke ticaretini korumaya alan bir tavır sergileyip çelik ve alüminyuma ilave gümrük vergileri getirdi. AB’nin cevabı gecikmedi, onlar da Amerikan menşeli ürünlere yeni vergiler ihdas ettiler. Karşılıklı restleşmeler neticesinde ABD ile AB arasında bir ticaret savaşının trompetleri duyulmaya başlandı.

Oysa Obama dönemi tablo tamamen farklıydı. 2013 yılında taraflar arasında Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) görüşmeleri başlamıştı. 2019 rakamlarıyla ABD ile AB arasındaki ticaret hacminin 1 trilyon doları aştığı düşünüldüğünde böyle bir ortaklığın dünya ticaretine nasıl yansıyacağı pekala anlaşılabilir. AB ülkelerindeki Amerikan yatırımları Asya ülkelerine kıyasla 3 misliydi. ABD’deki AB yatırımları da Hindistan ve Çin toplamı baz alındığında tam 8 misliydi. Fakat Trump gelince TTIP görüşmeleri askıya alındı. Çünkü Trump, her yıl zaten 100 milyar doları bulan ticaret açığının bu anlaşma ile ABD ekonomisini çökerteceğini düşünüyordu.

Obama’nın başkan yardımcı iken TTIP görüşmelerine olumlu bakan Biden, büyük aksilik olmazsa bu görüşmeleri yeniden başlatacaktır. Zira Biden, Trump’ın aksine her iki tarafın da bu anlaşmadan büyük menfaatler sağlayacağı görüşünde. Trump’ın tezi net rakamlara dayanıyor, Biden ise işin temenni boyutunda. TTIP imzalanıp işlerlik kazanınca kimin haklı çıkacağını görmüş olacağız.

Milliyetçi Trump’ın “Önce Amerika” politikası AB’yi de sık sık eleştirmesini beraberinde getirdi. AB’yi “ticari hasım” olarak gördüğünü çekinmeden dile getiren Trump’ın, yeri gelince AB için “cehennem çukuru” tabirini kullanması dikkatlerden kaçmadı.
Milliyetçi Trump’ın “Önce Amerika” politikası AB’yi de sık sık eleştirmesini beraberinde getirdi. AB’yi “ticari hasım” olarak gördüğünü çekinmeden dile getiren Trump’ın, yeri gelince AB için “cehennem çukuru” tabirini kullanması dikkatlerden kaçmadı.

TTIP projesini son zamanlarda daha da öne çıkartan bir gelişmenin olduğunu da belirtmek gerekiyor. Çin’in başı çektiği, Asya-Pasifik bölgesindeki on beş ülkenin sekiz yıl süren müzakerelerden sonra imza attığı Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP) anlaşmasını gözden kaçırmayalım. RCEP anlaşması, şu an itibariyle dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşması konumunda. Zira iki milyarı aşkın bir nüfusu ve küresel gayrisafi hasılanın yaklaşık üçte birine karşılık geliyor. Bakalım Çin’in bu hamlesine Atlantik hattı TTIP ile cevap verebilecek mi?

Ortadoğuyu yangın yerine çevirdi

Trump’ın en çetrefilli ilişkiler yumağını Ortadoğu oluşturdu desek kesinlikle yanılmış olmayız. Daha koltuğuna oturur oturmaz, 27 Ocak 2017’de İran, Suriye ve Yemen’in yanı sıra Libya ile Somali seyahat yasağından nasibini aldı. Protestolar üzerine bu yasak hafifletilerek yeniden yürürlüğe kondu ancak bu kez de Hawai ve Maryland eyaletindeki federal hakimler sayesinde ülke çapında yasağın uygulanması engellenmiş oldu. Fakat bu durum uzun sürmedi, 26 Haziran 2018’de ABD Yüksek Mahkemesi 4'e karşı 5 oyla yasağı onayladı.

Netanyahu ile bir durum değerlendirmesi yapmıştı. Daha sonra Filistin lideri Mahmud Abbas’ı ziyaret etmiş ve kameraların karşısına geçerek şöyle demişti:
Netanyahu ile bir durum değerlendirmesi yapmıştı. Daha sonra Filistin lideri Mahmud Abbas’ı ziyaret etmiş ve kameraların karşısına geçerek şöyle demişti:

Trump’ın yurtdışına yaptığı ilk ziyaretin rotası da Ortadoğu oldu. 20-22 Mayıs 2017 tarihlerinde ABD başkanı olarak ayak bastığı ilk ülkenin Suudi Arabistan olduğunu not etmekte fayda var. Bu ziyaretin en akılda kalan görüntüleri içerisinde ise başı meşhur küre fotoğrafı çekiyor. Trump Suudi kralı Selman ve Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile çektirdiği fotoğrafın ardından soluğu İsrail’de almış, Netanyahu ile bir durum değerlendirmesi yapmıştı. Daha sonra Filistin lideri Mahmud Abbas’ı ziyaret etmiş ve kameraların karşısına geçerek şöyle demişti:

“Ben İsrailliler ve Filistinliler arasında barış anlaşmasına varmak için gayret etmeyi vaat ediyorum. Onların bu hedefe ulaşması için elimden gelen her şeyi yapma niyetindeyim. Cumhurbaşkanı Abbas da Başbakan Netenyahu da aynı şekilde iyi niyetle bu amaca ulaşmak için çalışma sözü verdiler.”

Bir taşla birçok kuşu vuran bir tacir

Çok geçmedi, 6 Aralık 2017’de Trump’ın barıştan neyi kasdettiği anlaşılmış oldu. 1995 yılında ABD Kongresi’nde onaylandığı halde diğer ABD başkanlarının bir türlü cesaret edemediği, altı ayda bir atılan imzayla ertelediği kararı uygulama soktuğunu ilan etti. Buna göre İsrail’in başkenti artık Kudüs’tü ve ABD elçiliği Tel Aviv’den Kudüs’e taşınacaktı.

İlk ziyaretin Ortadoğu’ya yapılmasının tek neticesi Kudüs kararı değildi. Trump, bu ziyareti kârlı bir ticarete çevirmeyi becermiş ve Suudi Arabistan ile yüz milyarlarca doları bulan silah satışı ağırlıklı bir anlaşmaya imza atmıştı. Anlaşma sonrası şöyle diyordu:

  • “Bu muazzam bir gün. Herkese teşekkür etmek istiyorum. ABD için inanılmaz bir yatırım söz konusu ve askeri yetkililerimiz de çok mutlu. ABD’ye yaptıkları yüzlerce milyar dolarlık yatırım için Suudi Arabistan’a çok teşekkür ediyorum. Bu, daha fazla istihdam demek.”

İş dünyasından gelen Trump’ın “bir taşla birçok kuş vurma” zihniyetini en iyi yansıtan örneklerden birini teşkil eden Ortadoğu ziyareti, hemen sonrasında patlak veren Katar Krizi ile de hatırlanacak. Trump’ın ilk yurtdışı ziyareti sonrasında patlak veren Katar Krizi’ni bitirmek için yapılan hamlenin, görev süresi biterken yine Trump’tan geldiğini gözden kaçırmayalım. Katar Krizi vesilesiyle Katar dahil krizin bütün taraflarına yapılan okkalı silah satışlarını da...

Trump’ın ilk yurtdışı ziyareti sonrasında patlak veren Katar Krizi’ni bitirmek için yapılan hamlenin, görev süresi biterken yine Trump’tan geldiğini gözden kaçırmayalım.
Trump’ın ilk yurtdışı ziyareti sonrasında patlak veren Katar Krizi’ni bitirmek için yapılan hamlenin, görev süresi biterken yine Trump’tan geldiğini gözden kaçırmayalım.

8 Mayıs 2018’deki İran ile yapılan nükleer anlaşmadan çekilme kararını da bu ziyaretten bağımsız okumak mümkün değil. 2015 yılında Obama yönetimi tarafından imzalanan anlaşmayı “tarihin en feci anlaşması” olarak niteleyen Trump, Avrupalı müttefiklerini kızdırma pahasına anlaşmadan çekilerek İran’a ciddi yaptırımlar uygulamaya başlamış, Tahran yönetiminin adeta belini bükmüştü.

Trump’ın İran’a karşı tutumu bu kadarla da kalmamış, Nisan 2019'da İran Devrim Muhafızları Ordusunu "yabancı terör örgütleri" listesine almış ve hemen ardından, 3 Ocak 2020 günü Ortadoğu’yu İran namına kana bulayan Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani’yi Irak’ın başkenti Bağdat’ta, yani kendi kalesinde füzelerle delik deşik etmişti.

Bu açılardan bakıldığında, “Biden göreve geldi” diye İran cihetinden yükselen sevinç çığlıklarını anlayabilmek mümkün.

Yüzyılın anlaşması ve normalleşme

Arap dünyasında İsrail ile normalleşmenin öncülüğünü 17 Eylül 1978’de imzalanan Camp David anlaşmasıyla Mısır yaparken, bu işin mimarı Carter yönetimiydi. İsrail işgal devletini tanımanın elbet bir karşılığı vardı, nitekim Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü. Filistin topraklarında Deyr Yasin gibi pek çok katliama imza atan Siyonist Irgun çetesi lideri Menahem Begin ile birlikte hem de...

Mısır’ı 1994 yılında Ürdün izledi. Bu kez sahnede Clinton vardı. Ama Trump her ikisini de geçmeyi kafasına koymuştu. Arap ülkeleriyle İsrail’in arasını bulacak, adını tarihe yazdıracaktı. Nitekim yazdırdı da...

Trump döneminde peş peşe 4 Arap ülkesi İsrail ile normalleşme kararı aldı. Üstelik 28 Ocak 2020’de ilan edilen “Yüzyılın Anlaşması” saçmalığına rağmen. Bu bir saçmalıktı, çünkü hiçbir Filistinli yetkilinin bulunmadığı bir mekanda Trump ile Netanyahu oturmuş, Filistin’e ve Ortadoğu’ya barış getirdiklerini iddia ediyorlardı. Buna rağmen 15 Eylül’de BAE ve Bahreyn, 23 Ekim’de Sudan, 10 Aralık’ta ise Fas “İsrail ile normalleşme” kararı alıyordu.

Bakalım Trump sonrası “normalleşme furyası” tam gaz devam edecek, Biden selefinin rekorunu kırmak isteyecek mi?

Trump’ın Rusya, Çin ağırlıklı olmak üzere Asya-Pasifik ve diğer coğrafyalar ile ilişkisini bir sonraki yazıya bırakıyoruz. Türkiye ile ilişkileri ise bambaşka bir yazının konusu.