Türkiye - Ermenistan ilişkilerinde yeni bir süreç: Normalleşme başarılı olur mu?

Ermenistan’ın Karabağ işgali başlandığı zaman da Türkiye bazı riskleri göze alarak belli bir süre insani yardım koridorunu açık tutmaya gayret göstermişti.
Ermenistan’ın Karabağ işgali başlandığı zaman da Türkiye bazı riskleri göze alarak belli bir süre insani yardım koridorunu açık tutmaya gayret göstermişti.

Gelinen noktada, eğer Ermeni tarafı geleneksel söylemlerinden vazgeçip Azerbaycan ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanır, “soykırım” iddialarını bırakır ve Azerbaycan’la barış anlaşması imzalarsa hem siyasi hem de ekonomik olarak buhrandan çıkma şansı yakalamış olur. İran-Rusya kıskacına sıkışmış Ermenistan için Türkiye gibi büyük bir ekonomik kapının açılması kaçırılmayacak bir fırsat.

  • “Ermenistan ve Türkiye arasında normal diplomatik ilişkilerin kurulması, Türk tarafının ön koşulları yüzünden engellenmektedir. Ermenistan, uzun süredir herhangi bir ön koşul olmaksızın diplomatik ilişkilerin kurulmasını savunmaktadır ve Ermenistan ile Türkiye arasındaki engelleri aşmak ve ikili ilişkileri geliştirmek için çabalarını sürdürecektir. Ermenistan, Türkiye de dahil olmak üzere, Ermeni Soykırımı’nın evrensel olarak tanınmasını ve kınanmasını arzuluyor ve bunu hem tarihsel bir adaletin restorasyonu hem de bölgedeki genel durumu iyileştirmenin ve gelecekte benzer suçları önlemenin bir yolu olarak görüyor.”

Bu ifadeler 2007’de kabul edilen ve içinde 11 kere “Türkiye” ifadesinin geçtiği Ermenistan Milli Güvenlik Stratejisi Belgesi’nde yer alıyor. Nikol Paşinyan’ın iktidara gelmesinden sonra belgenin 2020’de değiştirilen versiyonunda yukarıdaki ifadeler biraz kısaltılmış olsa da muhteva açısından bir değişiklik yapılmamış: “Türkiye, Ermenistan’a karşı komşuca olmayan bir politika izliyor, ablukayı sürdürüyor, ön koşulsuz diplomatik ilişki kurmayı reddediyor, Ermeni Soykırımı’nı inkar ediyor ve bazı durumlarda haklı çıkarıyor.”

Her iki versiyonda da “Türkiye’nin ön koşulları”ndan bahsedilirken hemen arkasından “Ermeni Soykırımı”nın tanınması ön koşul olarak ortaya konuluyor. Bu mantıksız argüman 30 yıl boyunca geliştirilmek istenen Türkiye-Ermenistan ilişkilerini çıkmaz sokağa götüren bir olgu oldu hep.

Ermeni terör örgütü ASALA’nın henüz eylemelerinin bitmediği bir dönemde, 1988’de Spitak depremi gerçekleştiği zaman Türkiye şefkat elini Ermenistan’a uzatmış, deprem yaralarının sarılması için gayret etmişti. SSCB dağıldıktan hemen sonra Türkiye, ortaya çıkan ekonomik kargaşa ve sefalet dolaysıyla Ermenistan’a buğday yardımı yapmış, Batı’dan gelen yardımların Türkiye üzerinden Ermenistan’a ulaştırılmasını sağlamış, belli bölgelere elektrik vermişti. Ermenistan’ın Karabağ işgali başlandığı zaman da Türkiye bazı riskleri göze alarak belli bir süre insani yardım koridorunu açık tutmaya gayret göstermişti.

Türkiye, 24 Aralık 1991’de Ermenistan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk devletlerden biri oldu. Türkiye ikili diplomatik ilişkilerin kurulması için gereken çabayı fazlasıyla göstermesine rağmen Ermenistan tarafının Dağlık Karabağ’ı işgali, Türkiye’nin doğusuna dönük hak iddiaları ve genel çözümsüzlük politikaları yüzünden ilişkiler gelişmedi.
Türkiye, 24 Aralık 1991’de Ermenistan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk devletlerden biri oldu. Türkiye ikili diplomatik ilişkilerin kurulması için gereken çabayı fazlasıyla göstermesine rağmen Ermenistan tarafının Dağlık Karabağ’ı işgali, Türkiye’nin doğusuna dönük hak iddiaları ve genel çözümsüzlük politikaları yüzünden ilişkiler gelişmedi.

Türkiye Ermenistan'ı ilk tanıyan ülkelerden

Sovyetler Birliği’nin dağılmasında hemen sonra, 21 Eylül 1991’de, yeni bir sayfa açılması adına ülkenin ilk cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan’la görüşmek için Türkiye’den resmi bir heyet Erivan’a gitmişti. Bu ziyaret Ermeni tarafının 1915 olaylarını ve Ankara’ya karşı toprak iddialarını elinde bayrak olarak salladığı bir dönemde gerçekleşmişti. Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan “yeni bir sayfa” açılmaması için Türk heyeti ile sadece ekonomik ilişkiler üzerine bir görüşme gerçekleştirmişti. Türkiye, 24 Aralık 1991’de Ermenistan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk devletlerden biri oldu. Türkiye ikili diplomatik ilişkilerin kurulması için gereken çabayı fazlasıyla göstermesine rağmen Ermenistan tarafının Dağlık Karabağ’ı işgali, Türkiye’nin doğusuna dönük hak iddiaları ve genel çözümsüzlük politikaları yüzünden ilişkiler gelişmedi. Temelsiz ve gerçekçi olmayan iddialarından vazgeçip uzatılan iyi niyet elini tutması için dönemin başbakanı Süleyman Demirel, Levon Ter-Petrosyan’a yazdığı mektupta şunları belirtmişti:

“Hükümetimiz, Ermenistan Cumhuriyetini tanırken, Ermenistan’ın Türkiye Cumhuriyeti ve diğer komşuları ile ilişkilerinde uluslararası hukukun temel ilkelerine ve özellikle toprak bütünlüğüne saygı ve sınırların değişmezliği ilkesine bağlı kalacağı, iyi komşuluk ilişkilerinin tüm gereklerini yerine getireceği ve davranışlarının bu doğrultuda olacağı anlayışı içinde hareket etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti arasındaki ilişkilerin bu temel ilkelere saygı ve ortak yarar temelinde tesis edilip geliştirileceğine inanıyorum”

Karabağ'ın işgali kırılma noktası oldu

Ne var ki, tüm bu iyi niyet çıkışlarına rağmen Ermenistan ne Türkiye’ye karşı toprak iddialarından vazgeçti ne de Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne saygı duydu. 3 Nisan 1993’de Ermenistan’ın Azerbaycan’ın Kelbecer şehrini işgal etmesine cevap olarak Türkiye Ermenistan’la olan tüm sınırlarını kapattı. 1998’de Ermenistan’da Robert Koçaryan’ın iktidarı Ter- Petrosyan’dan devralmasıyla birlikte Ermenistan dış politikada Türkiye ve Azerbaycan’a karşı daha agresif politika izlemeye başladı. Ermeni diasporasının da teşvik ve destekleriyle 1915 olaylarının “soykırım olarak tanınması” için uluslararası düzeyde kampanya başlatan Ermenistan hükümeti, bazı ülkelerin parlamentolarında 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanıtmayı başardı.

2010’daki görüşmelerden 27 Eylül 2020’ye, yani ikinci Karabağ Savaşı'nın başlanmasına kadar iki ülke arasındaki ilişkilerde kayda değer bir ivme yaşanmadı. Savaşın başlaması ve Ermenistan'ın 44 günlük kısa bir sürede mağlup olmasıyla birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bakü'den Ermenistan'a seslenerek bölgenin istikrarı ve güveni adına oluşturulacak “Altılı Platform”a katılma çağrısı yaptı.
2010’daki görüşmelerden 27 Eylül 2020’ye, yani ikinci Karabağ Savaşı'nın başlanmasına kadar iki ülke arasındaki ilişkilerde kayda değer bir ivme yaşanmadı. Savaşın başlaması ve Ermenistan'ın 44 günlük kısa bir sürede mağlup olmasıyla birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bakü'den Ermenistan'a seslenerek bölgenin istikrarı ve güveni adına oluşturulacak “Altılı Platform”a katılma çağrısı yaptı.

İşgal ve diasporanın desteği ile oluşan aşırı özgüven

Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sini işgal edip güçlendiğini düşünen, uluslararası düzeyde Türkiye’ye karşı batılı devletlerden ciddi destek gören, Ermeni diasporasının maddi manevi desteğini yanına alan, Rusya’nın sınırsız silah satışıyla kendisine aşırı güvenen Ermenistan için Türkiye ile diplomatik ilişkiler kurmak çok da ihtiyaç duyulan bir girişim değildi. Eğer böyle bir adım atılmış olacaksa da Ermenistan masaya eli güçlü oturmuş olacak ve taviz veren taraf Türkiye olacaktı. Türkiye, Batılı ülkelerin 1915 olaylarına yönelik “aşırı ilgisine” kayıtsız kalmayarak parlamenter düzeyde 1915 olaylarını araştırmak için iki ülke arasında “Tarihçiler Komisyonu” kurulması bildirisini imzaladı ve TBMM’de onayladı. Türkiye, bu bildiriyle hem Ermeni tarafına hem de tüm dünyaya konunun bilimsel olarak araştırılması için devlet düzeyinde bir çağrı yapmıştı. Maalesef bu girişim de sonuçsuz kaldı. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bildiri sonrası Robert Koçaryan’a mektup yazarak tarihçilerin ve konunun uzmanlarının bir araya gelmesini ve her iki ülke arşivlerinin açılması çağrısı yaptı. Robert Koçaryan, Erdoğan’ın mektubuna “ikili ilişkilerin geliştirilmesi sorumluluğu siyasilere aittir, bu sorumluluğu tarihçilere bırakma hakkımız yoktur” diye cevap verdi.

Sonuçsuz kalan "Futbol diplomasisi"

Türk makamlarının Ermenistan’la kurmak istediği direkt ilişki çabasına, 2007’de Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Abdullah Gül de katıldı. Cumhurbaşkanı Gül, 6 Eylül 2008’de Ermenistan ve Türkiye Milli Futbol Takımları arasında oynanan maç için Erivan’a gitti. Bu ziyaret Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra iki ülke arasındaki ilişkiler açısından bir dönüm noktası niteliği taşıyordu. Cumhurbaşkanı Gül’in ziyaretinden sonra Türkiye, hava sahasını Ermenistan’a tamamen açtı. Daha sonra Türkiye tarafının girişimleriyle Azerbaycan ve Ermenistan Cumhurbaşkanlarının da katılımıyla üçlü bir görüşme formatı oluşturuldu. Türkiye, siyasi ve ekonomik olarak Rusya’nın güdümünde kalan ve Ermeni lobilerinin gölgesinden kurtulamayan Ermenistan yönetimine sorunlarını çözmesi için bir fırsat sunmuştu.

Erivan’daki maçtan sonra 14 Ekim 2009’da Türkiye- Ermenistan maçı için Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan Türkiye’ye geldi ve Bursa’daki maçı Cumhurbaşkanı Gül’le beraber izledi.

Türkiye tarafından yapılan çağrılar ve ermeni tarafının eski söylemlerden uzak bir tavır ortaya koyması, iki ülke arasında ilişkilerin normalleşmesi için özel temsilciler atanmasıyla sonuçlandı. Türkiye de bir iyi niyet göstergesi olarak 2 Şubat'tan itibaren Erivan-i̇stanbul uçak seferlerinin açılmasına onay verdi.
Türkiye tarafından yapılan çağrılar ve ermeni tarafının eski söylemlerden uzak bir tavır ortaya koyması, iki ülke arasında ilişkilerin normalleşmesi için özel temsilciler atanmasıyla sonuçlandı. Türkiye de bir iyi niyet göstergesi olarak 2 Şubat'tan itibaren Erivan-i̇stanbul uçak seferlerinin açılmasına onay verdi.

Zürih Protokolleri'yle "Oyunbozanlık"

İki ülke arasındaki “Futbol Diplomasisi”, Zürih Protokolleri’nin imzalanması ile sonuçlandı.

Lakin 10 Ocak 2010’da Ermenistan Anayasa Mahkemesi protokolleri onaylamak için bazı şartların yerine getirilmesi gerektiğini açıkladı. Tabi ki, şartların başında 1915 olaylarının tartışmasız “soykırım olarak kabul edilmesi” geliyordu. Ermenistan Cumhurbaşkanı ise “Türkiye’nin Dağlık Karabağ sorununu ön koşul olarak sunduğunu, bunu kabul etmeyeceklerini” ifade ederek protokollerin meclise getirilmesini süresiz olarak askıya aldı. İlişkilerin geliştirilmesi için önemli bir aşama yine Ermeni tarafının “oyunbozanlığı” neticesinde sonuçsuz kaldı.

"Kadife Devrim" ve değişmeyen söylemler

2018’de Ermenistan’da gerçekleşen “Kadife devrim” protestoları sonrası iktidara Karabağ Ermenisi olmayan Nikol Paşinyan geldi. Rus medyası tarafından Batı yanlısı bir figür olarak aksettirilen Paşinyan, dünya kamuoyunda Ermenistan’ın normalleşeceğine dair bir umut olarak yansıdı. Popülist kimliğiyle ortaya çıkan Paşinyan, seleflerinin aksine farklı bir politika ortaya koyamadı. Hem Türkiye hem de Azerbaycan’a yönelik eski iddiaları gündemde tutmaya devam etti ve zaman zaman kışkırtıcı çıkışlar yapmayı da ihmal etmedi.

Gelinen noktada, eğer Ermeni tarafı geleneksel söylemlerinden vazgeçip Azerbaycan ve Türkiye'nin toprak bütünlüğünü tanır, “soykırım” iddialarını bırakır ve Azerbaycan'la barış anlaşması imzalarsa hem siyasi hem de ekonomik olarak buhrandan çıkma şansı yakalamış olur. İran-Rusya kıskacına sıkışmış Ermenistan için Türkiye gibi büyük bir ekonomik kapının açılması kaçırılmayacak bir fırsat.
Gelinen noktada, eğer Ermeni tarafı geleneksel söylemlerinden vazgeçip Azerbaycan ve Türkiye'nin toprak bütünlüğünü tanır, “soykırım” iddialarını bırakır ve Azerbaycan'la barış anlaşması imzalarsa hem siyasi hem de ekonomik olarak buhrandan çıkma şansı yakalamış olur. İran-Rusya kıskacına sıkışmış Ermenistan için Türkiye gibi büyük bir ekonomik kapının açılması kaçırılmayacak bir fırsat.

Karabağ mağlubiyeti sonrası diasporaya tavır

2010’daki görüşmelerden 27 Eylül 2020’ye, yani İkinci Karabağ Savaşı’nın başlanmasına kadar iki ülke arasındaki ilişkilerde kayda değer bir ivme yaşanmadı. Savaşın başlaması ve Ermenistan’ın 44 günlük kısa bir sürede mağlup olmasıyla birlikte Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bakü’den Ermenistan’a seslenerek bölgenin istikrarı ve güveni adına oluşturulacak “altılı platform”a katılma çağrısı yaptı. Karabağ hezimeti sonrası 20 Haziran 2021’de yapılan seçimlerden Paşinyan yine birinci çıktı. Ermeni toplumunun Karabağ mağlubiyetine rağmen Paşinyan’a gösterdiği ikinci teveccüh, “değişim” işaretinin güçlü göstergesi olarak algılandı. Seçimlerde güçlü bir destek almasıyla Paşinyan normalleşme adımları atma fırsatı buldu. Bunun en bariz ifadesini de 25 Ocak’ta yaptığı açıklamayla göstermiş oldu: “Ermenistan hiçbir zaman Ermenistan-Türkiye sınırını sorgulamadı. Soykırımı tanıma sürecinin lokomotifinin her zaman diaspora ve diaspora örgütleri olduğunu belirtmeliyiz.”

Bu çıkış Ermeni tarafının ilk defa diasporaya açıktan tavır alması gibi değerlendirildi.

Türkiye tarafından yapılan çağrılar ve Ermeni tarafının eski söylemlerden uzak bir tavır ortaya koyması, iki ülke arasında ilişkilerin normalleşmesi için özel temsilciler atanmasıyla sonuçlandı. Türkiye de bir iyi niyet göstergesi olarak 2 Şubat’tan itibaren Erivan-İstanbul uçak seferlerinin açılmasına onay verdi.

Erivan.
Erivan.

Ermenistan için yeni bir fırsat

Gelinen noktada, eğer Ermeni tarafı geleneksel söylemlerinden vazgeçip Azerbaycan ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanır, “soykırım” iddialarını bırakır ve Azerbaycan’la barış anlaşması imzalarsa hem siyasi hem de ekonomik olarak buhrandan çıkma şansı yakalamış olur. İran-Rusya kıskacına sıkışmış Ermenistan için Türkiye gibi büyük bir ekonomik kapının açılması kaçırılmayacak bir fırsat. Her ne kadar Türkiye ile Ermenistan arasında direkt ticari faaliyet söz konusu olmasa da Ermeniler Gürcistan üzerinden çeşitli Türk ürünlerini ülkelerine götürebiliyorlar. Türkiye’de ünlü birçok markanın Erivan’daki alışveriş merkezlerinde satıldığı bilinen bir gerçek. Sadece Türkiye ile değil, Azerbaycan’la da sınır kapılarının açılması yıllardır zor şartlarda yaşayan Ermeni halkı için bir kurtuluş vesilesi olacaktır. Türk makamları, Ermenistan’la 2007-2009’daki “normalleşme süreci”ndeki aksilikleri göz önünde bulundurarak bu sefer süreci Azerbaycan’la koordineli bir şekilde yürüttüklerini açıkça belirtiyorlar. Azerbaycan tarafından da süreçle ilgili gelen teşvik edici açıklamalara bakınca bölgenin istikrarı ve normalleşmesi için yeni bir sayfanın açılmak üzere olduğu gözüküyor. Tabi ki, tüm bunların gerçekleşmesi Ermeni tarafının “üçüncü tarafların” baskı ve kışkırtmalarıyla “oyunbozanlık” yapmamasına bağlı.