Türk’ün gözünde Rus yoktur, Moskof gâvuru vardır

93 Harbi esnasında eski tebaamız Rumenler’in Ruslar’ın yanında savaşa girmesi üzerine Mehmet Tevfik’in çizdiği ve kendi çıkardığı Çaylak Gazetesi’nin Rumi 9 Haziran 1293 tarihli 160 sayısında neşrettiği karikatür. Ayının kemerinde “Rusya”, çocuğun pantolonunda “Ulah” (Rumen), karikatürün altında ise “Buna ayı sevgisi derler. Meşhur meseldir; severken öldürür.” yazmakta.
93 Harbi esnasında eski tebaamız Rumenler’in Ruslar’ın yanında savaşa girmesi üzerine Mehmet Tevfik’in çizdiği ve kendi çıkardığı Çaylak Gazetesi’nin Rumi 9 Haziran 1293 tarihli 160 sayısında neşrettiği karikatür. Ayının kemerinde “Rusya”, çocuğun pantolonunda “Ulah” (Rumen), karikatürün altında ise “Buna ayı sevgisi derler. Meşhur meseldir; severken öldürür.” yazmakta.

Eski tarihi kayıtlarımızda Moskovalı mânâsında ‘Moskulu’ nam ahaliye sonradan verdiğimiz ve iğrenme hissimizi de içeren tabir: Moskof bu. Evvelâ bir isim, akabinde sıfat. Belki biraz Yezit gibi. Güya biz Sünniyiz; yani Şii ve Alevî düşmanıyız ama öte yandan bu ‘tabir’i çocuğumuza isim hüviyetiyle asla münasip görmeyiz. Hâlbuki Ehli Beyt muhabbetinin hakikati de biz Sünnilerde, şükür ki.

Demem o ki Türk’ün zihninde Yezit, nasıl bütün kötülüklerin bir fertte vücut bulmuş hâli ise Moskof da bütün fenalıkların, hainliklerin, adiliklerin, den’iliklerin bir millette vücut bulmasının vasfı. Moskof, âdeta Yezitler’den müteşekkil ahali demek gözümüzde.

Öylesine sefil.

Malûm, her şey zıddıyla kaim. Ve varlık, bu zıtların insicamından müteşekkil. Ve bu sefalet timsali Moskof nam ahalinin zıddı ise Türk. Kime göre? Üstadımız Necip Fazıl’a göre. Nerede söylüyor bunu üstad? Evvelâ 1972’de Sabah Gazetesi’nde tefrika edilen ve ertesi sene Toker Yayınları tarafından basılan ‘Moskof’ adlı eserinde.

Ona göre insanlık tarihi, komşu milletlerin birbirleriyle bâzen gelipgeçici, bâzen de esasa taallûk edici miktarda kalıcı düşmanlıkları ile Türk- Rus tezadı asla birbirine benzemez. İlki mevzi bir rekabet iken ikincisi asli bir husumet.

Üstad’dan dinleyelim: “Türkle Moskof arasında birbirini itici ve aynı zaman ve mekânda birleşmeyi muhal kılıcı zıtlık da birbirinin vücut hikmetine düşman olmaktan gelen ve kanununu hilkatten alan ezelî bir münaferet...

Fizik dünyasındaki zıt unsurlar arasında bile böyle bir iticilik ve birbirini iptal edicilik görülemez. Evet, doğrudan doğruya birbirinin vücut hikmetine düşman olmaktan gelen böyle bir zıddiyet muünafereti, tarihte tektir ve sadece Türkle Moskofa hâstır.”

Başka bir ifadeyle Türk ‘gâvur’ tabirini her ne vakit kullanırsa işaret ettiği farklı bir şahıs veya ahali olsa dahi zihninde canlanan tek vasıf vardır: Moskof... Moskof Gâvuru, gâvurluğun remz şahsiyeti.

Heyhat, ne mânâya geldiği ve neyi işaret ettiği meçhûl “Yurtta sulh, cihanda sulh” cümlesinin muğlaklığına garkolduğumuzdan beri biz, tek taraflı bir şekilde bu düşmanlıktan feragat ettik ama daha dün, hatta Tanzimat ve Cihan Harbi devirlerinde dahi ordumuzun atış talimi esnasındaki hedefi bir Moskof kellesiydi. Öylesine bir nefretti bizim Moskof’a müteveccih hissimiz; tabiat icabı bir hasımlıktı bizimkisi. Evet, tabiatı icabı Türk, hakikate dost, Moskof’a düşmandır.

Türk'ü yeryüzünden tasfiye ideali

Boş ve sebepsiz bir düşmanlık mıdır bu? Daha mühimi, bu husumetin başlatıcısı biz miyiz? Bakalım:

Üstad kitapta evvelâ kendi ifadesiyle ‘İslâv’ tabiri üzerinde durur ve bu kavmin ârî dediğimiz Hind-Avrupa milletlerinden geldiğine işaret eder. Ruslar da Slavlar’ın bir kolu...

İlk teşekkülüne bugünkü Rusya’nın Orta Dinyeper kısmında rastlanılan bu kavim uzun yıllar Hunlar’ın, akabinde Gotlar’ın ve nihayetinde Avarlar’ın hakimiyetinde yaşar. Daha sonra da Hazarlar ile Macarlar’ın. Bu varoluşa hâkimiyetten çok esaret dense yeri.

Milâdi dokuzuncu asra kadar her daim Türkler’in boyunduruğuna mahkûm Ruslar, bir İskandinav ahalisi vaziyetindeki Varekler’in bölgeye gelişleriyle onlarla kaynaşmış ve kendi kök hamuruna ulaşmıştır. Hatta Rus tabiri bile Slavca değil, Varekler’e ait. Mânâsı da ‘Slavları birleştiren’...

Demek ki Rus, bir kısım Slav ahalisi ile İskandinav kökenli Varekler’in halitasından ibaret. Bu isimle ilk yurtları Kiev. Onuncu asırda burada lisanlarını temayüz ettirdiler ve Hristiyanlığı seçtiler. Üstelik feci şekilde yenildikleri Bizans marifetiyle. Çok geçmeden de “Türk’ü yeryüzünden tasfiye etme ideali”ni millî bir şahsiyet ve ülkü hâline getirdiler.

12. asırda Moskova’nın kuruluşuyla Ortodoksluk şahsiyeti içerisinde Asyalılık ile Avrupalılık’ı bir potada eritirler. Çok geçmeden bu birliğin üzerine Altın Ordu’nun rahmet tokadı iner ve ortada ne birlik kalır ne de Rusluk. Timur bu devleti yıkana kadar Ruslar Müslüman Türk’e tabidirler.

İki Müslüman Türk, iki büyük gaflet

Üstad’dan dinleyelim: “Bugünkü, bütün insanlığın başına belâ Rusya’nın meydana gelmesinde iki Müslüman ve asılları Türk başbuğ tanıyoruz. Bunlardan biri Moskofluğun temel atmasına vesile olmuş, öbürü de Rusya’ya Büyük Rusya olmak şuuru gelir gelmez bu şuurun liderini eline geçirmişken bırakmak suretiyle son merhaledeki Rus oluşunu sağlamış ve böylece, dolayısıyla ve yine bilmeyerek tarihimizin en korkunç suçlamasına müstahak olmuştur.

Bunlardan biri 14. asır sonlarında Timurlenk, öbürü de 18. asır başlarında Prut ordusu serdarı Baltacı Mehmed Paşa’dır.”

O günden beri Rus’un Türk düşmanlığının müşahhas bir ülküsü vardır: Tsar-grad, yani ‘şehirlerin çarı’ dedikleri İstanbul’u ele geçirmek! Aradan dört asır geçmiş ama geçen zaman zarfında bu ideal hiç unutulmamış, tersine, daha bir kavilenmiştir. Rus Ortodoksluk itikadının mütemmim cüzü, bir gün İstanbul’un Ruslar tarafından alınacağı inancıdır: Üçüncü Roma İmparatorluğu hayali!

Hülâsa insan zihninin mahsûlü handiyse bütün bilgiler sanal âlemde elimizin altında ama herhangi bir mevzudaki eter-tutar bilgiyi veya kıymet hükmü barındıran fikri bütün bu birikintinin arasından çekip çıkarabilmek hiç bu kadar zorlaşmamıştı. Hâlbuki aslen tarihçi olmadığı ve böyle bir iddia da ileri sürmediği hâlde ‘şair’ Necip Fazıl’ın bu kitaptaki bakış açısıyla rekabet edebilmek bir yana, oradaki tespitleri idrak ve kabûl keyfiyetinden ne kadar da uzağız.

Ve bu zihni sefalet bizi zerre miktar rahatsız bile etmiyor.

Hâlbuki Moskof, Çin gibi, İran gibi bizim kadim ve iflâh olmaz azgın bir düşmanımız.

Keşke avamımızın “Ayıdan post olmaz, Moskof’tan dost.” hükmündeki ferasetin kırıntısına uzmanlarımız yaklaşabilse.

Kitapta üstad şöyle bir cümle kurar:

Rus’un ırk madenine Müslüman Türk’e karşı en şifasız düşmanlık terkibi verecek olan ruhî unsur, Hıristiyanlıktır (...)”

Şimdi biz de şu soruyu soralım: Türk’ün ırk madenine Moskof Gâvuru’na karşı en şifasız düşmanlık terkibi verecek olan ruhi unsur nedir?

Nedir sahi? Ve bizde zerresi kalmış mıdır?

Not: Görseli benimle paylaşan İsmail Şen’e teşekkür ederim.