Umut daima vardır

İster içimize, ister çevremize, istersek de dünyamıza bakalım, gözümüzü çepeçevreleyen manzara, benliğimizin derinliklerinde kalmış en ufak umut kırıntılarını bile silip süpürür mahiyette.
İster içimize, ister çevremize, istersek de dünyamıza bakalım, gözümüzü çepeçevreleyen manzara, benliğimizin derinliklerinde kalmış en ufak umut kırıntılarını bile silip süpürür mahiyette.

İnsan umudu da, umutsuzluğu da kendi faniliği içerisinde zıddına dönüştürebilmekte. Nice şeyi o ân canı hangisini istiyorsa ona dönüştürebilme kuvveti, bu inkılâb ameliyesi hakikatte değil hayalde bile gerçekleşse yine de insanın hem kendini, hem de çevresini sahiden idrakini engelleyebilmekte. Ne serapa umut, ne biteviye umutsuzluk...

Sevgili Aykut Özgel’e

Sadece ülkemiz veya daha geniş anlamıyla İslâm coğrafyası değil, bütün dünya görülmemiş bir buhranın eşiğinde.

Bir yandan geçen yüzyıldaki savaşlarla boy ölçüşmeye doğru giden bir insan kıyımı, öbür yandan daha da içler acısı, son dörtyüz yıldır insanlığın ürettiği ne kadar değer varsa hepsinin hızlı bir erozyonu... Hâlbuki dört asırlık bu değerler, o güne değin insanlığın binlerce yıldan beridir getirdiği ne kadar kıymet hükmü varsa hepsinin altını oymuş ve yerine kendisini ihdas etmişti. Akabinde de bu değerleri cebren yahut farklı ikna yöntemleriyle bütün dünyaya teşmil kılan topraklar, şimdilerde alenen çürümenin merkezi hüviyetinde.

Çürümenin ve çürütmenin.

Çevresine baktığında insanın ruhunu hafakanların basmaması kabil mi? Bir ruhu kalmışsa elbet.

İster içimize, ister çevremize, istersek de dünyamıza bakalım, gözümüzü çepeçevreleyen manzara, benliğimizin derinliklerinde kalmış en ufak umut kırıntılarını bile silip süpürür mahiyette.

İyi ama zihnimizde her daim müspet bir mevki teşkil eden umut, sahiden de her durumda tasvip edilesi bir tavır mıdır? Hiç mi yoktur umudun menfi cephesi?
İyi ama zihnimizde her daim müspet bir mevki teşkil eden umut, sahiden de her durumda tasvip edilesi bir tavır mıdır? Hiç mi yoktur umudun menfi cephesi?

İnsanlar ve İnsanlık

Öte yandan tarih boyunca birçok toplumun, hatta nice milletin bundan daha vahim durumlara düştüğü, yokolmanın eşiğine geldiği elbette vaki. Ne ki bu sefer tehlike altındaki, şu veya bu miktardaki insanlar, milletler veya kültürler değil, bizatihi insanlık.

Kapitalist sistemin ve onun siyaset anlayışı durumundaki liberalizmin, kendisinin dışındaki bütün dünya görüşlerini, ahlâk anlayışlarını ve hatta yeryüzünün henüz yabancı insan ayağı basmamış kültürlerini bile yerle yeksan edişi ve kendi varlığını bir monolit hüviyetinde dayatışı, tarihte görülmemiş bir tarzda bütün dünyanın bir monokültüre hapsedilişi, bir kısım insanın değil, insanılığın varlığını yokoluşa sürüklemiş durumda.

Günümüze değin hayatiyetini toprak üzerinde ve üstelik toprak sayesinde sürdüren insanlığın, bu yüzyılda binlerce yıllık velinimetinden tamamen soyutlanması ve topraktan koparıldıktan sonra ardından da hiçbir kural tanımayan gıda endüstrisinin merhametine terkedilmesi meselesi bile insanın tüylerini diken diken etmeye yetmeli.

Nereye bakarsanız kayıp, hangi yöne dönerseniz karanlık...

Öyle ya, umut etmek, nefes almanın gizli mütemmim cüzü.
Öyle ya, umut etmek, nefes almanın gizli mütemmim cüzü.

Bir Aydınlık Varsayımı

Meselenin vahametini katmerleyen husus şu: İnsanın ufkunu daraltan bu karamsarlıktan başka bir hakikati umut etmek, ya safdillikle itham edilmekte yahut da naiflikle. Sahiden de bu gerçeklik, insanın müstakbel hakikatinin köküne kibrit suyu dökme sadedinde. Yine de insanın umuda yapışık bir varlık hüviyeti barındırdığını hesaba katmak makamındayız. Öyle ya, umut etmek, nefes almanın gizli mütemmim cüzü.

İyi ama zihnimizde her daim müspet bir mevki teşkil eden umut, sahiden de her durumda tasvip edilesi bir tavır mıdır?

Hiç mi yoktur umudun menfi cephesi? Her durumda, olguda, olayda, kavramda hakikati tahrif melekesiyle donatılmış insanoğlu, umudu da kendi çarpıklığına kurban edebilemez mi?

Umut dahi hakikati tahrifte suistimal edilebiliyorsa umudun hakikati ne ola.

İlginçtir, her ne kadar tarih boyunca nice ciddi zihni yoldan çelen ve itikadımıza göre batıl âddedilmiş reenkarnasyon da bir çeşit geçmişi restorasyon umudu barındırdığı için tarih boyunca bunca revaç bulmuş bir inanç.
İlginçtir, her ne kadar tarih boyunca nice ciddi zihni yoldan çelen ve itikadımıza göre batıl âddedilmiş reenkarnasyon da bir çeşit geçmişi restorasyon umudu barındırdığı için tarih boyunca bunca revaç bulmuş bir inanç.

Umudun Hakikati

Elbette gelecek güzel günlerin hayalini kurmak ve bu uğurda yapılacakların semeresi sadedinde umut etmekten başka çare de yok.

Yine de şu hususa dikkatinizi çekmek isterim: Umut etmek, aslında geleceğe dair güzel beklentilerin içine girmekten çok, geçmişe yönelik bir tavır; hatta bir tamir gayreti... Geçmiş yaşanmış ve bitmiştir; üzerine söz söylenebilir ama değiştirmek veya dönüştürmek için artık çok geçtir. Bu elbette böyledir. Ama hakikatte! Peki ya hayalde?

Hayalimizde geçmiş, üzerinde dilediğimiz tasarrufa sahip bulunduğumuz, telifi bize kayıtlı, bizim emrimize amade; her daim dilediğimiz değişiklikleri yapma ihtimali barındıran, hatta kendimizden dahi gizleyerek üzerinde tahrifata girişebileceğimiz bir olgu.

Dolayısıyla insanın içinde bir umut barındırabilmesi, ilkin geçmişine sahip çıkmasıyla kabil. Geçmişe sahip çıkmak da, mazi adlı o çöplükte her ne varsa onu bağrına basmak anlamına niye gelsin? Hayal gücümüzün yardımıyla geçmişi pekâlâ yeniden düzenleyebiliriz (=restorasyon). Hem de tam istediğimiz gibi.

İnsan neye ve nasıl umut besleyeceğini bilmesi gereken varlık.
İnsan neye ve nasıl umut besleyeceğini bilmesi gereken varlık.

Restorasyon ve Reenkarnasyon İlişkisi

İlginçtir, her ne kadar tarih boyunca nice ciddi zihni yoldan çelen ve itikadımıza göre batıl âddedilmiş reenkarnasyon da bir çeşit geçmişi restorasyon umudu barındırdığı için tarih boyunca bunca revaç bulmuş bir inanç. Çünkü insan aslen kendisini fena kabul etmeyecek bir yaradılışta.

Başka bir ifadeyle insana fenalıktan uzak durması emredilmişken o, ünlü hokkabazlıklarından birini devreye sokar ve kendini kötülükten uzak tutamadıktan sonra, durumu her nasılsa öyle kabul etmektense kendini kötülükten arınmak için bir kere daha imtihan edilesi varsaymak ister.

Dünyaya tekrar tekrar geldikçe kademeli bir şekilde kötülükten uzaklaşacak ve nihayetinde bir gün insanlaşabilecektir. Züğürt tesellisinden de acıklı bir kabul. Ne ki insanın kendisini kandırması için ne de güzel iş görmekte.

İnsan umudu da, umutsuzluğu da kendi faniliği içerisinde zıddına dönüştürebilmekte.

Nice şeyi o ân canı hangisini istiyorsa ona dönüştürebilme kuvveti, bu inkılâb ameliyesi hakikatte değil hayalde bile gerçekleşse yine de insanın hem kendini, hem de çevresini sahiden idrakini engelleyebilmekte.

Ne serapa umut, ne biteviye umutsuzluk... İnsan yeryüzündeki yaşantısı süresince bu iki uç arasındaki sarkaçlığa mahkûm. Ötekinin hakkını yercesine bu uçlardan hangisinde duraklamaya meylederse…

İnsan neye ve nasıl umut besleyeceğini bilmesi gereken varlık.

Ve kime!