Ve bir ses yükseldi Diyarbakır'dan

Hacire Ana’nın çığlığı PKK’ya sinek vızıltısı geldi ama olay büyümesin diye Mehmet’i saldılar.
Hacire Ana’nın çığlığı PKK’ya sinek vızıltısı geldi ama olay büyümesin diye Mehmet’i saldılar.

Annelerin tarih yazması ilk değil, son da olmayacak. Annelere destek olmak için gittiğimiz Diyarbakır’da gördüm ki, terörü o kadar da uzakta aramamak lazımmış. Biz daha mı iyi bileceğiz evlatlarını nerede arayacaklarını? Tahmin etmiyor, hepsi biliyor HDP il binasına giren çocukların ertesi günü dağa götürüldüğünü. Terörü bitirirse işte bu kararlı anneler, onların yanında duran yüreği yanık babalar bitirecek.

Bir anne çıktı ve HDP binasının önünde “kral çıplak” dedi. Bunca zamandır süslenip püslenerek halkın içine sokulmaya çalışılan siyasi partinin, aslında PKK’nın eli, kolu, ayağı olduğunu tüm çıplaklığı ile ortaya serdi. Hacire Ana 21 yaşındaki oğlu Mehmet Akar’ın HDP Diyarbakır il binasına girdikten sonra bir daha çıkmadığını ve oradan dağa götürüldüğünü söyleyerek parti binasının önünde oturma eylemine başladı. Sesi bir anda tüm ülkeye yayıldı. Evladını isteyen bir ananın sesi kadar kulakları çınlatacak başka bir ses tanımıyorum. Tarih 22 Ağustos 2019. Her şeyin başladığı an diye gelecek nesillere söylemek için önce bir not düşelim.

Hacire Ana’nın çığlığı PKK’ya sinek vızıltısı geldi ama olay büyümesin diye Mehmet’i saldılar. Hacire Ana evladına kavuştu, diğer analar umuda...

Tarih 3 Eylül.

Fevziye Çetinkaya, Ayşegül Biçer ve Remziye Akkoyun Hacire Ana’dan cesaretle HDP il binasının önüne gelerek çocukları için oturma eylemine başladı. Biz de hem destek olmak, hem de seslerini duyurmak için yola çıktık. Herkes gibi ben de kendimi o annelerin yerine koyup, ayağına taş değmesin diye dua ettiklerimizin başına böyle bir şey gelse nasıl bir yangına düşerizi düşünmeden edemedim. Bundandır feryatları o gün bugündür yüreğimizde.

NE SORABİLDİK NE YORABİLDİK

Arabadan inip annelerin yanına geldiğimizde, gözyaşlarına boğuldu herkes. Biraz da kalabalıkça bir gruptuk. Kadın ve Demokrasi derneği ile birlikte 23 STK ve gazeteciler annelere destek için gelmişti. Annelere sarılırken hiç yabancılık çekmedik. Günlerdir bağrı yanık analara ev sahipliği yapan sıcak merdiven taşlarının üzerine çökerek öylece kaldık sonrasında. Ne sorabildik, ne yorabildik... Bir süre sonra gazeteci olanlar gazeteciliğini hatırladı da, annelere mikrofon uzatmaya başladı. Her biriyle ayrı ayrı konuşmalıydık. Yüreklerinden gelen sesi duyurmalıydık. ‘Neden buradasınız’ demeliydik mesela? Değil mi ki, henüz Meral Akşener çocuklarınızı devletin kapısında arayın demişti, 90’lı yılların tecrübesiyle...

Ne haddimize?

Yıllarca ya dağa, ya hapse çocuklarını göndermiş yüreği yanık annelerden daha mı iyi bileceğiz nerede arayacaklarını? İddia etmiyorlar, hepsi biliyor çocuklarının HDP il binasına getirildiğini ve oradan satıldığını, dağa gönderildiğini. 10 gün önce HDP binasından götürülen Süleyman’ın ailesi de oğullarının bu binadan çıktığını biliyor. Karşıdaki evler her şeye şahit. Dilleri olsa da konuşsa.

Ellerinde delilleri var, fotoğraflar var, konuşan şahitler var. 16 yaşında dağa kaçırılan Hüsnü Bektaş’ın babası Celil Bektaş oğluyla birlikte kaçırılan diğer çocuğun şahitliğiyle şöyle anlatıyor Hüsnü’nün dağa götürülmeden önce HDP binasında tutulduğunu:

“Diğer çocuğun babası zengindi. Parasını verdi aldı oğlunu. Çocuk geldiğinde anlattı bize her şeyi, senin oğlun ‘anne, anne’ diye ağlıyordu dedi. Bunları ilk önce HDP binasına getirmişler. Bir gece burada kalmışlar. Biz o gece bu binanın önüne gelip evladımızı istedik, camları taşladık. Onlar bizim sesimizi duyuyormuş içerde. Ama bağlamışlar çocuklarımızı, ses çıkartamamışlar. Neden bir başka parti ismini vermedi de, HDP’nin ismini verdi çocuk. Başka parti ismi verseydi, onların kapısına giderdim. Çocukları buradan dağa götürüyorlar. ‘Gençlik kolları’ diye bir şey kurmuşlar, gençleri oradan örgütlüyorlar. Çok güzel futbol oynardı benim oğlum. Hazar Gölü’ne pikniğe götürdüler örgütlemek için, oradan da bu binaya getirdiler. Bana çocuğumu versinler, değil bu binanın önünden geçmeyi, bu memleketten de giderim.”

KOD ADI AGİD BARAN

Bir anneye “oğlumu verin, beni alın” dedirten, bir babaya, “ya oğlum ya ölüm” dedirten bu vicdansızlığı görmemek, duymamak nasıl bir akıl tutulmasıdır. Üstelik yüreği yangın bu ailelere “satılmış” demek, teröristin esiri olmaktan başka hangi anlama gelir ki. İşte bu yüzden Mustafa Biçer’in babası “Kandil HDP’dir. Buradan onlara destek gitmese, HDP’yi bir gün o koltukta oturtmazlar” diyor.

Mustafa gitmeden üç hafta önce HDP binasına gelmiş. Ve oradan bir mektup yazmış ailesine. Yer bildirimi yapmışlar, üç hafta sonra şu tarihte şuraya gelin diye. “Ben IŞİD’e karşı savaşmaya gidiyorum. Devletime, polisime kurşun sıkmam” diyor yüreğinin en masum yerinden.

Annesi Ayşegül Biçer, oğlunun nasıl dindar olduğunu, ama bunlara takıldıktan sonra, nasıl Zerdüştlük dinine inandığını anlatıyor. Zerdüştlük Kürtlerin İslam’ı seçmeden önceki dinleri. PKK’nın inandığı din de bu. Çocukları götürürken önce dinlerine müdahale etmiyorlar. Mustafa annesine, “Namazımı kılıyorum, bana karışmıyorlar” diyor. Ama eğitime girdikten sonra dinden bahsetmek artık o kadar da kolay değil. “Burada Allah yok, din yok” diyorlarmış. “Ben de gelicem” diyor Ayşegül Ana, “kolay mı gelmen, dört beş saat dizlerimizin üstünde yürüdük, dizlerimiz kanadı” diyor Mustafa. “Devlete sığın oğlum, devlet anamızdır, babamızdır” diyen anneye telefonun öbür ucundan kahkaha sesleriyle cevap geliyor. Şimdi kod adı ‘Agid Baran’ olan Mustafa’yla birlikte 36 kişi daha götürülmüş dağa, artık YPG saflarında savaştırılıyorlar.

HER ANNE BİR BOMBA

Bir anneyi oğlunu sağ veya ölü istemeye mecbur bırakmak, insanlığın geldiği kaçıncı safhadır?

“Her anne bir bomba” diyor ya başka bir anne, artık HDP/PKK korksun annelerden. Korkuyorlar da zaten. Korkuyorlar ve annelerin neler yapacağını kestiremiyorlar. Yüreği yanan bir anne kadar tehlikeli hiçbir şey yoktur çünkü, biliyorlar. Bu düzenin eskisi gibi yürümeyeceğinin farkındalar. Eskisi gibi belediyelerden çocuk devşirmek artık kolay değil. Kayyum niye atanmışmış Diyarbakır’a? Gidip Diyarbakır’ı, anneleri dinlersen, kayyumun niye atandığını sana tane tane anlatırlar.

Sadece HDP il binası değil, Belediyeye ait kurumlar, Kültür Merkezlerinin de gençleri devşirmek için kullanıldığını söylüyor bir polis memuru. Yoksul ailelere eğitim adı altında örgüte yönelik çalışmalar yapılıyor. Gerek uyuşturucu, gerek söylemlerle beyinleri yıkanıyor çocukların. 7 veya 10 çocuğu olan bir aile, hangi çocuğunun peşinden gitsin? Ders çalıştıracağız çocuğuna diyorlar, futbol takımına alacağız veya enstrüman çalmayı öğreteceğiz diyorlar. Diyarbakır’da yüzde yetmiş oy almış bir HDP’nin aslında yüzde 10’luk bir kitlesi olduğunu, o yüzde onluk kitlenin de yüzde 60’ı nasıl etkilediğini anlatıyor. Okullarda da öğretmenler eliyle yürütülüyor bu propaganda. “Bunları devlet görmüyor mu” diyorum. “Şikâyet yoksa devlet ne yapsın” diye cevap veriyor.

10 YAŞINDA HANGİ ‘RIZA’YLA DAĞA ÇIKAR?

İşte o şikâyet, Diyarbakır HDP il binasının merdivenlerinde adım adım yükseliyor. Her geçen gün ailelerin sayısı artıyor. 3 aileden başlayıp, 28’e ulaştı bile. Bir gün gelecek, HDP binasının önünde iki gün geçireceksin deseler, gülerdim. Anneler de “meraklı değiliz burada oturmaya” diyorlar. Medet umdukları için değil, mesul buldukları için oradalar. 10 yaşındaki bir çocuğu PKK niçin dağa götürür? Azad Akkoyun, henüz 10 yaşındayken PKK tarafından kaçırılmış. Annesi ilk günden beri o taşların üzerinde. Hap filan verip, bayılttıklarını, o şekilde götürdüklerini tahmin ediyor. Ne olabilir ki başka, 10 yaşında hangi “rıza”yla dağa çıkar çocuk? Cep telefonunda oğlunun fotoğrafı, dilinde Kürtçe ağıtlar, çocuğu gelene kadar orada oturmaya kararlı.

15-16 yaşında henüz lise öğrencisiyken kandırılıp götürülen çocuklar bir yana, vatanî görevini yaparken esir alınan askerler diğer yana. Onların aileleri de başka başka şehirlerden görüp gelmişler. “Belediyenin pikabıyla oğlumu aldın, pikap daha belediyenin önündeydi, bir de niye bu binanın önünde çocuğunu arıyorsun diyorlar” diyen polis memuru Vedat Kaya’nın babası Şehmus Kaya, belediyedeki HDPKK’lıların operasyonlarını şu ifadelerle anlatıyor: “Altıdan altıya operasyon yaptıklarını kendileri söylüyor. Akşam altıda belediyeden çıkıyorlar, silahlanıyorlar, yüzlerini kapatıyorlar, sabah altıya kadar operasyon yapıyorlar. Gündüz memur, gece gerilla. Lice böyleydi. Derik’te deli bir çocuk vardı, onu alıp Kobani’ye götürdüler, bomba taktılar, parça parça yaptılar. Çocuk kendi ismini bile bilmiyordu. Ne beklenir bunlardan? Kandil mandil yok, burası Kandil. Ufak çocuklara ilaç veriyorlar, iğne yapıyorlar, çocuklar babalarını bile tanımıyor.”

“Keşke göreydim, keşke geleydi, oğlumu istiyorum” çığlıkları kulaklarımızda yankılanıyor. Yusuf’un öğretmeni Yusuf’un ne kadar beyefendi bir çocuk olduğunu anlatıyor. Çok güzel futbol oynadığını da. Öğrencilere açık açık para teklif ediliyormuş. Kadro vereceklerini, dağda rutbe vereceklerini söylüyorlarmış çocuklara. Biz çocuğumuzdan bir süre haber alamasak, bir arkadaşıyla oyuna daldığını, telefonunun şarjı bittiğini filan düşünürken, Diyarbakırlı anneler çocuklarından haber alamadığı zaman, dağa kaçırıldığını hemen anlıyor. Bizim en büyük derdimiz lise çağındaki çocuklarımızın sigaraya başlayıp başlamaması veya iyi bir okul kazanıp kazanmamasıyken, oradaki annelerin tek derdi evladının dağa kaçırılması ve askerine polisine silah doğrultması. “Bu çocukları öldürün ama geçiş vermeyin, ölüm makinesi olmasınlar” diye imza vermesi bundan bir babanın. Akçakale sınır kapısı, sen nelere şahitsin?

TERÖRÜ ANNELER BİTİRECEK

Diyarbakır’ın psikolojisi çok farklı. Mesela yerel halktan annelerin yanına kimse gelip gitmiyor. İlgilenmiyorlar, çok alışıklar veya korkuyorlar. Her yer polis kaynıyor. Hendek olaylarından sonra güvenlik önlemleri artırılmış, “Ancak bu şekilde güvenlik sağlanılabildi” diyorlar. Şikayetçi değiller. Aileler HDP’nin kapısına giderken, polisin onları koruyacağını akıllarına bile getirmemişler. Tabiri caizse ‘kelle koltukta’ gitmişler oraya. “Bizden önce devletimiz tedbirini almış, polisini göndermiş” diyorlar.

Diyarbakır kalesinden notlar demiş ya şair, kale de kale hani. Sur bölgesinden geçerken canlandı haberlerini yaptığımız hendek ve barikatlar. Şimdi ne ki, o zaman gelip göreydin diyorlar. Daracık sokaklarında oynayan çocukları görünce, dilimizde “kaderiniz güzel olsun” duaları. Meşhur Diyarbakır cezaevine de düşüyor yolumuz. Bir zamanlar avlusunda kafatası bulunan bina, şimdi gelin ve damatların fotoğraf çekim yeri.

Bir köşesinde gözü yaşlı analar, diğer köşesi bahar bahçe Diyarbakır’ın. Hayatın tam ortasında hissettiğimiz bundandır. Mekke ve Medine’den sonra en çok sahabe barındıran şehrin terörle anılması ne acı. Annelerin evlatlarına kavuştuğu günün haberini yapmak için buraya geldiğimde, daha çok peygamber, sahabe kabrini dolaşacağım diyorum kendi kendime. Nasıl oldu bilmiyorum ama iki günde aile gibi olduk oradaki anne ve babalarla. Az önce Şevket abiyi aradım, “aklım sizde, ne yapıyorsunuz biz döndüğümüzden beri” dedim. “Oturmaya ve umut etmeye devam ediyoruz, siz de dua edin” diyor. Buradan bir ses yükselecek biliyorum, terörü bitirirse bu anneler, onların yanında duran yüreği yanık babalar bitirecek.