Yavrumu tanıyor muyum?

Aslında film, insan hayatına girdikten sonra bilgisayarın bizi neye dönüştürdüğünün remz mahiyette tenkidi aynı zamanda.
Aslında film, insan hayatına girdikten sonra bilgisayarın bizi neye dönüştürdüğünün remz mahiyette tenkidi aynı zamanda.

Aneesh Chaganti imzalı Kayıp Aranıyor, kızını kaybeden Kore göçmeni bir babanın başına gelenleri anlatıyor. Ama o bildiğimiz polisiyelerden çok farklı bir tarzda. Üstelik muhteşem görüntüler yakalayan kameralar yerine web kamerası görüntüleri tercih edilmiş filmde. Hikâyesi de her ân klişeye sığınacakmış gibi görünse de birden beklenmedik ve ince ayrıntılara kıvrılabilmekte. Bir baba ile yeniyetme kızının hikâyesi üzerinden aynı zamanda çağdaş insanın yakınlık ve kaybetme gibi merkezi anlayışlarını da masaya yatırıyor.

İnsanı hiçbir şey evlâdını kaybetmek kadar yakmaz.

Ve birinci dereceden bir yakınını. Peşisıra birinci derecede yakını yerine koyduklarını.

Klâsik zihin anlayışının tersine modern insan, seçtiği kimi kişilere kan bağını aşan bir yakınlık besleyebilmekte. Yahut evlâtlık edindiği bir çocuğu, öz çocuğundan daha fazla sevebilmekte. Çocuk için de tersi geçerli. Üçyüz elli yıldır insan, adım adım insanlığından uzaklaşmada.

Dilimizde zaman zaman yanlış anlaşılmaya meyyal bir tabir var; çok yakını ölen bir kişi “Falancayı kaybettik.” der. Dolayısıyla Türkçe’de, hakikisi kadar yaygın ve ötekinden farklı bir anlamda kullanılan bir kayıp mecazı var. Bu iki kayıptan mecazisi, hakikisine galip.

Niçin? Bir sürü belirsizi beraberinde getirdiği için. Ölmüş müdür kaybolan yoksa sağ mıdır? İyi midir yahut fena mı? Hasta mıdır, aç mıdır, tok mudur, bilemezsiniz. Say say bitmez bu bilinemezlikler. O yüzden de asıl kaybolan, kaybedendir.

Öte yandan gayb, gaip ve kayıp üçlüsü, her ne kadar yerine göre biz beherine ayrı anlamları lâyık görsek de aslında aynı kökün farklı tezahürleri. Beherinin de işaret ettiği anlam öbeği aynı: Varolmaya devam ettiği hâlde ‘şimdi ve burada’ bulunmayan.

MEÇHULLER KUMKUMASI

Demek ki kayıp dediğimizde kastettiğimiz ve bize dayanılmaz gelen, kayıp durumuyla birlikte ortaya çıkan o meçhuller kumkuması...

İşaret etmeme hacet yok zannederim: Birçok farklı kültüre nispetle bizde ölüm, yokolmakla irtibatlandırılmamış. Ölüm bir yokoluş, başka bir ifadeyle varlığın zıddına geçiş manâsına gelmemekte. Bizim anlayışımıza göre ölüm, varolma hâlinin sonlanması değil, devam etmesi. Ama burada değil, başka bir yerde. Ve farklı bir şekilde.

İşte birini kaybetmek bu yüzden tahammülfersa bir yakıcılıkta. Ve yıkıcılıkta. Çünkü o kaybettiğiniz kişi ile hâlen daha aynı ‘şimdi ve burada’ bulunmayı zihnen ve hissen sürdürüyorsunuz yahut sürdürdüğünüzü varsaymaya devam ediyorsunuz; öte yandan fiilen o ‘şimdi ve burada’lığı yaşayamıyorsunuz. Hayalde veya zihinde varolmaya devam edenin teneffüssüzlüğünün yıpratıcılığı... O yüzden de bir yakınını kaybedenler, bu kayıp durumunun devam etmesindense çok daha acı haberi almaya, o kişinin ölümünü kabullenmeye hazırdırlar.

Durup dururken sağlıklı bir insan, fena varken ne diye en fenayı tercih eder ki? Dışarıdan bakanın asla içselleştiremeyeceği bir his bu.

Hâlbuki kayıp, kaybedilen kadar kaybedenin de derinden hissettiği bir belirsizlik hâli. Belirsizlik insanın en tahammül edemediği veya tahammülde en fazla zorlandığı hâl. O yüzden acı haber, belirsizliğe tercih edilebilmekte.

KIZINI KAYBETMEK

2018 tarihli ve Aneesh Chaganti imzalı Kayıp Aranıyor (Searching) işte böyle bir kaybedişin hikâyesini anlatıyor.

Orta hâlli Kore göçmeni babanın yegâne çocuğu bir gün ansızın kaybolur. Anne birkaç yıl önce kanserden ölmüştür. Ama baba-kız birbirlerine bir şekilde tutunmayı başarmıştır.

Günlerden bir gün ‘ders çalışmak için’ geceyi arkadaşında geçireceğini söyleyen kız evine dönmez. Üstelik gecenin bir yarısı babasını üç kere arar. Adamcağız uyuyordur elbette. Sabah aramaları gören baba, kızına telefondan bir türlü ulaşamaz. Telâşlanan adam henüz bu minvalde birkaç adım atar atmaz farkeder ki aslında kızını pek tanımıyordur. Piyano derslerini altı aydır bıraktığından babanın haberi bile yoktur meselâ.

Telâşlı baba kaç yıldır bir başına büyüttüğü ve durum gereği hem analık, hem babalık ettiği 16’sındaki kızına zannettiğinin zıddına ne de uzak kaldığını farkeder. Dışarıdan bakınca beheri de ötekisi için vardır. Yedikleri, içtikleri bile ayrı gitmiyordur adeta. Öte yandan küçük kız, meğer dünyasına babasını hiç buyur etmemiştir bile. Yahut baba bu daveti anlamamıştır.

Kısaca zengin anlamıyla kayıplılık hâli, fiilen gerçekleşmeden de alttan alta yaşanmaktadır. Dışarıdan belli etmese de küçük kız, babasının başucunda değil, hâlâ ‘kaybettiği’ annesinin kucağında yaşamaya devam etmektedir.

Varlık, yokluk, hayal, hakikat, zan, kayıp, yitiriş, ölüm; iletişim, iletişim aletleri ile ‘konuşmak’ sanal ayak izi, dijital hayat ve bu dünyanın gerçek hayat üzerindeki hesaba katılmamış etkileri gibi birçok temayı münderecatında harmanlayan kayıp aranıyor, arandığında içeriğinde zengin ve umulmadık sürprizler barındıran bir film.
Varlık, yokluk, hayal, hakikat, zan, kayıp, yitiriş, ölüm; iletişim, iletişim aletleri ile ‘konuşmak’ sanal ayak izi, dijital hayat ve bu dünyanın gerçek hayat üzerindeki hesaba katılmamış etkileri gibi birçok temayı münderecatında harmanlayan kayıp aranıyor, arandığında içeriğinde zengin ve umulmadık sürprizler barındıran bir film.

KOYU PEMBE YALANLAR

Filmi şaşırtıcı kılan, temel mevzuuna dair ana fikrin tespit edilmesinden sonraki süreçte yaratıcı ekibin sarfettiği zihin gayretinin ayrıntılarda tezahür eden keyfiyetinin seyri. Kaygı, korku, merak, endişe, ümit, hasret gibi karmakarışık hissiyat içerisinde yüzen baba, kızının hiç tanımadığı en yakın arkadaşının annesini ararkenki hâli meselâ. Ve ilgisiz bir baba görüntüsü vermemek için kadıncağıza söylemek mecburiyetini hissettiği koyu pembe yalanlar.

Hangi yalan gerçeğin üstünü örtmeye yetmiş ki. Hele böylesi bir gerçeğin.

Bir de gerçeğin üstünü daha koyu bir perdeyle örten şu iyiniyet postuna bürünmüş mazeretlere hiç sığınılmasa... Kızının kayboluşunun üzerinden saatler geçtiği hâlde neredeyse çevresindeki herkes onu sahte bir iyimserlikle teselli etmiş, o da bu boş vaatlere kanmayı tercih etmiştir. Hem ortada kısa bir dağ gezintisi macerası bile vardır. Fakat genç kız o geziye katılmamıştır. Nihayet polis aranır ve saatler sonra bir dedektif mevzuu araştırmak için atanır.

Bu galibiyetin beklenilesi sonucu: “O benim kızım. Onu tanımaz mıyım?” kof bir zandan ibaretmiş. Orta yaştaki baba, çift anlamıyla iki kaybın ağırlığını taşımak mecburiyetinde kalır.

Bu arada baba, biraz çaresizce, biraz da elindeki yegâne çare saydığı için sürekli çevrimiçidir. Ne duyuyor, ne öğreniyor, kiminle konuşuyorsa beherini internetten teyit etme ihtiyacı hissetmektedir. En kritik ânda bile hayat resmen ikiye bölünmüştür. Ve bu hayatların sanalı, ötekisine galiptir.

SANALLIK, GERÇEKLIK VE SANAL GERÇEKLIK

Filmin her ân klişelere sığınacakmış gibi duran ama asla açığa düşmeyen hikâyesinin yanında, muhatabını derinden etkileyen hikâyelemesinin de sıradışı malzemeler barındırdığını vurgulamak mecburiyetindeyiz. Görselliği düşük kaldığı hâlde çarpıcılığı aşikâr bilgisayar kamerasıyla çekilmiş zayıf dijital görüntülerle örülü film, etkileyiciliğinden hiçbir şey kaybetmediği gibi, inandırıcılığı pekiştiren değişik bir görsellik bile kazanıyor.

Aslında film, insan hayatına girdikten sonra bilgisayarın bizi neye dönüştürdüğünün remz mahiyette tenkidi aynı zamanda.

Yönetmenle birlikte filmin senaryosunu yazan Sev Ohanian ikilisinin asıl mahareti, beylik bir türe hiç de bilindik sayılamayacak yeni boyutlar katabilmeleri.

Varlık, yokluk, hayal, hakikat, zan, kayıp, yitiriş, ölüm; iletişim, iletişim aletleri ile ‘konuşmak’ sanal ayak izi, dijital hayat ve bu dünyanın gerçek hayat üzerindeki hesaba katılmamış etkileri gibi birçok temayı münderecatında harmanlayan Kayıp Aranıyor, arandığında içeriğinde zengin ve umulmadık sürprizler barındıran bir film.

İnsanın başına ne geliyorsa hakikat yerine hayali tercihinden gelmiyor mu?