Zekiye Yağmurcu’nun yumruğu

“28 Şubat mağdurlarından Zekiye Yağmurcu (48) vefat etti” diye verdi gazeteler haberini. Zekiye’yi anlatmaya bu cümle yeter mi ki ölümünü anlatmaya yetsin. 28 Şubat mağduruydu evet, ama en ön saflarda mücadele ettiği için aynı zamanda 28 Şubat’ın galibiydi de. Zulümlere şahit oldu evet, ama zaferleri de görmeden gitmedi. 14 yıl aradan sonra o çok sevdiği öğretmenlik mesleğine döndü mesela. Tarih öğretmeniydi. Tek istediği, kendisi gibi mücadeleci talebeler yetiştirmekti. Belki de sadece var olmak istedi, başka türlü nasıl var olunacağını bilmeden
“28 Şubat mağdurlarından Zekiye Yağmurcu (48) vefat etti” diye verdi gazeteler haberini. Zekiye’yi anlatmaya bu cümle yeter mi ki ölümünü anlatmaya yetsin. 28 Şubat mağduruydu evet, ama en ön saflarda mücadele ettiği için aynı zamanda 28 Şubat’ın galibiydi de. Zulümlere şahit oldu evet, ama zaferleri de görmeden gitmedi. 14 yıl aradan sonra o çok sevdiği öğretmenlik mesleğine döndü mesela. Tarih öğretmeniydi. Tek istediği, kendisi gibi mücadeleci talebeler yetiştirmekti. Belki de sadece var olmak istedi, başka türlü nasıl var olunacağını bilmeden

Hâlâ başörtülülerin hakları anayasal güvence altında değil. Yarın öbür gün çocuklarımızın ne yaşacağı endişesini hâlâ yüreğimizde mıh gibi taşıyoruz. Zekiye Yağmurcu bu dünyadaki imtihanını tamamlayıp gitti. En çok 28 Şubat mücadelesiyle anılıyorsa vardır bir hikmeti. Kimbilir, belki de eylemlerde havaya kalkan Zekiye öğretmenin yumruğu gibi bir yumruktur bu aymazlıktan bizi kurtaracak olan.

Kimi insan vardır, yaşarken de derdiyle mesaj verir, ölürken de... Günlük rutinlerimizin, kaygılarımızın ortasına en kıymetlisini bırakır ve gider. Kimi insan vardır, yaşarken de dava ehlidir ölürken de. İncecik kıyısında eğleşir hayatın, sana seni hatırlatmak için yaşar ve giderken de yine bizi bize hatırlatır. Zekiye Yağmurcu işte o naif bedeninde koca bir davanın yükünü taşıdı ve hiç yüksünmedi. Bir kez bile yükünün ağırlığından şikayet ettiğini duymadı kimse. Filistin poşulu kız, davası adına düzenlenen her eylemin ortasında; nasıl yetiştiğini, nasıl yorulmadığını, yorulduğunda nasıl dinlendiğini, tükendiğinde nasıl yenilendiğini kimseler bilmedi.

 Zekiye Yağmurcu işte o naif bedeninde koca bir davanın yükünü taşıdı ve hiç yüksünmedi.
Zekiye Yağmurcu işte o naif bedeninde koca bir davanın yükünü taşıdı ve hiç yüksünmedi.

“28 Şubat mağdurlarından Zekiye Yağmurcu (48) vefat etti” diye verdi gazeteler haberini. Zekiye’yi anlatmaya bu cümle yeter mi ki ölümünü anlatmaya yetsin. 28 Şubat mağduruydu evet, ama en ön saflarda mücadele ettiği için aynı zamanda 28 Şubat’ın galibiydi de. Zulümlere şahit oldu evet, ama zaferleri de görmeden gitmedi. 14 yıl aradan sonra o çok sevdiği öğretmenlik mesleğine döndü mesela. Tarih öğretmeniydi. Tek istediği, kendisi gibi mücadeleci talebeler yetiştirmekti. Belki de sadece var olmak istedi, başka türlü nasıl var olunacağını bilmeden.

Hiç şikâyet etmedi halinden

Tam bir şeyler rayına oturmuştu, doya doya öğretmenlik yapıyor, bir yandan da iki güzel çocuk büyütüyordu ki, yakasına yapışan hastalıkla mücadele dönemi başladı. Kansere yakalanmıştı, tıpkı gribe yakalanmış gibi karşıladı. “Hiç şikâyet ederken görmedim” diyor doktoru Nursal Köse, “Neden bu hastalık beni buldu’ demedi hiç, yüzünden gülümseme bile eksik olmadı, çok ağrım var kelimesini hiç duymadım ağzından, çok şiddetli ağrıları olduğunda dahi şükreden, sabreden birisiydi. Özel bir insandı, çok ince ruhlu, çok naif, çok da onurlu birisiydi. Hayatta gördüğüm ikinci kişidir bu kadar ağrıya rağmen hiç şikâyet etmeden acısını içinde yaşıyan.”

. Başörtüsü mağduru olduğu dönemleri konuştuk bir de, sürekli eylemlerde olduğunu anlattı.
. Başörtüsü mağduru olduğu dönemleri konuştuk bir de, sürekli eylemlerde olduğunu anlattı.

99 depreminde tanışmışlar Zekiye’yle. O yine en iyi bildiği işi yapıyor, ihtiyaç sahiplerine yardıma koşuyordu. Daha sonra kopmuşlar birbirlerinden. “Bir sene kadar önce kız kardeşim Zekiye’nin hasta olduğunu söyleyince evini ziyarete gittim. Artık kemoterapi alamayacak duruma gelmişti. Ben tamamlayıcı tıpla ilgilendiğim için ozon tedavisi, fitoterapi tedavisine başladık, bir yandan da hastane kontrolleri devam etti. Son üç ayında ozon tedavisine bizzat götürüyordum. Her hafta cuma günleri benim için ‘Zekiye’ günüydü. Eşim ve çocuklarım bile ‘bugün Zekiye günü’ diye hatırlatıyordu.

Zekiye eğitim şehidi sayılsın

Ağırlaşıp hastaneye yattıktan sonra en son ziyaretimde iki konu konuştuk. Birisi, öğretmenlik yaparken yardım ettiği çocuklar varmış ve bundan kimsenin haberi yokmuş. ‘Şimdi onlar ne olacak Nursal’ dedi. Ölüm döşeğinde öğrencilerini düşünmesi çok etkiledi beni. Başörtüsü mağduru olduğu dönemleri konuştuk bir de, sürekli eylemlerde olduğunu anlattı.

‘Aklım fikrim eylemdeydi, yemez, içmez, uyumaz sadece eylemleri düşünürdüm’ dedi. Sonra durdu, düşündü, güldü ‘şimdi olsam, gene yapardım’ dedi

. Çok huzurlu bir insandı. Hep olması gereken yerde duruyordu. Medyatik olmak gibi bir derdi yoktu. Vefatından sonra isminin duyulmuş olması tam bir Türkiye klasiğidir. Dün gece rüyamda gördüm, hiç Twitter’la ilgim olmadığı halde hashtag açmışım, #Zekiyeeğitimşehidisayılsıniadeiitibaryapılsın diye. TT bile olmuş. Eşime, ‘herhalde şehit oldu Zekiye’ dedim. Rabbimin katında hiçbir şey boşa gitmez çünkü.”

Kelebek gibi gülümserdi

“Ben hep ona baktığımda kılıcın kesemediği ipeği düşünürdüm. Hem ipek gibi yumuşacık, hem de hiçbir kılıcın kesemediği kadar sağlam” diyor başörtüsü mağdurlarının sesi olmayı hiçbir zaman bırakmayan Sibel Eraslan. Özgür-der’deki eylemlerden tanıyormuş Zekiye’yi. O günlerde herkes birbirini eylemlerden tanıyor zaten. Şöyle anlatıyor şahitliğini Eraslan, “Akit gazetesinin yazarlarındandım ve gazetemiz yakinen ilgilenirdi başörtüsü mağdurlarıyla. Zekiye’yle de ilgilenirdik, çünkü sürekli başına bir problem geliyordu. Çünkü Zekiye üniversiteye devam etmek değil, başörtüsüyle öğretmenlik yapmak istiyordu. Daha zorlu bir çabası vardı.”

“Kelebek gibi konuşmasıyla tanıyordum bir de onu” diyerek sözlerine devam ediyor Sibel Eraslan, “Sürekli gülümsemesiyle, tebessümüyle hatırlıyorum. Yüzüne baktığınızda ağır bir mücadeleyi üstlenmiş bir kardeşimiz olduğunu tahmin edemezdiniz. Pırıl pırıl bir kelebek gibi sürekli gülümser, çok iyi niyetli, arkadaşlarıyla çok zarif bir şekilde konuşur, çok kibar, yardımsever, içten bir kardeşimizdi. Ama yüklendiği mücadele çok yüksek, çok asil ve zorlu bir mücadeleydi. Böyle bir paradoksu üzerinde taşıyordu.”

Riskli eylemde ilk akla gelen

Kalabalık bir eylemde arkanız dönükken kim tanıyabilir ki sizi? Zekiye tanınıyormuş işte. “Başında poşusu, yumruğu havada, kime sorsanız tanırdı Zekiye’yi” diye anlatıyor yine yol arkadaşlarından

  • Zehra Türkmen. 99 depremi ne çok kişiyi buluşturmuş bir yandan. “Hayran kalmıştım çabasına” diyerek ilk tanışmasını anlatıyor Zehra Türkmen de, o günün şartlarında kendi imkanlarıyla Sakarya’ya depremzedelere yardıma gitmiş, elinden ne geliyorsa yapmış. 22 yıllık bir dava kardeşliği uzanıyor hemen yanı başlarında. Yüzünde gamzeye dönüşmüş tebessümü, Filistin poşusu ve eylemlerdeki heyecanı, ha bir de alabildiğine sessiz ve naifken, bir o kadar da derinliğiyle hiçbir zaman hafızalarımızdan silinmeyeceğini söyleyerek şu anısını anlatıyor Zehra Türkmen:

“Özgür-der olarak 2003 Avrasya Maratonu’nda, Türkiye’nin Amerika’ya asker göndermesini protesto edecektik. Abiler beni aradıklarında ‘10-12 hanım kardeşimiz de bu eyleme katılsın, ama riskli bir eylem, dayak yiyeceksiniz, büyük ihtimalle de gözaltı olacak, bunu göze alanlar katılsın’ diyerek uyarmışlardı. Listeyi elime aldığımda ilk aklıma gelenlerden birisi Zekiye oldu. Çünkü Allah rızası olan bir yerde Zekiye için hesap kitap yoktu. Zekiye’yi arayıp riskli olduğunu söylediğimde, bana sitem etmişti. ‘Böyle güzel bir işte bunu bana sormanı yadırgadım, tabi ki gelicem’ demişti. Ertesi gün birlikte köprünün üstüne gittik, hem çok kötü dayak yedik, hem de gözaltı sürecimiz oldu. Daha sonra da mahkemelerimiz devam etmişti.”

Öğretmenler odasında oturmazdı

Öğretmenliği de ayrı bir şahitlik Zekiye Yağmurcu’nun. “Ben hiç öğretmenler odasında çay içerken görmedim Zekiye hocamı” diyor bir öğrencisi. 15 dakikalık tenefüsünü dakikalara böler, iki dakika şunu yapıcam, üç dakika şuna yetişicem diye hesaplar yaparmış. Bu kadar koşturmaca içinde yolu öğretmenler odasına nasıl düşsün ki insanın? Yazar buluşmalarına çağırmış bütün dava arkadaşlarını, Zehra Türkmen de öğrencileriyle orada görmüş Zekiye hocayı. “Ben çok fazla okulları gezdiğim için, öğretmen öğrenci ilişkilerini fark edebiliyorum.

Ümmete duyarlı, Filistin’e, Arıkan’a, Bosna’ya, nerede ümmetin sıkıntısı varsa oraya duyarlı bir kardeşimizdi.
Ümmete duyarlı, Filistin’e, Arıkan’a, Bosna’ya, nerede ümmetin sıkıntısı varsa oraya duyarlı bir kardeşimizdi.

Zekiye’nin bir yandan öğretmenlik seviyesini hissederken, diğer yandan anne şefkatini, arkadaşlığını hissedebiliyordunuz. Vefat ettikten sonra çok öğrencisine ulaştık. Okulda ihtiyaç sahibi öğrencileri olduğunu ve onların ihtiyaçlarını gidermek için gece gündüz çalıştığını öğrendik. Ölümünden sonra aslında onun ne kadar derin yaşadığını, sessiz işler yaptığını öğrenmiş olduk. Bunlar geride kalanlar için ibret dolu örneklikler.”

Lailahe İllallah Zekiye

“Zekiye ile çok anılarımız var. Buraya sığmaz” diyerek anlatmaya başladı üniversite yıllarından arkadaşı Selvigül Kandoğmuş Şahin. Gerçekten de sığmadı Selvigül’ün yazdıkları ama şu ifadeler onu anlatmaya, tanıtmaya yeter de artar bile: “O çok heyecanlıydı, hep en öndeydi, hiç korkmazdı. Bir keresinde beraber Taksim’deki Bosna Hersek’le ilgili büyük bir mitinge gitmiştik. Tıklım tıklımdı her yer. Ben korkardım niye yalan söyleyeyim eylemlerden, çekinirdim. Ama Zekiye’nin o gün başında yeşil bandanası ve bandanada “La İlahe İllallah” yazıyordu. “Lailahe İllallah Zekiye” derdik biz Zekiye’ye… Yaşantısını özetleyen bir adlandırmaymış bu meğer, sonradan anladık.

  • Ümmete duyarlı, Filistin’e, Arıkan’a, Bosna’ya, nerede ümmetin sıkıntısı varsa oraya duyarlı bir kardeşimizdi. Zekiye her ne kadar önde yürüse de, eli her daim havada, direnişçi ruhu meydanlarda olsa da, şimdi daha iyi anlıyorum ki o derviş yürekli, mütevazı, her daim yüzünde o güzel gülümsemesi ile muhkem ve muvahhit duruşlu bir kardeşimizdi.

Onu en son gördüğümde öğrencileri için seminere çağırmıştı. Ümmet acılarını anlatan “Kırık Zamanlar” kitabımı öğrencilerine okutmuştu. Meğer hastaymış, hiç belli etmedi. Ve hiç unutmam, öğretmenler odasında bir sürü poşet vardı. ‘Bunları ihtiyaç sahibi öğrencilerin evlerine götüreceğim’ dedi. Çok etkilenmiştim. Zayıflamıştı ama herkes zayıflama peşinde olduğu için hasta olduğunu anlayamadım, iyiye yordum bu durumunu. İçine kapanık, kimseden bir şey istemeyen, durumunu belli etmeyen bir kardeşimizdi. Çok çok üzüldüm, ama onun güzel yaşantısı büyük tesellimiz.”

Mazbut yaşadı mazbut öldü

Yine bir dava arkadaşı ve yine bir güzel şahitlik. Hülya Şekerci de 28 Şubat dönemlerinde Zekiye hocayla birlikte yürüyenlerden. “28 Şubat sürecinde başörtüsü yasakları konusunda çok zor zamanlar yaşadık. Bu süreçte eylemlere katılan çok insan olurdu ama kalabalıkların sayısı çeşitli zorluklardan dolayı gittikçe azalırdı. Bu eylemleri sürdüren az sayıda insandan birisiydi Zekiye. Aşağı yukarı her eylemde onu görmek mümkündü. Sakin, sessiz bir yapısı vardı ama katkısı olacağı yerde her zaman bulunurdu. Çok samimi bir insandı. Doğru bildiği şeyleri gençlere aktarma konusunda çok azimliydi. Mazbut yönü vardı ve hayatını da mazbut bir şekilde sonlandırdı.”

İthaf sayfasını okutmak nasip olmadı

Hep arkadaşları değil elbet nakış nakış işlenmiş yaşantısının şahitleri. “Teyzemle beraber tüm İslami eylemlere katılmaya başlamıştım. Teyzem en ön saflarda ve yumruğu hep havadaydı” diyor yeğeni Süleyman Dilmen. “Hava soğuk da olsa, paramız ancak bilete yetse de otobüslerle eylemlere giderdik. Kim olduklarını bilmediğim hayır sahipleri, zulme karşı direniş eylemlerinde sırf Allah rızası için simit, çorba vs. dağıtırdı. Teyzemin yanında çok mutluydum. Hiç şımarık çocuk olmadım ben” demesi yürekleri burkuyor.

“Teyzem benim ilk gerçek öğretmenimdi” diyen Dilmen, bir itirafta bulunuyor: “Teyzem tek başına değildi. Onun da kahraman gördüğü birçok kıymetli insan hâlâ hayatta. Çok acılar çektiler. Son öğretmenler gününde kimse öğretmenler gününü dahi kutlamamıştı. ‘Sen de olmasan kimse gelmeyecek diye üzülecektim az kalsın,’ demiş bir gece vakti çiçeklerle ona sürpriz yapan ablama. Ben de bana kitapları sevdirdiği, şuurlu bir öğretmen ve yazar olmama vesile olduğu için 4 kitaplı çocuk seti yazmıştım canım teyzeme ithafen. Kitaplar iki ay evvel iyi bir yayınevi tarafından çok beğenilmiş ve baskı sırasına girmişti. Matbu kitaplarla onun yanına gitmek, ithaf sayfasını açtırmak nasip olmadı. Yıllardır bu anı bekliyordum. Cennete gideceğine kani olduğum teyzemin yanına gitmek için daha bir kul olmaya çalışacağıma, öksüz kalan kuzenlerimi çocuklarım gibi seveceğime herkesin huzurunda söz veriyorum. Bu kutlu yolda bize yardım et Allah’ım.”

Emeklilik yaşında yeni memur

14 yıl sonra mesleğine geri döndü tamam, ama tam da emekli olacak çağda değil miydi? Rabbim zamanını iyi belletmiş de almış, amenna. Ya imtihanı devam edenler? Haklarının geri verilmesiyle ilgili çok içi yanıyordu Zekiye öğretmenin. O çalışmaya başlamıştı ama 28 Şubat sürecinde çalışamayan, memurluk yaşına takılan, o kalkınca KPSS şartlarına takılan birçok insan var hâlâ mesleğini yapamayan. 20 yıl önce üniversite okuyan bir insanla şimdilerde mezun olan zehir gibi gençleri aynı sınava nasıl sokarsınız? Emeklilik yaşı gelmiş insanların daha çiçeği burnunda 6-7 yıllık memur olmasına ne demeli?

“Kelebek gibi konuşmasıyla tanıyordum bir de onu” diyerek sözlerine devam ediyor Sibel Eraslan, “Sürekli gülümsemesiyle, tebessümüyle hatırlıyorum. Yüzüne baktığınızda ağır bir mücadeleyi üstlenmiş bir kardeşimiz olduğunu tahmin edemezdiniz.
“Kelebek gibi konuşmasıyla tanıyordum bir de onu” diyerek sözlerine devam ediyor Sibel Eraslan, “Sürekli gülümsemesiyle, tebessümüyle hatırlıyorum. Yüzüne baktığınızda ağır bir mücadeleyi üstlenmiş bir kardeşimiz olduğunu tahmin edemezdiniz.

Hâlâ başörtülülerin hakları anayasal güvence altında değil. Yarın öbür gün çocuklarımızın ne yaşacağı endişesini hâlâ yüreğimizde mıh gibi taşıyoruz. Zekiye Yağmurcu bu dünyadaki imtihanını tamamlayıp gitti. En çok 28 Şubat mücadelesiyle anılıyorsa vardır bir hikmeti. Kimbilir, belki de eylemlerde havaya kalkan Zekiye öğretmenin yumruğu gibi bir yumruktur bu aymazlıktan bizi kurtaracak olan.