İlk ağızdan | Afrika ve sömürgecilik

Afrikalı göçmenler, Sicilya'nın Augusta limanında bekletiliyor.
Afrikalı göçmenler, Sicilya'nın Augusta limanında bekletiliyor.

Afrika yazı dizimizin altıncı ve son bölümünde, Afrika'nın en önemli konusunu aktarmaya çalışacağız. Yüzyıllardır süregelen ‘Afrika ve Sömürge’ mevzusu kulaktan dolma bilgiler ışığında konuşulur fakat ne yapılması gerektiği noktasında pek kafa yorulmaz. Okuyacağınız söyleşide AFAM Başkan Yardımcısı Dr. Öğr. Üyesi Muhammed Tandoğan ile Çin’in ve İsrail’in son zamanlardaki Afrika’daki büyümelerinin nedenleri, Türkiye’nin kıtadaki gücü gibi birçok konuyu derinlemesine mercek altına alıyoruz.

Yüzyıllardır süregelen ‘Afrika ve Sömürge’ mevzusu kulaktan dola bilgiler ışığında konuşulur fakat ne yapılması gerektiği noktasında pek fikir ortaya atılmaz.

Sudanlı bir genç bisikletiyle objektife takılıyor.
Sudanlı bir genç bisikletiyle objektife takılıyor.

Söyleşimizde, Çin’in ve İsrail’in son zamanlardaki Afrika’daki büyümelerinin nedenleri, Türkiye’nin kıtadaki gücü vs. gibi birçok konuyu vakıf olacağınızı düşünüyorum. Ülkemizde Afrika kıtası için çalışmalar yürüten nadir kurumlardan biri olan Afrika Araştırmacıları Derneği (AFAM) Başkan Yardımcısı Dr. Öğr. Üyesi Muhammed Tandoğan’ın sorularımıza verdiği kritik, faydalı cevaplardan oluşan söyleşimizin, Afrika ve Sömürgecilik konusunda aydınlatıcı olacağını umuyorum.

Abdullah Uluyurt:

  • Ülkemizde ve Dünya’da Afrika kıtasına yönelik ilgi ve farkındalık her geçen gün artıyor. Bir zamanlar kıtayı “umutsuz kıta” olarak nitelendirenler, artık kıtayı “geleceğin rekabet alanı” olarak tanımlıyorlar. Bu değişimi neye borçluyuz?

Muhammed Tandoğan:

Özellikle son yirmi yılda ülkemizde ve Dünya’da Afrika’ya yönelik artan bir ilgi söz konusu. Bu durum, aslında bir farkındalıktan kaynaklanıyor. Bir zamanlar konuşmalarında, yazılarında ve diğer birçok faaliyetlerinde Afrika’yı umutsuz bir kıtaymışçasına lanse eden iş adamları, akademisyenler ve devlet adamları (vs.) kıtanın öneminin farkına vardı. Günümüzde uluslararası ilişkiler sisteminde etkili bir aktör olmak isteyen herhangi bir gücün, Afrika kıtasını görmezden gelerek politikalarını icra etmesi pek mümkün görünmüyor. Bunun nedeni ise oldukça basit: İçerisinde yaşadığımız yer kürenin birçok farklı noktasında bizi besleyecek çeşitli kaynaklar hızla tükenirken, Afrika’daki gün yüzüne çıkartılmış ya da henüz çıkartılmayı bekleyen zenginlikler ile çeşitli fırsatlar bu kıtayı sistemin geleceği ve devamlılığı noktasında münhasır kılıyor. Bu yönü ile Afrika, tükenmeye yüz tutmuş dünyamızın tükenmeyen yüzü konumunda. Bir anlamda yüzyıllardır acı bir şekilde ve sömürü düzeni nedeniyle Avrupa başta olmak üzere dünyayı besleyen kıta ülkeleri, gelecek yüzyılda da sahip olduğu kaynaklar vesilesiyle dünyayı besleyen kıta olma hüviyetini sürdürecek gibi görünüyor.

AFAM Başkan Yardımcısı Dr. Öğr. Üyesi Muhammed Tandoğan
AFAM Başkan Yardımcısı Dr. Öğr. Üyesi Muhammed Tandoğan

Afrika'nın ekonomik potansiyeli

Afrika kıtasının zihinlerde umutsuz bir coğrafyadan, yarının -hatta günümüzün- rekabet alanına evirilmesinde ise kıtanın ekonomik, siyasi ve sosyal potansiyeli oldukça önemli bir rol oynamakta. Gezegenimizdeki mevcut toprakların yaklaşık dörtte biri ve toplam nüfusun yaklaşık yedide biri bu kıtada bulunuyor. Kıtanın nüfusunun demografik özelliklerine baktığımızda da, bahsi geçen nüfusun büyük oranda genç ve üretim çağındaki bir kitle olduğu anlaşılmakta. Bu durum iyi kullanıldığı takdirde kıta ülkeleri ve dünyamız için oldukça önemli bir potansiyelin varlığını işaret etmektedir. Ayrıca Afrika her ne kadar yeterince yararlanma imkânı olmasa ya da yararlanmasına tam manası ile olanak sağlanmasa da doğal kaynaklar yönünden de oldukça zengin. Zira Afrika kıtası, petrol, doğal gaz, elmas, altın, kobalt, platin, uranyum, koltan, krom, bakır (vs.) gibi çeşitli kaynakların yoğun olarak bulunduğu bir coğrafya olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle, uluslararası ilişkiler sisteminde kendisine saygın bir yer edinmek isteyen hemen her aktör Afrika’ya ulaşma ve kıtada etkili olma adına birbirleriyle bir yarış içerisinde.

Afrika kıtasının 1.2 milyar nüfusunun olduğu biliniyor.
Afrika kıtasının 1.2 milyar nüfusunun olduğu biliniyor.

Afrika kıtası ülkeleri, bütün bu zenginliklerinin yanı sıra 1,2 milyarı aşan nüfusu ile devasa bir pazar olanağı sunması ve yatırım yapılmaya oldukça açık birçok sektörü ile çeşitli alanlarda faaliyet gösteren yatırımcıların dikkatini üzerine çekmekte. Ekonomik özelliklerinin yanı sıra, uluslararası organizasyonlar bağlamında düşünüldüğünde, kıta ülkeleri siyasi olarak da oldukça önemli bir potansiyeli ellerinde bulundurmakta. Örneğin BM Genel Kurulu’nda oy hakkı bulunan 194 ülkenin 54 tanesinin Afrika’da olduğu düşünüldüğünde bu potansiyel daha da iyi idrak edilebilecektir. Çin’in Tayvan’ın yerine BM’ye kabul edilmesi, Türkiye’nin 2009- 2010 yılları için BM Güvenlik Konseyi’ni kazanması ve yakın zamanda Kudüs’ün İsrail’in başkenti ilan edilmesine tepki gösterilmesi için BM Genel Kurulu’nda yapılan oylama gibi hadiselerde Afrikalı ulusların birçoğunun kullandığı oyun rengi göz önüne getirildiğinde de, Afrikalı devletlerin sistem içerisinde çoğu kez gözden kaçırılan önemi daha iyi anlaşılacaktır. Bu gibi özelliklerinden dolayı günümüz uluslararası siyasetinde ön plana çıkan aktörlerden hemen hiçbiri, Afrikalı devletlerin söz konusu potansiyelini yok sayamamaktadırlar.

Bir Afrikalı, arkadaşının fotoğrafını çekiyor.
Bir Afrikalı, arkadaşının fotoğrafını çekiyor.

Abdullah Uluyurt:

  • Hâkimiyeti yüzyıllarca süren ve insanlığın kolektif hafızasında kötü izler bırakan sömürgecilik döneminin sona ermesinin ardından, mevcut şartlarda Afrika’da gerçekten bir “yeni- sömürgecilik” olgusundan ya da diğer bir ifade ile tehdidinden bahsedebilir miyiz?

Muhammed Tandoğan:

Burada, bir sorunun yanıtını arayarak başlamak gerekiyor: Kıtada sömürü düzeni gerçekten sona erdi mi? Ya da diğer bir ifade ile dekolonizasyon olarak adlandırılan sömürgelerin tasfiye edilmesi süreci hakikaten bütün yönleri ile sömürgeci pratiklerin Afrika kıtasından tabir-i caizse pılını pırtısını toplayarak çekip gitmesi ile sonuçlandı mı? Maalesef hayır. Baktığımız zaman, sömürgeciliğin ya da sömürgeci pratiklerin sona ermediğini, yalnızca kabuk değiştirerek, yeni yöntemlerle zuhur ederek Afrika kıtası ülkeleri başta olmak dünya üzerindeki çeşitli ülke ve milletlerin başına bela olduklarını görüyoruz. Sözgelimi, birkaç yüzyıl önce kendilerini üstün kılan donanmalarının ve ateşli silahlarının gücüne güvenerek sömürü faaliyetlerine girişenler, artık metalaştırdıkları paranın gücü ve pek de adil olarak kurgulandığını iddia edemeyeceğiz bir piyasa ekonomisi anlayışı ile muhteviyatı itibariyle eskisine çok benzeyen fakat görünüşte daha yumuşak dokunuşlarla gerçekleştirilen yeni bir sömürü hareketine yelken açtılar. İşte bu durum, tam olarak, yeni sömürgecilik olarak adlandırılmaktadır ve adına ister olgu, isterseniz tehlike ya da tehdit deyin, Afrika kıtası ülkeleri başta olmak üzere eski sömürgecilerinden kurtulan devletlerin büyük bir kısmı bu durumdan muzdarip haldedir.

Denizde görülen Afrikalılar.
Denizde görülen Afrikalılar.

Afrika’da çeşitli küresel güç unsurları tarafından gerçekleştirilen yeni sömürgecilik faaliyetleri, kıta ülkelerinin zenginliğinin yeni ve farklı yöntemlerle Afrika dışına çıkarılması kadar, bu ülkeler üzerinde yeni bir tahakküm kurma arayışına da neden olmaktadır. Üstelik söz konusu arayışlar, yalnızca ekonomik yollarla değil, kültürden iç ve dış politikaya, sağlık hizmetlerinden güvenlik algısına değin oldukça geniş bir yelpazede sirayet etmektedir. Yeni- sömürgeci girişimler sonucunda ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi (vs.) anlamda güç durumda kalan Afrikalı devletler ise, bir yandan kalkınma problemlerini çözmeye çalışmakta diğer yandan ise kaynaklarının -hatta daha da ileri gidilecek olursa ülke topraklarının- ellerinden alınması tehlikesi ile karşı karşıya bırakılarak en basit bir ifadeyle iki arada bir derede kalmaktadırlar. Ne yazık ki, günümüzde Afrika’da etkili olmaya çalışan devletlerin birçoğu farklı devlet geleneklerine ve siyasi yapılara sahip olsalar da, benzer yöntemlerle hareket etmekte ve politikalarını yeni- sömürgeci saikler üzerinden şekillendirmektedirler. Afrika kıtası ülkelerinin eskisinden farklı yöntemlerle ama özünde aynı dürtülerle boyunduruk altına alınma çabaları ise kıtanın refahı, bağımsızlığı ve kıta ülkelerinin milli egemenlikleri için endişe verici boyutlara ulaşmaya başlamıştır.

Abdullah Uluyurt:

  • Ekonomik emperyalizm eski ya da yeni sömürgeciliğin en önemli araçlarından biri. Kıta ülkeleri üzerindeki ekonomik emperyalizm tehlikesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Kıta ülkeleri hakikaten uluslararası sistemin merkezindeki güçler tarafından ekonomik olarak tahakküm altına mı alınmaya çalışılıyor?

Afrikalı çocuklar.
Afrikalı çocuklar.

Muhammed Tandoğan:

Afrika’da sömürgecilik ya da emperyalizm siyasi olarak sona ermiş gibi görünüyor olabilir. Fakat ekonomik olarak etkileri günümüzde dahi sürmekte. Kıta ülkeleri günümüzde çok ciddi bir ekonomik emperyalizm tehdidi ile karşı karşıya. Sürekli söylenilen bir şey var: Afrika kıtası doğal kaynaklar başta olmak üzere, çeşitli yönlerden çok zengin. Kıtanın altından ve üstünden tabiri caizse bereket fışkırıyor. Peki, nasıl oluyor da, kıta ülkeleri bu kadar zengin kaynaklara sahipken ekonomik ve siyasi olarak istikrarsız bir yapıdalar? Bu sorunun yanıtını alabilmek için Afrika üzerindeki ekonomik tahakkümü ve kıtanın kaynaklarının kime, nasıl aktarıldığını iyi sorgulamak lazım. Biraz daha derine indiğimizde, sömürgecilik döneminde yerleştirilmeye çalışılan nizamın sömürgeler tasfiye edildikten sonra dahi bir şekilde ekonomik olarak devam ettirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Yalnız tek bir fark ile: eskiden sopayı açıktan açığa gösterenler, günümüzde değişen konjonktür gereği sopayı gizlemeyi tercih ediyor. Fakat ne sopayı elinde bulunduranlar, ne de -en basit bir şekilde ifade edilecek olursa- sopadan muzdarip olanlar değişmemiş gibi görünüyor. Amaç aynı ama baktığımız zaman yöntem biraz daha yumuşatılmış gibi. Oysaki ödenen bedelde bir değişiklik yok denecek kadar az…

Mevcut resme baktığımızda kıta ülkeleri için son derece ilginç bir ikilem söz konusu. Afrikalılar ekonomik olarak kalkınmak ve kendi ayakları üzerinde durmak zorunda. Fakat mevcut küresel güç olma iddiasındaki aktörlerin birçoğunun kıtaya yaklaşım biçimi göz önünde bulundurulduğunda, kıtanın kendi ayakları üzerinde duracak bir düzeye gelmesi oldukça çetrefilli bir sürecin varlığını gerektiriyor. Keza ABD ve Avrupalılar örneğinde olduğu gibi ne Batı modeli, ne de Çin örneğinde olduğu gibi Doğu modeli Afrikalılara ekonomik olarak darboğazdan çıkış kapısı vadetmiyor, bilakis kıtanın var olan zenginliklerini de ipotek altına alıyor.

Bir ibadethanede görülen Afrikalı kadın.
Bir ibadethanede görülen Afrikalı kadın.

Bir taraf “bizim gibi ol” diyerek kıta ülkelerinin buna gerçekten ihtiyacı olup olmadığını tamamen yadsıyarak Afrika’da da Batı tipi bir ekonomi modeli yerleştirmeye çalışırken, diğer taraf kıtayı borç batağına sürüklüyor ve bu borçlanmanın karşılığında ise kıtanın erişebildiği kalkınma seviyesi epey sınırlı. Örneğin Batı Afrika Frangı diye bir şey var. Fransa’nın bazı eski sömürgelerinde bu para birimi kullanılıyor ve bu durum söz konusu ülkelerin para politikalarının büyük bir oranda Fransa’ya bağımlı olması, ekonomilerinin Fransa tarafından manipülasyona oldukça açık olması anlamına geliyor. Ya da Çin, yatırım ve kalkınma alanındaki projeleri finanse etme adı altında kıta ülkelerini borçlandırabiliyor ve doğal olarak bu borçları ödeyemeyen Afrikalı ülkelerin varlıklarına el koyabiliyor. Gelinen noktada, Afrika’da ekonomik emperyalizmin tekeli kırılmadan, siyasi olarak kıta ülkelerinin istikrarlı ve kelimenin tam anlamıyla bağımsız olarak hareket edebilmeleri zor görünüyor. Burada da, Türkiye gibi kıtaya emperyalist saiklerle yaklaşmayacak devletlere olan ihtiyaç gün geçtikte artıyor.

Abdullah Uluyurt:

  • Çin Halk Cumhuriyeti’nin 2000’li yılların başından itibaren kıtada artan varlığını nasıl yorumluyorsunuz? Bu ülkenin Afrika’da hızla alan kazanması kıta ülkeleri için bir artı değer yaratır mı? Ya da Çin’in kıtada ABD ile girişeceği olası bir rekabet, Afrika kıtası ülkelerini yeni bir Soğuk Savaş’ın (Çin ile ABD arasında) eşiğine getirir mi?

Muhammed Tandoğan:

Yirmi birinci yüzyılın başlangıcından günümüze kadar geçen süreç içerisinde Çin’in Afrika kıtasındaki etkinliğini arttırdığı, kıta ile ilgili meselelerde ne dediğine ve ne yaptığına en çok dikkat edilen aktörlerden biri haline geldiği görülmekte. Üstelik bu devlet, söz konusu etkinliğini sağlarken kıtaya rakibi olan Avrupalılardan ya da ABD’den -en azından görünüşte- farklı bir üslup ile yaklaşmış ve Batı modeline karşı alternatif bir Çin modeli oluşturma yoluna gitmiştir. Bu noktada, Batılıların ekonomik ve siyasi ilişkileri tesis etmek için önkoşul olarak sunduğu Batı tipi ön koşullardan (demokrasi, iyi yönetişim, serbest pazar vs.) rahatsız olan Afrikalı devletlerin birçoğu, Tayvan’ın tanınması dışında hiçbir önkoşul öne sürmeyerek sorgusuz sualsiz ekonomik kaynak aktaran Çin yönetimi ile ilişkilerini geliştirmiş ve bu ülke Afrika’da Batılılara bir alternatif olmanın ötesine geçerek hızla alan kazanan bir aktör olma vasfını kazanmıştır. Gelinen noktada, Çin’in kıtadaki hemen hemen birçok alandaki ilişki, yardım ve yatırımları devasa boyutlara ulaşmış, Afrika’da bir Çin emperyalizmi ya da Çin’in kıtada yeni sömürgeci olduğu tehdidinden bahsedilir olmuştur.

Traş olan Sudanlı genç.
Traş olan Sudanlı genç.

Bu noktada, “siyaset değil, ticaret” mantığı ile hareket ettiğini ve Afrikalıların iç işlerine karışmasının egemenlik haklarına saldırı anlamına geleceğini öne süren Çin’in Afrika’daki önü alınmayan yükselişinin kıta ülkelerinin yararına mı yoksa zararına mı olduğu iyi sorgulanmalıdır. Elbette, bu ülkenin Afrika’da Batı’ya karşı bir alternatif olarak yükselmesi, Afrikalıların ilişkiye girebilecekleri aktör sayısı bağlamında elini güçlendirmektedir. Ancak, Çin’in Afrika politikasının hali hazırdaki ve gelecekteki olası olumsuz etkileri de göz ardı edilmemelidir. Örneğin, Çin yönetiminin yaptığı yardımlar, sağladığı sorgusuz sualsiz verdiği krediler ve imzaladıkları ağır anlaşmalar ile Afrikalıları yolsuzluk ve borç batağına sürüklemekte ve borcunu ödemesi zaten imkânsız olan ülkeler borçlarını ödeyemediği takdirde Çinli firmalar Afrikalıların varlıklarına kimi zaman 49 yıllığına, kimi zaman 99 yıllığına, kimi zaman ise süresiz olarak el koyabilmektedir. Bu durum Afrika’nın egemenlik hakları kapsamında doğrudan doğruya bir tehlike teşkil etmektedir.

Öte yandan, kıtanın iç işlerine karışmadığını iddia eden Pekin yönetimi, çıkarları tehlikeye girdiğinde Tanzanya ya da Orta Afrika örneklerinde olduğu gibi gayet tabi bir refleksle kıta ülkelerinin iç meselelerine müdahale edebilmektedir. Daha da korkutucu olan ise, tıpkı Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi kıtada Çin ile ABD arasında patlak verecek bir nüfuz mücadelesinin, Güney Sudan’ın ayrılması örneğinde olduğu gibi, kıta ülkelerinin iç politikalarını, siyasi ve ekonomik istikrarlarını etkileyebilecek bir duruma gelmesidir. Bu yönüyle bakıldığında, Çin’in kıtadaki yükselişi Afrikalı ulusların menfaatineymiş gibi görünmesine rağmen, kıta ülkeleri için çelişkileri, tehlikeleri ve tehditleri de beraberinde getirmektedir. Bütün bu bahsedilen hususlardan hareketlerle, Çin’in kıtada Anadolu’daki yaygın söylemde olduğu gibi “kuzu postuna bürünen bir kurt” gibi hareket ettiği ve yumuşak güç kılıfı altında yeni-sömürgecilik faaliyetlerinde bulunduğu iddia edilebilir.

Afrikalılar bir kilisede görünüyor.
Afrikalılar bir kilisede görünüyor.

Abdullah Uluyurt:

  • Afrika’nın tarım potansiyelini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu kapsamda, küresel aktörlerin kıtanın tarım potansiyelinden yararlanmak için ne gibi politikalar yürüttüğünü söyleyebilirsiniz? Bu söz konusu politikalar Afrikalıların topraklarının gaspı ya da tarım emperyalizmi anlamına gelir mi?

Muhammed Tandoğan:

Yoksullukla, kıtlıkla ve açlıkla boğuşan bir kıta imajı çizilmesine rağmen, aslında Afrika’daki esas mesele toprakların verimsiz olması değil, çeşitli imkânsızlıklar nedeniyle eldeki mevcut toprakların değerlendirilememesi. Ülkemizdeki, Avrupa ülkelerindeki ya da dünyanın diğer bölgelerindeki muadilleri ile kıyaslandığında, kıtadaki tarım arazilerinden çok daha fazla verim alınabileceğini söylemek mümkün. Toprak yapısı burada önemli bir faktör. Afrika’da bazı ülkelerde teknolojik yetersizlikler sebebiyle kimyasallar ile yüzyıllardır neredeyse hiç tanışmamış topraklar var ve bu topraklar aynı zamanda uzun yıllardır ekilmemiş. Hal böyle iken, toprağın verimlilik ömrü uzuyor. Avrupa’daki bir tarım arazisine 70 yıl verimlilik ömrü biçilirken, Afrika’da Zambiya ya da Sudan’daki bir toprağa 150-200 yıl verimlilik ömrü biçilebiliyor. Baktığımız zaman iki katından da fazla. Üstelik kıtanın tarımsal anlamdaki potansiyeli yalnızca topraklarının verimliliği ile de sınırlı kalmıyor. Ucuz iş gücü, ucuz araziler ve ucuz makineler vasıtasıyla Afrika’da, yatırımcıların oldukça düşük maliyetlerle tarım alanında yatırım yapıp, haddinden çok fazla kar etme imkânı da bulunuyor. Diğer birçok alanda olduğu gibi, doğru yöntemler uygulandığı takdirde tarım alanında da, kıtanın altından ve üstünden kelimenin tam manası ile bereket fışkırıyor. Ne var ki, kıtanın bu potansiyelinden bilgi, kaynak ve teknoloji eksikliği nedeniyle çoğu zaman Afrikalılar değil, dışarıdan gelenler ve ne yazık ki Afrika’ya “yolunacak kaz” ya da “sağılacak inek” nazarıyla bakanlar yararlanıyor.

Kilisede dua eden bir Afrikalı.
Kilisede dua eden bir Afrikalı.

Afrikalıların kıtanın verimli topraklarından tam olarak yararlanamaması küresel aktörlerin gözünü bu bölgeye dikmelerine neden olmuştur. Bu durum bir yandan Afrika’nın bereketli topraklarından elde edilen mahsulün kıta dışına taşınmasına neden olurken, diğer yandan ise kıtada bizi toprak emperyalizmi ya da Afrikalıların topraklarının talanı hadisesi ile karşı karşıya bırakıyor. Günümüzde Çin ya da İsrail gibi devletler, Afrika’da toprak satın alma yoluna gidiyorlar. Her ne kadar Türkiye’de Sudan örneğinde olduğu gibi toprak kiralayarak tarım yapmaya girişmişse de, ülkemizin bu noktadaki yaklaşım tarzı Çin ve İsrail gibi yeni- emperyalist olarak nitelendirilebilecek ülkelere kıyasla farklılık arz etmektedir. Keza bilhassa Çin örneğinde olduğu gibi bu devletler yerli halkı değil kendi ülkelerinden getirdikleri vatandaşlarını istihdam etmekte, İsrail örneğinde olduğu gibi ise toprak satın alma yoluna giderek Afrika’daki varlıklarını arttırmaktadırlar. Özellikle toprak satın alma hususu, Afrika için ulusal güvenlik bağlamında büyük bir tehlike arz etmektedir. Keza Filistin konusunda yaşananların tarihsel tecrübesi ortadayken, İsrail’in yarın öbür gün Afrika’da da Filistin’in işgalinde olana benzer bir eyleme girişmeyeceğinin garantisi bulunmamaktadır. Ayrıca, her ne kadar Çin ve İsrail’in ürettiği bazı ürünler Afrika’nın iç pazarına da giriyor olsa bile, daha ilkel yöntemlerle ve daha pahalıya üretim yapan Afrikalı yerli üreticinin bu ürünlerle rekabet etme imkânı bulunmamaktadır. Sonuç olarak Afrika’nın verimli topraklarının Afrikalılardan başka herkesi doyurduğu acı bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır.

Abdullah Uluyurt:

  • Ticaret bağlamında Afrika’nın potansiyeli için ne söyleyebilirsiniz? Kıta gerçekten de iş adamları ve ticaret devleti mantığı ile hareket eden ülkeler için avantajlı bir saha olabilir mi?

Muhammed Tandoğan:

Son yirmi yıl içerisinde kıta ülkelerinin uluslararası ilişkiler sisteminde egemen olarak kabul edebileceğimiz ya da egemen olma niyetindeki devletlerle olan karşılıklı ticaret hacminin neredeyse sürekli arttığını görüyoruz. Ancak maalesef karşılıklı ticaret hacmi yanıltıcı olabiliyor. Burada karşılıklı ticaret hacminden ziyade ticaret açığı ya da ticaret fazlası kavramlarına ve Afrikalılar bu söz konusu devletlere ne satmış veya ne satın almış ona bakmak gerekiyor. Dikkatle incelediğimiz zaman, ABD, Çin, İngiltere, Fransa ya da diğer devletlerle olan ticari ilişkilerinde, Afrikalıların hemen hemen her zaman satın aldıklarından daha fazla satmış olduğunu görüyoruz. Yani, diğer bir ifade ile Afrikalı devletler bu ülkeler ile olan ticaretlerinde ticaret fazlasına sahip. Bu ilk bakışta olumlu bir şeymiş gibi görünse de, bir ülkenin diğer bir ülke ile olan ticaretinde ticaret fazlası vermesi her zaman iyi bir şey değil. Zira sistem içerisindeki etkili güçler kıta ülkelerinden ticari olarak çoğunlukla petrol ve çeşitli madenler başta olmak üzere çeşitli doğal kaynaklarını alırken, bu ülkelere daha basit ve kıtanın kalkınmasında pek de katkısı olmayacak ürünler satıyorlar. Üstelik Afrikalıların ham halde sattıkları doğal kaynaklar, bir süre sonra işlendikten sonra Afrikalılara geri satılıyor. Bu durumda da Afrikalılar bir yandan doğal kaynaklarını oldukça cüzi sayılabilecek miktarlar karşılığında elden çıkarırken, diğer yandan kalkınması için gerekli olan birçok temel üründe halen daha dışa bağımlı kalmaya devam ediyor.

Endonezyalı öğrenciler bir etkinlikte görünüyor.
Endonezyalı öğrenciler bir etkinlikte görünüyor.

Madalyonun diğer yüzü

Madalyonun diğer yüzüne bakıldığında ise, Afrika kıtası buraya yatırım yapmak isteyen iş adamlarına ve ticaret devleti mantığı ile hareket eden devletlere yüksek kar ve refah imkânı vadediyor. Zira kıta ülkelerinde birçok sektörün eski yöntemlerle işlemeye devam etmesi ve Afrika’nım yeni yatırımlar ile ticari ilişkilere olan ihtiyacı bu kanıyı güçlendiren bir olgu olarak göze çarpıyor. Bu noktada kıtanın üzerinde yaşayan insanların handiyse yarısının İslam dinine mensup olduğu ve Türklerin Afrika’nın kolektif hafızasında genel olarak olumlu yer edinmesi gibi faktörler de düşünüldüğünde Türk iş adamları ciddi yatırım ve ticaret imkânları doğuyor. Ancak burada bir husus çok önemli: Samimiyet. Her ne kadar başarılı iş adamlarına devasa bir hareket sahasını içerse de, Türkler Afrika’da iş yaparken samimi olmak mecburiyetinde. Geçmişte Orta Asya’daki Türk soylu devletler ile ilk ilişki kurulduğu dönemde yapıldığı gibi ya da Çin’in yaptığı gibi kalitesiz ürünler ve kalitesiz yatırımlarla kısa, kolay ve ucuz yoldan çok para kazanma ihtirasına kapılırlarsa uzun vadede Türkiye ve Türk iş adamları Afrika’da kendilerine duyulan mevcut güven ortamını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir. Bu anlamda, kıtada hakkaniyetle işini, yatırımını yapan ve Afrika’nın gerçek sahiplerinin istihdam edilmesini de destekleyen bir Türkiye’nin Afrika’da ticari ilişkiler bağlamında mevcut bağlarını daha da sağlamlaştırıp ileriye götürmesi kaçınılmaz görülüyor.

EFF Partisi'nin seçim toplantısından bir kare.
EFF Partisi'nin seçim toplantısından bir kare.

Abdullah Uluyurt:

  • Türkiye’nin Afrika’daki rolü ne olmalıdır? Ülkemiz kazandır- kazan politikası gereği bir yandan Afrika’nın kalkınmasına yardımcı olurken, diğer yandan kendisi de Afrika ile birlikte daha fazla kalkınabilir mi?

Muhammed Tandoğan:

Türkiye Afrika’da son yirmi yıl içerisinde geçmişe nispeten büyük bir rol aldı. Elbette, uluslararası sistemde etkili olma çabasındaki diğer güçlerle kıyasladığımızda, ülkemizin kıtadaki varlığı ve etkinliği hala istenilen düzeyde değil. Önümüzde alınacak daha çok yol var. Ancak başlangıç noktamız ve geldiğimiz nokta itibariyle düşünüldüğünde, karşımıza çıkan manzara çok da karamsar değil. Örneğin, 2000’li yılların başında Afrika’da bir elin parmaklarını geçmeyen –ve önemli bir kısmı Kuzey Afrika’da bulunan- büyükelçilik sayımız, günümüzde 41’e ulaştı. Yalnızca bu bilgi bile ülkemizin Afrika’da bir şeyler yapma çabasında olduğunu göstermekte. Aynı zamanda kıta ülkeleriyle olan karşılıklı ticaret hacmimiz ve Türk devlet adamlarının kıtaya gerçekleştirdiği resmi ziyaretler de büyükelçilik sayımıza paralel olarak geçmişe kıyasla oldukça ciddi oranda arttı. Ne var ki, Afrika’ya yönelik dış politikasını kıtaya “kazandırırken” kendisi de kazanma düsturu ile inşa etme gayesi taşıyan Türkiye, Afrika’da daha fazla alan kazanmak istiyorsa, mevcut güç odaklarının politikalarını taklit ve tatbik ile yetinmemeli, söz konusu coğrafya ile olan nevi şahsına münhasır bağlarını ve elindeki mevcut potansiyelini de kullanmalıdır.

Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir
Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir

Bu bağlamda Türkiye, kıta ülkeleri ile olan ilişkilerinde ve kıtaya yönelik diplomatik girişimlerde Batı’dan ve Doğu’dan Afrika kıtası ülkelerine ve dünyanın diğer bölgelerindeki gelişmekte olan ülkelere yönelik olarak yükselen “yeni- sömürgeci” yaklaşımdan uzak bir eğilime sahip olduğunu gerek sözleri ile sıklıkla vurgulamalı, gerekse eylemleri ile bu yönünü ifade etmelidir. Keza, Anadolu’dan yaklaşık iki yüzyıl önce Afrika’da bulunmasına rağmen, kıtanın tarihsel hafızasında hiçbir şekilde sömürgeci ya da sömüren bir aktör olarak yer almayan Türkiye, sahip olduğu bu haslet neticesinde Afrika’da pozitif bir imaja sahiptir. Bu imajı geliştirmek ve ikili ilişkilerde bir avantaj olarak kullanmak da bizim elimizdedir, kaçınılmazdır. Bir yandan İslam dinini mevcut devlet nizamı içerisinde başarılı bir şekilde harmanlayan ülkelerden biri olması, diğer yandan ise tarihinin birçok farklı döneminde küresel adaletsizliğe yaptığı vurgular nedeniyle, güçlü bir Türkiye’nin Afrika ülkelerine model ülke olarak ön plana çıkması muhtemeldir.

Bu hususta, Türk devletinin resmî organlarına büyük iş düşmektedir. Eğer devletimiz, son dönemde Afrika’da artan başarısını ayakları yere sağlam basan politikalarla ve büyükelçiliklerimiz başta olmak üzere kıtadaki elimiz ayağımız durumunda olan unsurlarla besleyebilirse, bunun yanı sıra da kıtayı gerçekten iyi tanıyan ve iyi analiz eden kadrolar yetiştirebilirse; bir yandan Türkiye kalkınırken, öbür yandan Afrika’yı da kalkındırılması noktasında başarı sağlayabilecektir. Ülkemizin ve Afrika ülkelerinin birlikte kalkınması ise, her yönüyle sarsılan ve birçok aktörün adalete olan gereksinimini tam anlamı ile tatmin etmekten çok uzak bir durumda olan mevcut uluslararası sisteme karşı farklı seslerin yükselmesine vesile olabilecektir.

Çad Cumhurbaşkanı Deby
Çad Cumhurbaşkanı Deby

Abdullah Uluyurt:

  • Afrika kıtasında bulunan ülkelerin ya da bir bütün olarak Afrika kıtasının uluslararası siyasetin geleceğinde oynayacağı rolü nasıl öngörüyorsunuz? Kıta ülkeleri uluslararası sistemin merkezine yerleşebilir mi?

Muhammed Tandoğan:

Afrika kıtası ülkeleri son derece kritik bir yol ayrımında: ya bu nizam böyle devam edecek ya da ellerindeki mevcut potansiyelin farkına vararak sistemde kendilerine özgü bir yer edinecekler. Birinci ihtimalin gerçekleşmesi hiç de arzu edilesi bir durum değil. Keza bu ihtimal, yani kıtadaki ve dünyadaki hali hazırdaki nizamın olduğu gibi sürmesi, beş yüz yıldır sergilenen oyunun yeni yüzler ve farklı araçlarla devam ettirilmesinden farklı bir şey değil. Ne yazık ki, ikinci ihtimalin gerçekleşmesi de bir oldu-bitti ile gerçekleşebilecek ya da akşamdan sabaha hemen ulaşılabilecek bir şey değil. Afrika’da ve dünyada bir hareketlilik var. Bu hareketlilik tıpkı fay hattında meydana gelen bir kıpırdanmanın toprağın üstünde meydana getirdiği etki gibi, sistemi alaşağı edebilme ihtimaline fazlasıyla sahip. Bütün bu olumlu ve olumsuz tablonun ortasında çok net olarak görünen bir şey var: Afrika kıtası ülkeleri doğru hamleler yapabildiği ve ortak arzu, istek ve beklentilere sahip olduğu ülkelerle doğru müttefiklik ilişkileri kurabildiği takdirde, önümüzdeki bu yüzyılın ikinci yarısından uluslararası sistemdeki taşları müspet yönde yerinden oynatabilir. Eğer böyle bir durum gerçekleşirse, sistemde dünün merkez devletleri olarak adlandırılan devletler, taşların oynaması sonucunda kendilerini uydu devlet konumunda bulabilirler. Elbette yine de uyarmak gerekiyor: Bu birdenbire değil, çok uzun ve sancılı bir sürecin sonunda gerçekleşebilecek bir durum.

Futbol oynayan bir çocuk kameralara böyle yansıdı.
Futbol oynayan bir çocuk kameralara böyle yansıdı.

Afrika'da uluslararası ilişkiler

Değinildiği gibi, Afrikalıların burada kiminle ya da kimlerle birlikte hareket edeceklerinin muhasebesini iyi yapmaları gerekiyor. Elbette, küreselleşme ve teknolojinin gelişmesi gibi unsurlar neticesinde uluslararası ilişkiler ağının içerisindeki hiçbir devletin tek başına hareket ederek ayakta durabilmesi mümkün değil. Bunun yerine, karşılıklı etkileşim ve kurulacak ilişkiler devletlerin ve uluslararası ilişkiler sisteminin geleceğini tayin edecek. Bu hususta Afrikalı devlet adamları öncelikle kıtanın içerisinde işbirliğini ve karşılıklı ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel desteği arttırarak, sonrasında ise kıtaya yeni-sömürgeci saiklerle yaklaşmayacak devletlerle ortak kazanım temelinde ilişkiler tesis ederek uluslararası ilişkiler sisteminin geleceğinde kendisi için biçilen rolün çok ötesinde bir pozisyon alabilir. Bu da ancak ve ancak ülke ve kıta bazında kalkınmanın bir şekilde sağlanması, başarılı stratejik hamlelerle ve hepsinden önemlisi Batı’nın ya da Doğu’nun öne çıkan küresel aktörlerinin tahakkümlerinden bağımsız hareket edebilecek uyanık (!) ve cesur Afrikalı liderlerle mümkün olabilecektir.

Abdullah Uluyurt:

  • Kıtanın mevcut sorunlarının çözümü ve kazanımlarının devam noktasında neler yapılabilir?

Muhammed Tandoğan:

Afrika kıtası, geçmişteki acı tecrübelerine ve zaman zaman içine düştüğü –ya da düşürüldüğü- istikrarsızlıklara rağmen uluslararası siyasetin gündeminde her geçen gün daha fazla yer almakta ve etki alanını genişletmektedir. Ne var ki, kıta ülkeleri, günümüzde dahi birçoğunun kökü sömürgecilik dönemine, Soğuk Savaş yıllarına ya da bağımsızlık sonrasında işbaşına gelen yönetimlerin başarısız uygulamalarına dayanan çeşitli sıkıntılardan mustarip bir haldedir. Kıta ülkeleri gerek uluslararası siyasetin içerisindeki etkisini arttırmak, gerekse bağımsızlıklarını kazandıkları günden bu yana az ya da çok miktarda elde ettikleri kazanımlarını koruyup geliştirmek için var olan sıkıntılarını çözmek mecburiyetindedir.

Afrikalı mülteciler.
Afrikalı mülteciler.

Afrika’nın mevcut problemlerini çözebilmesi için ilk olarak yüzlerce yıldır kıtanın üzerine bir karabasan gibi çöken ve aktörleri değişse de menfi etkileri günümüzde de devam eden emperyalizmin kıta üzerindeki tahakküm girişimlerinden kurtulmaları gerekmektedir. Bahsedilen, elbette kolay bir şey değildir ancak tarımdan siyasete, sağlıktan eğitim ve kültüre değin birçok alana sirayet eden söz konusu tahakküm girişimleri kıta ülkelerinin kalkınmasının ve uluslararası ilişkiler sisteminde oyun kuran birer aktör olmalarının önündeki en önemli engellerdendir. Belirtildiği gibi, kıta ülkeleri emperyalist saiklerle hareket eden devletlerin zararlı etkilerinden kurtulabilmek için, Türkiye gibi sömürü konusunda meseleye hassasiyetle yaklaşan ülkelerin işbirliğinden ve sömürüye karşı duruşundaki tarihsel tecrübesinden yararlanabilir. Bir diğer önemli nokta ise, Afrikalı devletlerin teknolojiden eğitime dek birçok alanda çağın dinamiklerini yakalamalarının zaruri olduğu gerçeğidir. Zira eğer Afrikalılar bunu bir şekilde yapamazlarsa, bir kez daha kıtanın zenginliklerini kendilerine aktarmak isteyenlerin istismarına maruz kalmaları kuvvetle muhtemeldir.

Uluslararası Hemşireler Günü dolayısıyla bir araya gelen Afrikalı hemşireler.
Uluslararası Hemşireler Günü dolayısıyla bir araya gelen Afrikalı hemşireler.

Her ne kadar sömürgecilik dönemi ve Soğuk Savaş yılları Afrika kıtasının zihninde oldukça kötü bir şekilde yer etmiş ve toplumların gündelik hayatından siyasi hayatına kadar geniş bir yelpazeyi etkilemişse de, kıta ülkelerinin artık “sömürülmüş olma” psikolojisinden kurtulmaları gerekmektedir. Çünkü bu psikoloji çoğu kez psikolojide “öğrenilmiş çaresizlik” olarak adlandırılan ve “ne yapılırsa yapılsın, mevcut işleyişin değişmeyeceği” olarak ifade edebileceğimiz anlayış biçimi ile eşgüdüm halinde gitmektedir. Bunun yerine, kıta ülkeleri geçmişi saplantı haline getirmeden ama geçmişte yaşananların da sonuçlarını unutmadan yeni sistemde var olma mücadelesi vermelidirler. Bu yapılabildiği takdirde, Afrika kıtası ülkelerinin sorunlarını çözmeleri ve mevcut kazanımlarını daha da ileri götürebilmeleri nispeten daha mümkün olabilecektir.

Bugünün gazete manşetleri için tıklayın >