Günümüzde kullanılan akademik kıyafetler nereden geliyor?

Nurettin Topçu bir yazısında şöyle der: "Aşağılık karmaşasından gıdalanan bu taklit içgüdüsü, zehirleyici bir parazit gibi bütün hür düşünceyi ve bahtiyar iradeyi bizde boğmuş bulunuyor." Bu söz bağlamında, akademide kullanılan kıyafetler de bundan nasibini almış mıdır dersiniz?

Selahaddin Eyyubi - İslam Birliğinin Mimarı” ana başlığı ile çıkan Derin Tarih dergisinin Ekim 2016 tarihli sayısında çok daha önceleri dikkat çekilmesi gereken ancak “maarif davamız” için gecikmiş bir konu var: “Akademik Kıyafetlerimiz Nereden Geliyor?”

İsmail Kara, modern eğitim sürecimiz gibi akademik kıyafetlerin ilk olarak 1948 tarihinde kabul edildiğinde aşağılık karmaşasından doğan bir taklit olmadığını, aksine yüceliğin tarihinden geldiğini ifade ediyor.

Bir sahafta tevafuken kendisine 1948 yılına ait " Üniversite Öğretim Üyeleri Akademik Kıyafetleri" adlı bir kitapçık hediye edildiğini ve daha önce sahafları çok gezdiğini ancak böyle bir kitapçığa rastlamadığını ifade eden İsmail Kara, bu kitapçık ile eski yaraların depreşmesinin başladığını söylüyor ve meselenin peşine düşüyor.

Bize aktardığına göre 1948 yılında İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinin akademik kıyafetleri hakkında yönetmelik çıkınca bazı gruplar harekete geçmiş. Çeşitli tasarımların ortaya çıktığı o dönemde rektör olan Kazım İsmail Gürkan'ın “ İstanbul Üniversitesi'nin Başlangıcı” adlı eserden şunları naklen öğreniyoruz.



Gürkan, akademik kıyafeti tespit eden senatoda kendisinin de bulunduğunu ve seçtikleri kıyafetin sebebini şöyle açıklamaktadır: “İstanbul'u aldıktan sonra da Fatih bizim ulemamız için de muntazam bir kisve yapılmasını emreylemiş, ancak Hristiyan papazlarından tefrik edilmeleri için cübbelerin kol ağızlarından dirseklerine kadar açılmasını tensip etmiştir. Kabul ettiğimiz robun [cübbenin] örneğini [İstanbul Hukuk Fakültesi hocalarından, aynı zamanda medrese çıkışlı bir müderris olan] Ebulûla Mardin'in Meşihat müsteşarı iken giydikleri kıyafetten aldık ve bunun Fatih'ten bize kadar gelmiş olduğuna yine kendilerinden yukarı ki rivayet tarzında öğrendik. Böylece İstanbul Üniversitesi başlangıcını bu yönden de büyük Fatih'e bağlamış oldu.”

İsmail Kara böyle bir kıyafetin kabul edilmesinde, rastladığı kadarıyla, 1948'lerde “laiklik elden gidiyor”, “irtica üniversiteden içeri girdi” gibi tartışmaların olmadığını şaşırarak ayrıca ifade etmektedir. Yukarıdaki açıklamadan da anlaşıldığı üzere Türkiye'de ilk akademik kıyafetimiz köklerimizden gelmiş. Peki, bugün neden Batıcı bir kıyafet ile karşı karşıyayız?

Bu gelenek ilk Hacettepe Üniversitesi ile bozulmuş

Ankara, İzmir, Ege, Erzurum ve Atatürk gibi üniversiteler, İstanbul Üniversitesi'ne tabi olurken, 1968'de kurulan Hacettepe Üniversitesi bu geleneği ilk bozan oluyor. Zamanın milli eğitim sistemine de uygun olmayan şartlarda kurulan bu üniversitenin ve 12 Eylül sonrası YÖK'ün müdahalesiyle kıyafetleri etkilemesinin, yapılan diğer şeylerin yanında küçük kalacağını söyleyerek hayıflanıyor Kara.

Üniversite hocalarının profesör, doçent gibi unvanlarının da taklitçi geleneğe ait olduğunu vurgulayan Kara soruyor: “Lütfen insafa gelin ve bir bakın nereden biçilip, dikilip geliyor bu siparişler, bu kıyafetler?”

Bundan yaklaşık 70 yıl önce köklerimizden gelen kıyafetlerin kabulü mümkün iken bugün neden Hristiyan geleneğinin âdetiyle mezuniyet törenlerimiz taçlanıyor diye sormanın zamanının geldiğini bu yazısıyla bize hatırlatan Kara, kanaatimce zahiren küçük ama oldukça büyük bir meseleye dikkat çekmiş. Bu yazının bize verdiği intibaha kulak vermemiz, “maarif davamız” ve “beklenen gençlik” için acilen gerekli. Ancak Karatay Üniversitesi'nin bu noktada bir adım attığını da düşünürsek diğer üniversitelere ilham olacağını da ümit edebiliriz o halde.



Kaynak: www.dunyabizim.com






Bugünün gazete manşetleri için tıklayın >