28 Şubat öyküleri

28 Şubat’ta yaşanan dramları anlatan öyküler içinde mesaj kaygısıyla öykü türünün hakkını veremeyen örnekler mevcutken, sanat-mesaj dengesi iyi oluşturulmuş başarılı örnekleri bulmak da mümkündür.
28 Şubat’ta yaşanan dramları anlatan öyküler içinde mesaj kaygısıyla öykü türünün hakkını veremeyen örnekler mevcutken, sanat-mesaj dengesi iyi oluşturulmuş başarılı örnekleri bulmak da mümkündür.

12 Mart ve 12 Eylül izleği öykücülüğümüzde pek çok farklı açıdan gündeme getirilmiş, ama 28 Şubat öykü diline yeterince aktarılmamıştır. Bütün iyi örneklerine karşın bu kadar can yakıcı ve sahici bir konuyu özellikle muhafazakâr kesimin yaygın, kalıcı ve etkili bir şekilde edebiyata taşıyamamış olması oldukça düşündürücüdür.

28 Şubat postmodern darbesi, özellikle ülkede tek bir kesime yönelmiş, pek çok açıdan dramatik sonuçlar doğurmuş bir cinnet hâlidir. Asker, iktidar, medya üçgeni aracılığıyla toplum üzerinde baskı, yıldırma, ötekileştirme şeklinde kendini gösteren bu olağanüstü durum, ‘çağın tanığı’ olan edebiyatçıların dilinde de ifade bulmuştur. 28 Şubat’ta yaşanan dramları anlatan öyküler içinde mesaj kaygısıyla öykü türünün hakkını veremeyen örnekler mevcutken, sanat-mesaj dengesi iyi oluşturulmuş başarılı örnekleri bulmak da mümkündür.

28 Şubat postmodern darbesi, özellikle ülkede tek bir kesime yönelmiş, pek çok açıdan dramatik sonuçlar doğurmuş bir cinnet hâlidir.
28 Şubat postmodern darbesi, özellikle ülkede tek bir kesime yönelmiş, pek çok açıdan dramatik sonuçlar doğurmuş bir cinnet hâlidir.

Bu öykülerin temel vurgusu başörtüsü olmuştur. 28 Şubat sonrası yaşanan pek çok toplumsal olayın, tartışmanın öznesi olan başörtülü kadınlar, bu öykülerin öznesidir. Anlatıcı/yazar kuşkusuz taraftır ve bir kesimin tanıklığını anlatmaktadır. Ama bu tanıklığın tarihsel, sosyolojik bir öneme haiz olduğu da açıktır… Polis baskınları, insanların suçsuz tutuklanışı, bu durumun aile içinde yarattığı travmalar... Mevcut baskı ortamında kendine yer bulamayan, dışlanan insanların yalnızlığı ve açmazları anlatılır. Öyküler boyunca başörtüsü eylemlerine ilişkin genç kızların, kadınların portreleri irdelenir.

  • Ülkemizde daha çok derinliksiz, yüzeysel, aktüel/siyasal bir olay olarak bakılan kadın/başörtüsü olgusunu Fatma Barbarosoğlu, Cihan Aktaş, Yıldız Ramazanoğlu, Sibel Eraslan, Handan Acar Yıldız gibi yazarlar, insani ve sosyolojik boyutlarıyla işlemiş, yasakla karşılaşan kadınların dünyaları, psikolojileri ve durdukları yeri başarıyla ortaya koymuşlardır. Söz konusu yazarlar ‘güncel’ bir olayı işlemekle birlikte konuyu bildik kolaycı yaklaşımlarla ve popülist bir anlayışla değil, öykü türünün gerektirdiği estetik yaklaşımlarla hikâyeleştirmişlerdir.

Cihan Aktaş, bu dönemi anlattığı öykülerde başörtüsüyle birlikte hayata, eşyaya, olaylara bakışı tümüyle farklılaşan kadının, bu hâliyle toplumda var olma mücadelesini anlatır. Bu tutum, kahramanlarda hem aşkın olana ulaşma hem de hayata tutunma mücadelesi olarak sürer. Bu süreçte aranan mutluluk, ‘iyi hayat’ değildir, daha çok dini bütün bir insan olarak hayatı sürdürme uğraşıdır. Öykülerde, kimliğinden, inançlarından ödün vermeyen incelik düşkünü kadınların savruluşu anlatılır. Bu kahramanlar arasında asla sıradan biri yoktur. Hepsi kimlik sahibi, ideolojik tiplerdir.

Yıldız Ramazanoğlu da öykülerinde ağırlıklı olarak 28 Şubat’ı işler. Öykülerinde iktidarlar, modernizm ve yerleşik anlayışlar tarafından ezilmiş, dışlanmış insanların acıları anlatılır. Baskıcı ortam, gösteriler, mitingler, bilinçli insanlar etrafında döner kimi öyküler. Kırmızı’daki “Rüya Gibi Bir Akşam Üstü”de, bir eşin gözünden, polis baskını sonrası kocasının tutuklanışı, evdeki kitapların kolilenip götürülüşü hikâye edilir. Burada bir yandan da bu travmayı yaşayan çocuklar ve anlatıcı kadının edebiyata bakışı gündeme getirilir. Bilinçli insanların yol yordam arayışları fondadır.

Cihan Aktaş
Cihan Aktaş

Fatma Barbarosoğlu, bu dönemi estetik yetkinlikle işleyen öykücülerdendir. Çeşitli öykülerinde bu dönemin yansıması olan sürgünler, işten atılmalar, başörtüsü eylemleri yer alır. Özellikle ülkede başörtülü olarak yaşamanın anlamı, başörtülü kadınların karşılaştığı sorunlar gündeme getirilir. Senin Hikâyen’deki “Kapanmayan Yaralar Antolojisi”nde okul önünde bekleşen başörtülü öğrenciler ve sürgünler anlatılır: “Onca soruşturma sürgün… Sürgün. Sürgünlerde hediye verilmez. Her tayin çıkan için paralar toplanırdı.” Bazen de dönem eleştirileri yer alır: “Oturma eylemi sırasında size en yaman desteği yapan AĞABEYLERİNİZ vardı hani. Şimdi her birinin odasında mini etekli bir sekreter.” Acı Deniz’deki “Karanfilli Kavga” bu dönemi anlatan örnek bir öyküdür. Ordudan atılan bir subay ve eşinin yaşadığı dram hikâye edilir. “Temizlik hareketi” aile mutluluğuna kara bir gölge gibi düşer.

Sibel Eraslan’ın Parçası Benden kitabındaki “Trampet ve Madonna”, o dönemi iyi yansıtan metinlerden biridir. Öyküde, mücadelenin peşinde, sevgili/kadın/anne olamamış, dava delisi kadınların dünyası incelikle gündeme getirilir, bir sosyal yara açığa çıkarılır: “Hastaneye alınmayı beklerken kapı önünde can veren yaşlı nineler, okullarından ite kaka çıkarılırken burnundan kan sızan kızlar, kemikleri kırılmış öğrenciler, işçiler…”

Handan Acar Yıldız’ın ilk kitabı Cam Koridor’un “Yokuş” adlı öyküsü, başörtüsü sorunu üzerine yazılmış güzel öykülerden biridir.

Duvar renginin seçimini hayatının temel sorunu yapmış insanların arasında, gencecik kızın okumak için koskocaman devlet zulmüne direnmesi hiçbir slogan kolaycılığına kaçmadan, sadece bireyde yarattığı psikolojik travma ile etkileyici bir biçemle anlatılır. Bu metin, öykünün küçücük bir ayrıntıyla bütün yaşananları özetleyen yazınsal bir imkân olduğunu örnekleyen yapıdadır.

Müge İplikçi
Müge İplikçi

Muhafazakâr camia dışında yer alan kimi öykücüler de 28 Şubat’taki başörtüsü yasağını az da olsa öyküleştirmişlerdir. Müge İplikçi, Kısa Ömürlü Açelyalar’daki “Bir Soru” öyküsünde başörtüsü sorununu gündeme getirir. Etkileyici, iç yakıcı ve ustalıklı bir öyküyle, ülkemizde yaşanan bir drama parmak basar: “Yedi yıl direndi okulu bırakmamak için Şehnaz. Yedi kapıdan geçecek ve giyimden bir parçasını vermek durumunda kalacaktı hayata, her kapı için. Önce başörtüsü, arkasından hakaretler için ince ince kırılma, arkasından inkâr edilişi için ince bir kırılma daha, arkasından yok sayıldığı için ince bir kırılma daha, arkasından bir hiç sayıldığı için ince bir kırılma daha… Sonunda okulu bırakıverdi bankın üzerinde unutulan bir eşya gibi.”

  • Ebru Askan, Beni Kim Sevsin?’deki “Ateş” öyküsünde, üniversitelerdeki başörtüsü yasağının yarattığı bireysel dramları ve okul yönetiminin gülünç direncini en iyi anlatan öykücülerden biridir. Sömürmeden, slogana kaçmadan bir insanlık durumu olarak etkili bir şekilde işler konuyu.

Köksal Alver, Saklı Yara’daki “Saklı Yara İnce Sızı” öyküsünde üniversite hocasının üniversitede yaşanan haksızlıklar karşısında (başörtüsü meselesi) susmak zorunda kalışının onda yarattığı derin çarpılmayı anlatır. Kendi iç sesini dışarı yansıtamayan Hoca, ikiyüzlü hayatın içinde bir figür olduğu düşüncesiyle vicdan azabı çekerken, öğrencilerinin karşısında zayıflığını, acizliğini ve yenilgisini itiraf edemez. Bu iç ses, bir yüzleşme sesi olarak öykünün bizzat kendisi olur.

Cihan Aktaş, Fatma Barbarosoğlu, Yıldız Ramazanoğlu, Hülya Aktaş, Çiğdem Can, Sadık Yalsızuçanlar, Gökhan Özcan, Kâmil Yeşil, Selçuk Orhan ve Suavi Kemal Yazgıç gibi değerli imzaların öykülerinden oluşan Kapalı Öyküler, 28 Şubat döneminde ve özellikle başörtüsü ekseninde yaşanan dramları yansıtan, yaraya bir not düşen önemli bir öykü seçkisi.

Bir genelleme yaparsak, bu dönemin daha çok kadın yazarlar tarafından işlendiğini, erkek yazarların ise bu konuda daha az öyküleri olduğunu görürüz. Bu arada kadın öykücülerin tam da bu sorunun yaşandığı dönemde sayısal anlamda büyük bir sıçrama yaptığını belirtmek gerekir. Diğer yandan bu baskı her alanda hissedilmekle birlikte başörtüsü alanında daha derin ve kapsamlı hissedildi. Bu iki olgunun, 28 Şubat’ı kadın öykücülerin daha fazla işlemeleri sonucunu doğurduğu söylenebilir.

12 Mart ve 12 Eylül izleği öykücülüğümüzde pek çok farklı açıdan gündeme getirilmiş, ama 28 Şubat öykü diline yeterince aktarılmamıştır. Bütün iyi örneklerine karşın bu kadar can yakıcı ve sahici bir konuyu özellikle muhafazakâr kesimin yaygın, kalıcı ve etkili bir şekilde edebiyata taşıyamamış olması oldukça düşündürücüdür.