Adalet mülkün temeli değil

Askerlerinin maaşlarını bile ödeyemeyen imparatora, saraydaki simyacılar da altın imali hususunda hiçbir ümit vermezken, sahneye Mefisto ile çırağı Faust girer.
Askerlerinin maaşlarını bile ödeyemeyen imparatora, saraydaki simyacılar da altın imali hususunda hiçbir ümit vermezken, sahneye Mefisto ile çırağı Faust girer.

Goethe aslında birkaç sayfa içinde bütün bir modern iktisat tarihini özetliyor: 1. Modern devlet, bir borç (kredi) devletidir. Temel kredi enstrümanı ise kâğıt paradır. 2. Kâğıt para devlet ile şeytan arasındaki bir akittir. 3. Bu enstrüman çoğaldıkça değersizleşir ve oluşan zararı halk öder. 4. Yeni dönemin hakiki hükümdarı siyasî yönetici değil, ekonomiye, bilhassa paraya hükmedenlerdir.

Uydurma bir haber, gerçeğinden daha önemli olabilir mi? Hem de nasıl! Öyle kurgular var ki, uydurma olmaları, gerçek olmalarından daha çok kıymet taşır. Mesela şu haberin gerçek olup olmadığını bilmiyorum, fakat benzerine birçok siyasetnâmede rastlamak mümkündür:

Hz. Ömer ile Amr b. As cahiliye devrinde ticaret amacıyla İran’a giderler. Nuşirevan’ın payitahtında azılı bir grup gelip bunların mallarına el koyar. Bunu haber alan “adil hükümdar” haydutları astırır ve malları da kendilerine iade eder.

Nice zaman sonra Hz. Ömer halife, Amr ise Mısır valisidir. Bir mescid inşası sırasında, bir Yahudi’ye ait arsa onun rızası hilafına istimlak edilir. O da Medine’ye gidip halifeye şikâyette bulunur. Hz. Ömer, oracıkta gözüne ilişen bir kemik parçasının üzerine, “Hel Kisra a’del minni?” (Kisra benden daha mı adildir?) diye yazıp Yahudi’ye verir. Yahudi pek de ümitvar olmadan mesajı Mısır valisine iletince, Amr’ın etekleri tutuşur ve arsayı iade eder. Gerçeği öğrenen Yahudi ise bu yüce adalet örneğinden etkilenip hemen Müslüman oluverir!

Kanûnu’r-Reşâd
Kanûnu’r-Reşâd

Saltanat Ahlâkı (Ahlâku’s-Saltana) adlı, Vassaf Reşidüddin Fazlullah Şirazi’ye ait olduğu sanılan ve İlhanlı hükümdarı Muhammed Hudâbende adına yazılmış siyasetnâme, Nergisî tarafından tercüme edilip Kanûnu’r-Reşâd başlığıyla IV. Murad’a sunulur (1625). Eserin on ikinci hikâyesi, yukarıdaki öykünün daha trajik bir tekrarıdır. Ve iki asır sonra Goethe’ye Faust’un ikinci cildinin beşinci perdesini yazmak için ilham vermiş gibidir. Tersinden ilham diye bir şey varsa, pek tabii!..

“Mülûk-ı ezmine-i sâlifeden bir cebbâr-ı Hâmân-tıynet” görkemli bir konak yaptırmak ister. Fakat konağın inşa edileceği alanda “bir acûze-i nâçâr-ı pür-ıztırârun mesken-i virânı” vardır. Konak için bu evin yıkılması gerekmektedir. Ne kadar para teklif edilse, boşuna. “Takayyüd ü tedbîrleri netice-bahş-ı husûl olmayıp zen-i pür-hüzn-i güm-kerde huzûr bey’-i menzilden müctenib ü nüfûr olmağla murâd-ı maksûda vusûl müyesser olmadı.” Yaşlı kadını ikna edemeyen görevliler, kadının evde olmadığı bir günü fırsat bilerek evi yıkarlar. Sonra dönüp de evin hâlini gören kadın, “Allah’ım ben gaib isem de Sen gaib değilsin” diyerek beddua eyler. Beddua öylesine etkili olur ki, “fi’l-hâl bir zelzele-i hevlnâk-i tâkat-şiken ile hânmân-ı sultan-ı bî-dâdgeri mâ-sadak-ı fece’alnâ âliyehâ sâfilehâ (= oranın üstünü altına getirdik) [Hicr 74] kılup lemhatü’l-basarda bünyân-ı eyvânını vîrân ve tünd-bâd-ı fenâ ile tâk-ı revâkını sâha-i gabrâya ber-â-ber ü yek-sân eyledi.” Savrulan taşlardan biri başına isabet eden Sultan enkaz altında kalarak can verdi. (Nergisî, Kânûnu’r-Reşâd, hz. Bahir Selçuk, İstanbul: Kesit, 2013, s. 22 ve 117-8.)

Siyasetnâmelerde bu gibi olaylar “hikâyet” başlığı altında verildiğinden, aslında kurgusal mahiyetine vurgu yapılmaktadır. Yukarıda da işaret ettiğim üzere, önemli ve değerli olan, bu olayların fıkıh ve siyaset kitaplarında sayısız defa tekrar edilmiş olmasıdır. Doğru olmasından ziyade, doğru olduğuna inanılmasının talep edilmesidir mühim olan. Modern zamanlarda ne bu idealist kurguya ne de ona inanılmasına talep duyulacak; güzel insanlar, güzel atlara binip gideceklerdir. Adalet, Faust’un kelimeleriyle, güçlü insanlara usanç verecektir.

Faust
Faust

Faust II, perde V, bir yolcunun yıllarca önce bir deniz kazasından kurtarıldığı sahile geri dönmesiyle başlar. Kurtarıcıları yaşlı bir karı kocadır: Philemon ile Baucis. Hayatlarını kazazedelere adamışlardır. Kulübecikleri ve yanı başındaki küçük kilisecikleri de kendileri gibi yaşlıdır. Tanrıları bile! Bu bölümün ilham kaynağı Ovid’in Metamorfoz başlıklı eseridir ve efsaneye göre bu gelen yolcu, aslında bir tanrı, hatta Zeus’un kendisidir. Faust’un iktidar iradesi, sadece bu iki yaşlıyı değil, insan suretinde tecelli eden tanrıyı bile yok edecektir...

Yolcu, kurtarıldığı sahili eskisinden oldukça farklı bulmuştur. Çünkü imparator bu arada, hem devleti malî sıkışıklıktan kurtaran hem de düzmece bir imparator ile savaşta büyük destek sağlayan Faust’a büyük bir toprak bağışlamış, onu bu bölgenin hükümdarı yapmıştır. Gelişmeleri kısaca özetlersek:

Askerlerinin maaşlarını bile ödeyemeyen imparatora, saraydaki simyacılar da altın imali hususunda hiçbir ümit vermezken, sahneye Mefisto ile çırağı Faust girer. Mefisto’nun elinde bir kâğıt parçası vardır ve yarı sarhoş hükümdara, bu kâğıdı imzalaması hâlinde bütün malî sorunların çözüleceğini söyler. Akıl alır gibi değildir: Altın ve gümüş ile çözülemeyen sorun, bir kâğıt parçasıyla mı hâlledilecektir?

  • Mefisto, imparatoru şöyle ikna eder: Bu ülkenin üstü de altı da size aittir. Fakat alttaki kıymetler atıl durmaktadır. Toprağın altında muazzam miktarda maden cevheri vardır; bunları rehin göstererek halkımıza borçlanabiliriz. Goethe aslında birkaç sayfa içinde bütün bir modern iktisat tarihini özetliyor: 1. Modern devlet, bir borç (kredi) devletidir. Temel kredi enstrümanı ise kâğıt paradır. 2. Kâğıt para devlet ile şeytan arasındaki bir akittir. 3. Bu enstrüman çoğaldıkça değersizleşir ve oluşan zararı halk öder. 4. Yeni dönemin hakiki hükümdarı siyasî yönetici değil, ekonomiye, bilhassa paraya hükmedenlerdir. Kral, neye imza attığının bile tam bilincinde değildir!

Gerek başarılı kâğıt para operasyonu gerek savaşta verilen destek karşılığında imparator, Faust’a dileğini sorar, o ise para değil, toprak ister. Böylece yukarıda işaret ettiğimiz yolcunun karşılaştığı manzara çıkar ortaya. İlginç olan şu, Faust koca memlekette herhangi bir arazi parçası istemez; denizin doldurulmasıyla kazanılacak yeni bir kara parçası ile onun devamı olan bir yükseltiyi ister. Toprağın basit anlamda sahibi değil, bir tür yaratıcısı olmayı arzu etmekte; tepeye ise görkemli bir konak inşa edip, oradan denizin nasıl zapt ü rapt altına alındığını seyredip keyiflenmek istemektedir. Yaşlı Philemon olan bitenleri son derece iyi niyetle ve olumlu değerlendirmekte, ortaya bir cennetin çıktığını düşünmektedir. Yolcuya şöyle der:

  • Sizi hırpalayan denizin,
  • Köpürerek vahşice üst üste yığılan dalgaların,
  • Görüyorsunuz bir bahçeye dönüştüğünü,
  • Bakın bu cennet manzarasına.

Yaşlı hanımı ise daha şüphecidir ve tüm olan bitenin hiç de doğal yollarla gelişmediğini belirtir. Baucis’in şüpheciliği, tahttaki babaya hâlâ büyük saygı gösteren Philemon’u üzer. Bütün bunları Faust’a bahşeden yüce imparator değil midir? O, yanlış bir şey yapmış olabilir mi? Baucis ise inşaata insanların kurban edildiğini söyleyecek kadar ileri gider:

  • Akıyordu kurban giden insanların kanı,
  • Duyuluyordu geceleri inleyenlerin çığlığı;
  • Yuvarlanıyordu kor ateşler denize doğru;
  • Açılıveriyordu ertesi sabah bir kanal!

Tabii, Baucis’in asıl gıcık olduğu şey, bütün bu ilerlemeyi sağlayan güçlü kişinin, küçücük kulübelerine göz dikmiş olmasıdır:

  • Göz dikti o Allah’sız adam,
  • Küçük kulübe ve bahçemize.
  • Ne de azametli bir komşu imiş,
  • Boyun eğmemizi istiyor kendisine.

İyi niyetli Philemon, “Ama bu yeni arazi üzerinde bize güzel bir malikâne teklif ediyor” deyince, çarpıcı bir cevap alıyor yaşlı eşinden:

  • Sudan kazanılan yere güvenme,
  • Kal gene sen, kendi tepende.

(Ataköy’de inşa edilen yüksek binaları eleştiren Turgut Cansever’e ,“Ama yapılan binalar çok sağlam” denildiğinde; “Binalar sağlam ama üzerine kuruldukları sudan zemin sağlam değil; ciddi bir depremde sular altında kalır” demişti.)

Bu arada kule bekçisi, Mefisto ile üç güçlü adamının deniz seferinden dönmekte olduklarını haber verir. İki gemi ile gitmiş, büyük kazanç sağlayan eşya dolu yirmi gemi ile geri gelmişlerdir. Fakat Faust, iki yaşlının minik kulübesi ve yanı başındaki küçücük kiliseyle öylesine meşguldür ki, gelenlere gülümsemez bile:

  • Lanet olası çan sesleri! Yaralıyor insanı,
  • Alçakça, hain bir mermi gibi!
  • Hatırlatıyor kindar seslerle,
  • Hâkimiyetimin pürüzsüz olmadığını!

Yaşlı çiftin kulübesi ile küçük kilise Faust’u âdeta çıldırtıyor. Bu arada, Mefisto, kazançlı deniz seferinin bilançosunu çıkarıyor ve “hakkın güçlüden yana olduğunu” belirtiyor:

  • Yakalarsın gemileri, balık tutar gibi,
  • Ele geçirdin mi üç tanesini,
  • Takılır kancaya dördüncüsü,
  • Haraptır hâli beşincinin,
  • Hak onundur, kim ki güçlüdür.
  • Savaş, ticaret ve korsanlık,
  • Ayrılmaz bir üçlüdür.

Mefisto gerek başarılı seferi gerek Faust’un üstün bayındırlık işlerini övgüye boğadursun, eski düzeni temsil eden küçük kulübe ile eski (yaşlı) tanrıyı temsil eden kiliseyi, başarılarını dünya gözüyle doyasıya seyretmenin önündeki en büyük engel saymaktadır. Nesir bir çeviriden okuyalım:

Goethe
Goethe

“Lanet olsun buraya! Bunlar kalbime hançer gibi saplanıyor. Şu ihtiyarlar yola gelmeliydi. Benim olmayan o birkaç ıhlamur ağacı, dünya hâkimiyetimi berbat ediyor.”

Tuhaf değil mi? Denizden muazzam miktarda arazi kazanılmış, buna ilave olarak bitişiğindeki yamaç da kendisine verilmiş. O ise hâlâ küçük bir kulübeyle kiliseciği de kendi mülküne katmak, mülkünün üstündeki o “lekeyi” yok etmek istiyor:

“İşte biz böyle zenginlik içinde, eksik olan şeyimizi hissederek, en acı ıstıraplarla kıvranıyoruz. Şu küçücük çanın sesi ve o ıhlamurların kokusu, sanki kilisede veya mezardaymışım gibi, bütün vücudumu kaplıyor. O her şeyi alt eden iradenin kudreti burada, şu kumların üstünde kırılıyor. O çan çalınca benim tepem atıyor. Bu karşı koyma ve bu inat, en şerefli başarının zevkini kaçırıyor. Bu yüzden insan, adilane davranmaktan usanç duyuyor.”

Mefisto ile güçlü üç adamının yeni görevi belli olmuştur: Faust’un mülkü üzerindeki bu lekeyi kaldırmak. Yaşlı çift mübadeleye yanaşmayınca, kulübeyle kiliseyi yakarlar. Yuvalarından ayrılmayı kabullenemeyen (yeni hâkimiyet dilini anlamayan) yaşlı çift ile konukları da binalarla beraber can verir. Mefisto, Tevrat’taki Naboth’un üzüm bağının Kral Ahab tarafından nasıl zorla ele geçirildiğini hatırlatır. Faust ise olanlara üzüldüğünü belirterek suçu reddeder: “Benim niyetim yaşlı çift ile mübadeleydi, gasp değil.”

Burhanettin Batıhan’ın 1940’larda İ. Ü. Edebiyat Fakültesi tarafından yayınlanan ve o gün bugün neredeyse kimsenin anmadığı Faust’un Tahlil ve Tefsiri’nden bu kadîm hikâyeyi naklederek sözü bağlamaya çalışalım:

Tevrat’ın Mülûk-u Salis bahsinin 21. bölümü: Samaria kralı Ahab, komşusu Naboth’un bağına göz koyar. Fakat Naboth babasından miras kalmış olan bu mülkü ne daha iyi bir bağla değişmek ne de satmak ister. Hırsını tatmin edemediği için fena hâlde hiddetlenen Kral yemeden içmeden kesilir. Bu esnada Kraliçe İzabel, komşuları Naboth’un Tanrı’ya küfrettiğini yalancı şahitler vasıtasıyla ispat ettirerek, zavallı adamı öldürtür ve bağ, kralın eline geçer.

Mefisto’nun cinayetle sonuçlanan gasp işiyle “Naboth’un bağı” arasında bağlantı kurmasına kadar, adaletin yeni düzende artık mülkün (yönetimin, devletin) temeli olmadığını hissettirmeye çalıştım. Zımnen, “Eskiden böyle değildi; hiç değilse nazarî olarak adaletsizliğin ayakta kalamayacağı fikri her fırsatta işleniyordu” demek istedim. Lakin görüyorsunuz, fiyakam bozuldu. Tevrat beni yalancı çıkardı!