Aileler küçüldü atıklar çoğaldı

Ahmet Cihat Kahraman
Ahmet Cihat Kahraman

Tüketim kültürü eşyaya bakışımızı çoktan değiştirdi. İhtiyacımızdan fazlasını alıyor olmanın çevreye ne kadar zarar verdiğini, bunun bir sorumluluk olduğunu düşünmüyoruz bile. Bunun yanında değişen aile yapısı da tüketim krakterimizi belirliyor. Daha fazla ambalaj evimize giriyor. Peki gözümüzün önünden giden çöplerin yok olmadığının, evsel atıklarımızı çok basit adımlarla azaltabileceğimizin farkında mıyız?

Belki içinde bulunduğumuz koronavirüs karantinasını bu güne kadar ihmal ettiğimiz birçok şeyi etraflıca düşünmek için fırsata dönüştürebiliriz. Bu bağlamda virüsün çevre kirliliğine etkisinden başlayıp, atıklarımızı, tüketim alışkanlıklarımızı, atık yönetimine dair yapılanları ve yapılması gerekenleri Marmara Belediyeler Birliği Çevre Yönetimi Koordinatörü Ahmet Cihat Kahraman ile konuştuk.

Atık kavramını tanımlayarak, atığın kompozisyonunun nasıl değiştiğini anlatabilir misiniz?

Atığın literatürdeki tanımı şöyle: Üreticisi veya fiilen elinde bulunduran kişi tarafından çevreye atılan veya bırakılan ya da atılması zorunlu olan herhangi bir madde veya materyal. Oluşan atık miktarı özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra refah, konfor ve gelişmişliğin bir göstergesi olarak kabul edilmeye başlandı. Doğrusal ekonomiyi esas alan kanaate göre ne kadar çok imkân varsa o kadar da tüketim olması, tüketimle orantılı olarak da atık miktarının çok olması bir sınıflandırma ölçütüydü. Son derece doğrusal bu ilişkiyle gelir miktarı ve atık miktarının artışı arasında güçlü bir korelasyonun olduğunu gözlemek mümkün.

Atığın literatürdeki tanımı şöyle: Üreticisi veya fiilen elinde bulunduran kişi tarafından çevreye atılan veya bırakılan ya da atılması zorunlu olan herhangi bir madde veya materyal.
Atığın literatürdeki tanımı şöyle: Üreticisi veya fiilen elinde bulunduran kişi tarafından çevreye atılan veya bırakılan ya da atılması zorunlu olan herhangi bir madde veya materyal.

Atık kompozisyonu ise o kadar çok faktöre bağlı olarak değişkenlik gösterebilir ki, buna ilişkin çokça sosyal çıkarımlar da yapıldı. Atık kompozisyonu atığı oluşturan kişilerin sosyal yapısına, ekonomik durumuna, yaşlarına, sağlık koşullarına, kültürel kodlarına, geleneklerine, yaşadıkları yerin iklimine, yaşanan olağanüstü süreçlere ve belki daha birçok şeye bağlı olarak değişebilir. Olağanüstü süreçler derken bugün yaşadığımız süreci pekâlâ örnek verebiliriz. Çok sayıda münferit ve toplu karantinaların olduğu yerlerde atık kompozisyonunun bir önemi de kalmıyor, tüm atıklar tehlikeli atık kategorisinde değerlendiriliyor. Ancak olağan süreçler bağlamında konuşacak olursak ekonomik refah ve gelir miktarının toplam oluşan atık miktarı ile ilişkili olduğu kadar, bu atığın kompozisyonu ile de yoğun ilişkili olduğu bilinmektedir. Gelir seviyesinin artmasıyla oluşan organik atığın toplam atık içerisindeki oranı düşerken, perakende kültürü ve yüksek tüketim malzemelerinin tercih edilmesi ile geri dönüştürülebilir atıkların oranı da artmaktadır. Yüksek gelir, üst-orta gelir, alt-orta gelir ve düşük gelir diye sınıflandırılan dünya ülkelerinde yüksek gelir (~%30) ve düşük gelirli (~%60) ülkelerin atık kompozisyonundaki organik atık oranlarının hayli farklı olduğu bilinmektedir.

  • Ülkemiz hem oluşan atık miktarı bakımından hem de atığın kompozisyonundaki organik atık bakımından geliri daha yüksek olan ülkelerle benzeşmektedir. Gelirimize oranla daha çok tükettiğimizi, tükettiklerimizin de yüksek oranda ambalaj atığı içerdiğini söyleyebiliriz.

Evsel atıkları azaltabilmemiz hatta sıfıra indirmemiz mümkün mü?

Evsel atık kompozisyonunun ne olduğunu ayrı ayrı düşündüğümüzde, bu kompozisyon içerisinde neleri sıfıra indirebileceğimizi ya da azaltabileceğimizi daha gerçekçi öngörebiliriz. Ülkemizde evsel atık içerisindeki organik atık miktarı yaklaşık %55 seviyesinde. Meyve ve sebze atıkları (kabukları, çekirdekleri, artıkları) ile bahçe atıkları, buğday, arpa, çavdar samanı kalıntıları ve yemek artıklarını organik atık sınıfı içerisinde değerlendirebiliriz. Evlerimizde bu kategoride oluşan atığı azaltabiliriz fakat takdir edersiniz ki hiç çöp atmayacak şekilde sıfıra indiremeyiz.

Ancak etkin bir idari atık yönetimi planlamasıyla, organik atıkları biyolojik çevrim içerisine yeniden sokarak, hem bunların çevresel herhangi bir tahribata sebep olması engellenebilir hem de ekonomik döngü içerisinde kullanılacak hammadde yerine ikame edilerek kaynak verimliliği sağlanabilir.

Kompost ve biyogaz eldesi ile organik atıklar geri kazanılabilir. Evsel atık içerisinde yaklaşık %20 oranında geri dönüşümü mümkün olan ambalaj atıkları yer alır. Bunlar kağıt, karton, plastik, metal, ahşap, camdan oluşur. Son tüketici dediğimiz hanelerimizin, ambalajlı ürünleri tercih edip etmemesine göre bu oran değişiklik arz eder.

Bu noktada tüketim alışkanlıklarımıza ve ambalajlı ürün tercihlerimize değinebilir misiniz?

Ülkemizde hane halkı ortalaması yıldan yıla azalıyor. Artık bir çatı altında eskisi gibi geniş aileler olarak yaşamak bir tarafa, çekirdek aileler bile birden fazla çatı altında yaşar oldu. Haliyle bu da tüketim karakterimize yansıyor.

Önceden 5-6 kişinin hatta bölgesel olarak çok daha fazla sayıda kişinin yaşadığı evlerimize bir çuval un alır (40-50 kg), bu tükenene kadar kullanırdık. Ancak artık çok daha az miktarın ambalajlandığı un paketleri alıyoruz ve bu da haliyle o un ambalajı neden yapılıyorsa, evsel atık içerisindeki ambalaj kompozisyonunu artırmaya neden oluyor. Bu birçok tüketim kalemi üzerinden hesap yapabileceğimiz bir yöntem. Mümkün olduğu ölçüde az miktar olarak ambalajlanmış ürünlerden kaçınmak burada ambalaj atığı miktarını azaltabilir.

  • Tek kullanımlık plastikler evlerde çoğunlukla tercih edilmeyebilir, ancak evsel atık dediğimiz tanımlama işletmeler ve ticarethanelerden kaynaklanan atıkları da kapsadığından ve buralarda çoğunlukla tek kullanımlık plastikler tüketildiğinden, evsel atık içerisinde hatırı sayılır miktarda pipet, plastik çatal-kaşık-bardak-tabak bulunmakta.

Bunları da tüketim ve alışveriş konusundaki davranış alışkanlıklarımızı değiştirerek bir seviyeye kadar miktar olarak azaltmak mümkün. Azaltamadığımız ve mecburen kullandığımız ambalajları, atık haline geldikten sonra organik atıklarla karıştırmadan kaynağında ayırırsak eğer bu hem çevresel hassasiyet açısından hem de ekonomik açıdan fark yaratacaktır. Gördüğünüz gibi evsel atık miktarını çok basit bazı adımlarla azaltabiliriz. Ancak tüketiciler olarak sıfıra indirmemiz şu aşamada çok mümkün görünmese de, idari ve teknik işlemlerle atıklarımızın çevreye olan olumsuz etkisini sıfıra yakın bir seviyeye çekebiliriz.

Belediyeler atık yönetimine dair neler yapıyor? Bu konuda ülkemizde iyi çalışan belediyelere örnek verebilir misiniz?

Bildiğiniz gibi çöpü toplamak, onu şehir sakinlerini rahatsız etmeyecek şekilde bertaraf etmek en temel belediyecilik hizmetlerinden birisi. Son 25 yıldır ülkemizde “çöplerimiz toplanmıyor” diye bir şikâyet duymuyoruz.

Tesisleşme ve sistem inşa ederek, bu konuda sürdürülebilirliği sağlamak çok önemli.
Tesisleşme ve sistem inşa ederek, bu konuda sürdürülebilirliği sağlamak çok önemli.

Çünkü bu konuda sistematik ve organize bir alt yapı var. Ancak yetmez tabii. Şehirlerimizde oluşan çöplerin günde en az bir defa sokaklarımıza uğrayan kamyonlarla toplanıp gözden uzak kontrollü bir alanda gömülmek suretiyle bertaraf edilmesi günü kurtarabilir, ancak uzun vadede sürdürülebilir bir yöntem değildir. Özellikle büyükşehirlerdeki ilçe belediyeleri, hizmet alanı içerisindeki evlerden ve işletmelerden atıklarını ikili toplama sistemi ile almak üzere büyük gayret ortaya koyuyor. İkili toplama sisteminden kastım, evsel atığın içerisindeki organik form ve organik olmayan (ambalaj atığı vb.) formun atığın oluştuğu kaynakta ayrı biriktirilmesi ile bu ayrı formların ayrı toplama araçlarıyla toplanması. İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa ve Kocaeli gibi şehirlerimizdeki ilçe belediyeleri bu konuda toplumsal duyarlılığı inşa etmek için okullar başta olmak üzere çok sayıda eğitim veriyor. Farkındalık oluşturmak üzere çeşitli kampanyalar düzenliyor. Bu konuda bir hizmet olgunluğu oluştu diyebiliriz.

Takdir edersiniz ki belediyelerin yapması gerekenler eğitim ve farkındalık çalışmaları ile sınırlı tutulmamalı. Tesisleşme ve sistem inşa ederek, bu konuda sürdürülebilirliği sağlamak çok önemli.

  • Çevre endüstrisi ilk yatırım maliyetlerinin oldukça yüksek olması ve işletme kazanımlarının bu yatırımları çıkarması oldukça zaman alıp belediyelerin tesisleşmesi konusunda en büyük engel olarak karşımıza çıkıyor.

Birçok belediyemiz bu altyapıyı hizmet olarak özel girişimlerden temin ederek ihtiyaç duyulan gereklilikleri sağlamakta. Tüm belediyelerin ulusal çapta uygulanan sıfır atık politikasına elverişli şekilde çalışmalar yaptığını söyleyebiliriz ancak bu konuda belediyelerin çalışmasını güçleştirecek hususlarda da adımların atılması geri dönüşüm performansını ve sıfır atık hedeflerine olan intibakı artıracaktır.

Alışverişlerimizde poşetlerin paralı olması bizi bez çanta taşımaya teşvik etti. Buna benzer başka hangi adımlar atılmalı ki poşet, plastik gibi şeylerin kullanımını daha da azaltabilelim?

Poşetlerin ücretli olması konusundaki düzenleme yıllardır süregelen bir alışkanlığımızı önemli ölçüde olumlu yönde değiştirdi. Sadece tüketim davranışlarımızda olumlu değişikliğe sebep olması için değil, mevcut atık yönetim sistemine uyumun artırılması ve hatta bu sistemin geliştirilmesi konusunda da farklı yaklaşımlarda bazı düzenlemelerin verimli kullanılması gerekmektedir.

Ben bunların ekonomik araçlar, eğitim ve idari yaptırımlar olmak üzere üç sacayağı üzerine oturtulması gerektiği kanaatindeyim. Her biri en az diğeri kadar önemli.

Alışveriş poşetlerinin ücrete bağlanması konusu ekonomik araçlar başlığında değerlendirilebilir. Atık yönetimi hususunu bir disiplinin konusu olmaktan çıkarıp, toplumsal katılımla bunun sosyal ve ekonomik bir boyutu olduğunu vurgulamak gerekiyor. Atık yönetimi dünyanın hiçbir yerinde hizmet alan açısından ülkemizdeki kadar ucuz değil. Ne kadar fazla çöp çıkardığına bakılmaksızın çevre yönetimi hizmetlerinden herkesin istifade etmesi adil de değil. Bu hizmetin mutlaka atık miktarıyla orantılı dinamik bir ücretlendirme modeliyle sunulması gerekir ki, insanların az atık üretmekle ilgili ekonomik bir kaygısı da olabilsin. Bunun için belediyelerin hanelerde üretilen atık miktarına ilişkin ölçüm yapabilecek bir altyapıya sahip olması gerekiyor. Bu hem teknik hem de idari bir altyapı.

Belediyeler, hizmet ettiği demografik yapıya uygun modeller geliştirebilir ve belediye mevzuatına uygun adımlarla meclis kararı almak suretiyle vatandaşlarıyla iletişim zeminini kurgulayabilirler.
Belediyeler, hizmet ettiği demografik yapıya uygun modeller geliştirebilir ve belediye mevzuatına uygun adımlarla meclis kararı almak suretiyle vatandaşlarıyla iletişim zeminini kurgulayabilirler.

Hanelere atık yönetimi hizmetlerinin karşılığında yansıtılacak bedel üzerinden toplumsal intibaka göre ekonomik teşvikler hatta eksi bedele kadar gidebilecek ikramlar sağlanabilir. Somutlaştıracak olursak, kaynağında ayrı toplama çalışmalarında başarılı olan başta siteler ve toplu konut alanlarında mutlaka ekonomik teşvikler getirilmeli. Örneğin uyum sağlayan yaşam alanlarının ortak kullanımı için kullanılan su tüketim bedellerinde indirimler söz konusu olabilir. Yahut bu çalışmalarda belediye sistemini destekleyen işletmelerin emlak vergilerinde indirime gidilebilir. Bunlar fahiş miktarlarda ekonomik dengeyi bozacak indirimler değil, tarafların motivasyonunu dinamik tutabilecek ufak ikramlar olabilir. Yaşadığımız muhitte belediye ve kamuya ait çok sayıda yapı var, bu yapıların her biri birer mobil atık getirme merkezi işlevi görebilir. Bunun için okul bahçeleri çok müsait. Hanelere ait bir “atık kart” ile buralar aracılığıyla geri dönüşüm ekonomisine kazandırılan birim atık miktarı başına bir bakiye oluşturabilir. Bu konuda belediyeler, hizmet ettiği demografik yapıya uygun modeller geliştirebilir ve belediye mevzuatına uygun adımlarla meclis kararı almak suretiyle vatandaşlarıyla iletişim zeminini kurgulayabilirler.

Anlattıklarınız hayata geçirilebilirse çok güzel olur. Peki sacayağının diğer iki maddesi nedir?

Eğitim çalışmaları sacayaklarından bir diğeri. Çocuklarımız artık evlerde sözü geçen bireyler. O nedenle okullarda verilecek çevre duyarlılığı ve atık yönetimi temalı eğitim programları çok etkili olacaktır. Bu, okulun bulunduğu belediye ile sınıf öğretmenlerini sürece dahil etmek üzere il/ilçe milli eğitim müdürlükleri arasındaki iş birliği ile önemli bir seviyeye gelebilir. Gördüğümüz kadarıyla okullarda yapılan ilgi çekici kampanyalar ve yarışmaların olumlu etkileri okunabiliyor.

Yaşam boyu eğitim ilkesi çok önemli. Belediyelerin atık üreticileri ile iş birliği halinde yerleşim yerinin karakteristiğine uygun eğitimler ve farkındalığı artıracak aktivitelerle konuyu sürekli gündemde tutması gerekiyor.

Sacayaklarını tamamlamak için son olarak idari yaptırımlardan bahsetmek gerekir. Dünyanın neresinde olursanız olun, merkezi ya da yerel bir sisteme uygun davranmamanın adli olmasa bile idari bir yaptırımı vardır, olmalı da. Aksi takdirde eğitimle ve ekonomik araçlarla ilgilenmeyen muhatapların sisteminizi delme ya da provoke etme girişimleri engellenemez. Bunun için mutlaka idari yaptırım aracının da hayata geçirilmesi gerekiyor. Sistem kurmak hem sarf edilen efor bakımından güç hem de ekonomik olarak pahalı bir iştir, yasal düzenleme ile koruma altına alınan hususlarda fiili olarak da sistemi bozmak suretiyle haksız kazanç elde eden ya da etmeyen herkesin idari yaptırımlarla kararlı bir şekilde yüzleşmesi gerekmektedir.

Dünyadan atık yönetimine iyi örnek olarak verebileceğiniz şehirler hangileri? Ne gibi çalışmalar yapıyorlar?

Genel olarak Kıta Avrupası ve Kuzey Avrupa ülkeleri atık yönetimi konusuna çok desantralize (yerel) yaklaştıklarından, yerel yönetim ile vatandaş arasında güçlü bir iş birliği var. Bu da nispeten başarıyı beraberinde getiriyor. Tecrübe etme fırsatım olduğu için Almanya’nın birçok kentinde atık yönetimi konusunda önemli mesafelerin kat edildiğini söyleyebilirim.

Almanya’da birçok yerde haftada bir organik atıklar toplanır, iki haftada bir toplandığı yerler de var. Çünkü miktara ilişkin bir ücret sistemi var ve kaynağında ayrı toplama neredeyse %100 seviyesinde. Organik atıklar ile ambalaj atıkları karışmadığından, biyolojik olarak koku gibi problemlere neden olacak atık kütlesinin diğer atıklara da bulaştırması söz konusu olmaz ve baş edilmesi gereken miktar haliyle azdır. Üstelik bazı sosyal konut sitelerinde parçalayıcı konteynerler ile hacim küçültme ön işlemi yapılır, bu da bir kompost aşaması olarak biyolojik arıtmanın konteynerde başlaması demektir.

Sıfır atık politikasını kabul eden ve hedefine ulaşan örnekler var mı?

Yerel yönetim bazında ilk defa 2002 yılında San Francisco Belediyesi “Sıfır Atık Hedefini Kabul Eden Kararı” aldı. Karara göre 2010 yılına kadar depolamaya giden atığın %75 azaltılması ve uzun vadede de tamamen son bulması hedeflendi. Peki ne oldu? San Francisco Belediye Başkanı Edwin Lee 2010 yılında depolamaya giden atığın %80 azaltıldığını kamuoyuyla paylaştı. Kuşkusuz bu başarıda Kaliforniya Eyalet Entegre Atık Yönetim Kurulu’nun 2001 yılında koyduğu sıfır atık hedefi de oldukça önemli bir paya sahip.

2003 yılında Japonya’nın küçük bir köyü olan Kamikatsu’da başlatılan sıfır atık programı %80 oranında geri dönüşüm/geri kazanımdan arta kalan %20’yi depolama alanlarına göndererek bütün dünyaya önemli bir motivasyon mesajı verdi. 2020’ye kadar %100 oranında sıfır atık köyü olacaklarını da peşinen duyurdular. Ancak bir köyde bu uygulamayı başarmak ile yaklaşık 700 bin kişilik nüfusa sahip Vancouver’da başarmak aynı şey olmamalı. O nedenle Vancouver için hazırlanan Sıfır Atık 2040 programı kenti ancak 2040 yılında sıfır atık kenti yapabilmeyi taahhüt ediyor. Vancouver’ın, Kanada’da lokomotif bir pozisyonla sıfır atık politikasını ulusal bir boyuta taşıdığını da söylemek mümkün.

Tüm dünya koronavirüsün yayılmasını kontrol etmeye çalışırken ulaşım ağlarını ve çok sayıda işletmeyi durdurdu. Bu süreçte sera gazı emisyonları ve kirliliğin de düşüşe geçtiği söyleniyor. Geçen yıla kıyasla birçok ülkede kirlilik seviyelerinin %30 - %50 oranında azaldığını okuyoruz. Bu durum geçici bir değişiklik mi?

Çok sayıda uzman 2008 küresel ekonomik krizde dahi bu denli radikal düşüşlerin yaşanmadığını, 2020 yılı sonunda yapılacak raporlamalarda karbon emisyonlarındaki %5’leri aşan düşüşlere şaşırmayacaklarını ifade ediyor. Bireysel hareketlilik neredeyse durma noktasına geldi, ülkeler karşılıklı olarak sınırlarını kapattı, hava yolu ulaşımlarını durdurdu. Küresel sera gazı emisyonlarında sektörel olarak ulaşımın payı %15 seviyelerinde, hava yolu taşımacılığı ise bağımsız olarak %3 oranında küresel emisyonlardan sorumlu. Bir başka önemli faktör elektrik ve ısı üretimi ile diğer enerji sektörü. Bu sektörel başlıklar küresel sera gazı emisyonunun toplam %35’ine karşılık geliyor. Enerjiye olan talebin dramatik bir şekilde azalmasının yanı sıra, ülkeler arasındaki başkaca hesaplardan olacak ki arzda yaşanan kıyasıya mücadele sanırım enerji bakımından ciddi bir emisyon azalması ile sonuçlanmayacak. Ama elektrik ve ısı üretimi konusunda görece bir yavaşlama söz konusu.

Koronavirüs Çin’de başlayarak, insanların yüksek mobilizasyonu ile dünyayı istila etti.
Koronavirüs Çin’de başlayarak, insanların yüksek mobilizasyonu ile dünyayı istila etti.

Endüstri küresel ölçekte %21 oranında sera gazı emisyonlarının kaynağı olarak görülüyor. Sektörden sektöre değişse de birçok endüstri kolunun bu salgından olumsuz etkilendiğini, gerek işçi sağlığı hassasiyetiyle gerekse tedarik zincirinde talebin azalmasıyla üretimin düştüğünü söyleyebiliriz.

Bu süreç bize küresel iklim değişikliğinde insanoğlunun ne kadar etkili olduğunu bir kez daha gösterdi.

Ancak bu tür azalımlar yapısal değişiklikler marifetiyle sağlanmazsa ömrü oldukça kısa olacak. Uzun vadede yer küremiz sera gazları nedeniyle ısınmaya devam edecek. 2018 Ekim ayında Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli tarafından bir rapor yayınlandı ve sıcaklık artışının hiç olmazsa 1,5 0C’de sınırlandırılması hedefi kondu. Bu hedef rapor ilan edilmeden önceki artış hızı ile devam edilmesi halinde tahminen 2030-2052 yılları arasında yer küre 1,5 derece daha sıcak olacak. Bazı modellemeler bu sıcaklık artışını 1,5 derece ile sınırlamak için bile her yıl küresel emisyonlarının %6-8 arasında azaltılması gerektiğini gösteriyor. Yani bu azaltımlar etkili politikalarla yapısal ve köklü değişikliklere dönüşmezse uzun vadede küresel ısınmadaki azaltım mücadelemize çok önemli katkılar sunmayacaktır.

Koronavirüs Çin’de başlayarak, insanların yüksek mobilizasyonu ile dünyayı istila etti. Çin’de emisyonların %25 oranında düştüğü tahmin ediliyor. Ancak yeni vakaların azalmasıyla ilişkili olarak kentsel faaliyetler de endüstriyel faaliyetler de toparlanmaya başladı. Bu süreçten çıkıldıktan sonra hükûmetler, yaralanan ekonomilerindeki tahribatı gidermek için var güçleriyle üretime yüklenerek, büyüme kaygısıyla adımlar atacaklardır. Tıpkı 2008 küresel ekonomik kriz sonrası olduğu gibi. Global Carbon Project Başkanı Rob Jackson’ın ifadesiyle 2008 krizinden çıkan dünya iyileşme sürecinde küresel emisyonlarda %5,1 oranında artış kaydetmişti. Umarım eskiden yaşanan bu durumdan dersler çıkarılarak adımlar atılır.

İklim kriziyle mücadele etme ve seragazı salımlarını azaltma konusunda küresel ölçekte ne gibi adımlar atılabilir?

1980’li yıllardan bu yana küresel bir gündem olan iklim değişikliği ile insan etkinlikleri sonucu açığa çıkan sera gazı emisyonlarının ilişkisi, dünya genelinde 185 ülkenin ortak kanaatiyle oluşturulan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin çalışmaları kapsamında Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından hazırlanan Beşinci Değerlendirme Raporu ile bir sonuca bağlandı. İklim değişikliği, temel sebebi insan aktiviteleri olan bir gerçek. Payları birbirinden dağlar kadar farklı olsa da bundan tüm insanlık sorumlu. Mesela Çin (%27), Amerika (%14), AB28 (%10), Hindistan (%7) ve Rusya (%5)’nın başı çektiği dünyadaki en büyük salımı yapan ilk 10 ülke, küresel salımların %73’ünden sorumlu. Ancak Batı Afrika ülkesi olan Togo küresel emisyonların %0,02’sinden (yani on binde iki) sorumlu. Peki, Togo iklim değişikliğinden sorumluluğu oranınca mı etkilenecek? Hayır!

İşte burada iklim adaletinden söz etmemiz gerekiyor. Böyle bir tablo ile karşı karşıya kaldığımız için “Ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler” ilkesi ile adımlar atılması gerekiyor. İklim değişikliğinin olumsuz etkileri bizi bugün çeşitli doğa olaylarıyla karşı karşıya bırakıyor. Ancak projeksiyonlar çok daha büyük vakalarla karşılaşacağımızın habercisi. Bu konuda hem sera gazı salımını kontrol altına alarak iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak hem de adaptasyonumuzu artırmak için kesinlikle küresel adımlar atmak gerekiyor. Dünya siyaseti ile ekonomik büyümeye bağlı güç savaşlarından kopuk bir yorum yapmak istemem ama Covid-19 salgını ile mücadelede ortaya çıkan sosyal iş birliği duygusunun hiçbir işe yaramayacağını da söylememem gerekir. Bu sosyal iş birliği rüzgârını arkasına alarak küresel müzakerelerin iklim adaleti temelinde yapısal ve zorlayıcı adımlar atabileceğine inanıyorum. Çünkü bu süreç tam da dersler çıkarmak için, radikal ve uzun vadeli planlar yapabilmenin önemini kavramak için çok elverişli. İklim değişikliği ve daha özelde sera gazı emisyonları ile ilgili toplumsal farkındalık düzeyi de yönetimler karşısında talepkâr olmaya yetecek düzeyde değil.