Avave-2 "Dört ayaklı bir belediye"ye dair bir değini

​Avave-2 "Dört ayaklı bir belediye"ye dair bir değini
​Avave-2 "Dört ayaklı bir belediye"ye dair bir değini

Vezir İskelesi’nde her sabah Sadrazam’ı karşılayan köpeğin boynuna bir nâme asarlar. Nâme de şu yazılıdır: “Biz İstanbul’un en eski yerlisiyiz. Temizlik işlerine bakarız. Yangını haber veririz. Siz ise şuradan buradan gelmiş insanlarla bizi yok etmeğe çalışırsınız. Bu hareket bize karşı reva mı?

Rakîbe sadr gösterdin, dedin ol fitneye ulu

Benim bir it kadar veh veh kapında itibarım yok

Eski kitaplarda haklı olarak yemek ve sağlık bilgileri iç içe geçmiş şekildedir. Yemek tariflerinden sonra yahut arasında çeşitli hastalıklara iyi gelen macun vs. tarifleri de verilir. Bu tariflerden bazıları farklı bir noktadan ilgi çekicidir: Örneğin başı ağrıyan kişi söğüt ağacına belirli isimler yazarsa iyi gelir. Yahut vücutta çıkan bilumum yaralar için belirli dualar okunduktan sonra küle tükürülüp, tükürülen yerin üzerine iğne ile bastırılır.

Bugünkü anlayışımızın aksine vücuda hiç dokunmadan, şifa bulması gereken kişi ile onunla görünüşte alakası olmayan bir madde arasında bir çeşit bağ kuran bir yöntem. İnsanlar bunlardan şifa bulduğuna göre -gözle görülmez bir şekilde bizi çevreleyen maddeler ile aramızda bir bağ olsa gerek.

1912-13 yıllarında vuku bulan Balkan muharebeleri sırasında düşman orduları Çatalca’ya kadar gelince ihtiyar bir kadının şöyle söylediğini aktarır Ahmed Rasim: “Bizim köpekleri öldürdüler. Bu köpekleri getirdiler.” Arada görünürde hiçbir bağ olmayan iki olay.

Ahmed Rasim
Ahmed Rasim

Son zamanlarda özellikle sosyal medyada ve diğer haber kanallarında köpeklere yapılan şiddet eylemlerine dair birçok görüntü ve video paylaşılıyor. Önce birkaç siyah köpeğin belirli uzuvlarının kesilmesi ile başladı görüntüler.

Mahmud Erol Kılıç’ın da belirttiği gibi bu vahşi hareketin arkasında cahil insanların büyüden medet umması da yatıyor. (Maalesef siyah kediler ve köpekler barınaklardan en az sahiplenilen hayvanlar. Bir nedeni insanların onları uğursuz sayması diğer nedeni ise fotoğraflarda renklerinden dolayı güzel çıkmamaları.)

Kartpostallarda gözüken eski İstanbul'un köpekleri
Kartpostallarda gözüken eski İstanbul'un köpekleri

İstanbul (Suriçi) her zaman sokak köpeği nüfusu bakımından münbit bir şehir olmuştur. Reşat Ekrem Koçu, Amicisden şu bilgiyi aktarıyor. “İnsan tabakasının altında ikinci bir sınıf şehir sakini” sayar ve Türklerin onları sevdiği ve koruduğunu” hatta “Türklerden birçoğunun öldükleri zaman vasiyetnamelerle bu köpeklerin beslenmesi için dolgun paralar bıraktıklarını” belirtir.

Benzer bir durumdan hem Abdülhak Şinasi Hisar hem de Ercüment Ekrem Talu bahsetmektedir.Hisar , Çamlıca’daki Eniştemiz adlı kitabında “Hatta o zamanlarda âdet olduğu üzere sokak köpeklerine bile! Zira dinen tâhir addolunmayan bu köpeklere bile nazardan korunmak, bedduadan sakınmak veya bir duayı kabul ettirmek için ekmekler adanırdı. Kendisi böyle günlerde bir iki somun ekmek getirtir, bunları sıcak sıcak büyük parçalara doğrayarak onlara atardı” diye anlatır deli eniştesini.

Eski İstanbul sokaklarında köpekler
Eski İstanbul sokaklarında köpekler

Ercüment Ekrem Talu da bir fıkrasında köpeklere ekmek adandığını ve dağıtıldığını söylüyor. Talu’nun fıkrasına seçtiği isim köpeklerin ne kadar işe yarar hayvanlar olduğunu gösteriyor aslında: “İstanbul’un sokak köpekleri: Köpeğe sığınanlar, köpeklerde mahalle teşkilatı, köpeklerin çocuk terbiyesindeki rolleri, ulumaların manası, zabıtaya ve belediyeye yaptıkları yardım, Cemil Paşa tarafından verilen sürgün kararı.

Hayırsız Ada'daki köpekler
Hayırsız Ada'daki köpekler

Tarihi boyunca köpekler İstanbul’dan birkaç kez sürgün edilmişler. Daha doğrusu sürgün edilmeye çalışılmışlar ama her seferinde halkın tepkisi karşısında geri adım atılmak zorunda kalınmış. Tek başarılı denemesi ise yukarıda ihtiyar kadının “Bizim köpekleri öldürdüler” diye bahsettiği 1910 yılı itlafı. 1910 yılında İstanbul’da bulunan köpekler toplatılmış ve kayıklara doldurularak Hayırsız Ada’da ölüme terk edilmişti. Köpeklerin toplanması gerektiğini düşünenler varsa da halk buna şiddetle karşı çıkmış, köpeklerin toplanmasını elinden geldiği kadar önlemeye çalışmıştır. Köpeklerin toplatılmasını birçok araştırmacı çağdaşlaşmanın bir gereği olarak yorumlarken İrvin Cemil Schick mekânsal değişim üzerinden okumaktadır. Schick’e göre köpekler, İstanbul’un kentleşmesi ve bunun sonucunda insanların artık kendi hakları olduğunu düşündükleri mekân içinde harekete mâni olan birer engele dönüşüyor.

İrvin Cemil Schick
İrvin Cemil Schick

Mekânın değişmesi ile birlikte köpekler işe yaramaz bir hâle gelmiş oluyor. Sokakların hava gazı ile aydınlatılması, karakolhanelerin kurulması, tenha yolların azalması gibi sebeplerle köpekler asayişten ellerini çekiyor. Köpeklerin yaptıkları bir diğer iş olan leş temizliğine de daire-i belediyeler el atınca köpekler hem işten hem yemekten olmuş oluyorlar. Ortada koruyacak bir mahalle, temizlenecek sokaklar kalmayınca ve kimse de artık nazar değmesin diye yahut bir kaza atlattım diye köpeklere ekmek doğramayınca yollarımız büyük ölçüde ayrılmış oldu. Oysa İstanbul köpeklerinin sevimliliği, usluluğu ve kadirşinaslığı bir Fransız’ı kendine hayran bırakacak derecede idi.

Claude Farrere
Claude Farrere

  • Bundan seneler önce Claude Farrare isminde genç bir yazar İstanbul’a gelmiş ve meşhur nâsir Ahmed Rasim ile arkadaş olmuştu. Bu genç Fransız, Ahmed Rasim’e İstanbul köpekleriyle ilgili bir anısını anlatmıştı: “Bir gün eşimle beraber Süleymaniye Camii avlusundaki bir mermere oturmuş idik. Bu esnada genç, memeleri emilmekten uzamış bir köpek mermerin kovuk tarafından çıktı. Eşim köpeğin hâline acıyarak orada bulunan tablalı ekmekçiden bir ekmek alıp ekmeği doğradı. Eşim ekmeği doğrar doğramaz köpek kovuğa dönerek yavrularını getirdi, ekmeği önce onlara yedirip sonra da kısmen kendisi yedi. Bir kısmı nı da ihtiyat olarak yuvasına taşıdı.” Fransız yazar eşinin bundan ziyadesiyle hislenerek, “Ben buradan gidince sen yine buraya gel, bu yavrulara ve analarına ekmek al. Alırsın değil mi? Söz veriyor musun?” dediğini, kendisinin de söz verdiği için on beş gün sonra gelerek aynı yere oturduğunu fakat anne köpeği göremediği için sütunun içerisine elini sokup yavruları dışarı çıkardığını ve onları izlemeye koyulduğunu anlattı. “Tam o sırada yavrular kısık kısık ağlaşıyorlardı ki mahallenin köpekleri bir cinayet kokusu almış gibi koşuşturarak geldiler. Bir anda dört beş yüz köpek etrafıma toplandı. Hepsi havlıyor fakat hiçbirisi dişlerini göstermiyordu. Bu esnada anne köpek dört nala denecek bir süratle geldi, yetişti. Dili bir karış dışarıda yavrularının imdadına yetişmişti. Ne dersiniz? O beni tanır tanımaz evvelki dört beş yüz köpeğin hepsini hafif bir hırıltı ile kovdu. Anne, karnı toprakta dili kunduralarımın üzerinde olduğu hâlde hemcinslerinin yapmış oldukları nazik olmayan muameleden ve bana karşı gösterdikleri kötü karşılamadan dolayı özür diliyordu. Beni bir dost, bir velinimet biliyordu.”

Şimdi yazının başlığına gelecek olursak: Sadrazam Âli Paşa, Bâb-ı Âli’ye gitmek için her sabah Vezir İskelesi’nde karaya çıkar, yakındaki kahvenin önünden geçerken kahvecinin köpeği Âli Paşa’ya sevimlilikler yapar, Sadrıazam da ona bir simit aldırırmış. Bu sıralarda İstanbul’da bulunan bir Amerikalı, şehirde başıboş dolaşan köpeklerin yakalanması ve derilerinin soyulması masrafı kendisine ait olmak üzere 6000 lira ödeyeceği haberin Bâb-ı Âli’ye bildirmiş. Âli Paşa teklife sıcak bakmıştır. Şinasi de kısa bir süre önce “İstanbul Sokaklarının Tenviri ve Tathiri” başlıklı bir makale yazmış ve şehrin sokak köpeklerinden muzdarip olduğunu yazmıştır.

Fakat İstanbul ahalisi Sadrazam’ı bu fikirden vazgeçirmek için hemen bir yöntem bulur. Vezir İskelesi’nde her sabah Sadrazam’ı karşılayan köpeğin boynuna bir nâme asarlar. Nâme de şu yazılıdır: “Biz İstanbul’un en eski yerlisiyiz. Temizlik işlerine bakarız. Yangını haber veririz. Siz ise şuradan buradan gelmiş insanlarla bizi yok etmeğe çalışırsınız. Bu hareket bize karşı reva mı?” Nâmeyi okuyan Âli Paşa hemen fikrinden vazgeçer, böylece köpekler kurtulmuş olur. Bu olay üzerine Edhem Pertev PaşaAvave adlı yazısını kaleme alır. Yazı, Kelbiyyun mezhebinden filozof bir köpek ile kanat sahibi Kıtmîr arasında geçen hayalî ve mizahi bir diyalogdur.

Not: İrvin Cemil Schick’in “İstanbul’da 1910’da Gerçekleşen Büyük Köpek İtlâfı” makalesinden faydalandım. Yine aynı yazarın “İslamiyet’in En Kutlu Köpeği Kıtmir” yazısını da keyifle okudum. M. Kayahan Özgül’ün sekmeleri sayesinde Avave’den haberdar oluyoruz. Aynı isimde bir metin daha var. Sekmeleri karıştıranlar onu ve daha fazlasını bulabilirler