Bir adam, iki yaşam ve Zizekçi derealizasyon

Rüya gördüğünü sandığında, aslında Tyler Durden'ın hayatını yaşıyor. Neden Tyler Durden?
Rüya gördüğünü sandığında, aslında Tyler Durden'ın hayatını yaşıyor. Neden Tyler Durden?

Dövüş Kulübü, gerçek ile rüya, tüketimcilik ve neo-paleolitizm, arzuları yaşamak ya da onların esiri olmak arasındaki karşıtlığı; monoton, kapitalist yaşamın ahlaksızlığını ve anarşinin etiğini, bilerek ve bilerek yaşayarak analiz etmemizi sağlayan filmdir. Bu karşıtlık en iyi yine Tyler'ın sözleriyle anlaşılabilir: Kişisel gelişim kendini tatmindir. Çözüm ise kendi kendini yok etmektir.

Yaşadığımız hayat ile yaşamak istediğimiz hayat, gerçek ve rüya, bilinç ve bilinçsizlik, uyum ve anarşi, kadınlık ve erkeklik, rasyonellik ve irrasyonellik, memnuniyet ve memnuniyetsizlik arasındaki muhalefet... Muhalefet, kendi içinde bir ağlar mefhumu yaratır. Zizek'e göre, tüketim cennetinde yaşayan Amerikalı bir bireyin paranoyak fantezisi, aniden yaşadığı dünyanın sahte olduğundan ve onu gerçeği yaşadığına inandırmak için tasarlanmış olmasından şüphe etmesidir. Post-kapitalist, tüketimci toplumlarda, “gerçek sosyal hayat” kavramının kendisi bir sahtekârlığın sahnelenmesinin özelliklerini taşır.

Dövüş Kulübü
Dövüş Kulübü

Yaşam algısı, sahte ve gerçek arasında bölünürken, kendini yeniden üreten ve kendi içinden ayrılan ötekini de barındıran iktidar kavramında olduğu gibi, muhalefetini içinde barındırır. Bu anlamda, iktidar her zaman - zaten kendisinin ihlali olduğundan, işlev görmek için karşıtlıklarına yaslanmak zorundadır. Muhalefet teması, Chuck Palahniuk'un aynı isimli romanından 1999'da David Fincher tarafından filme uyarlanan Dövüş Kulübü’nün belirleyici temasıdır. Bu film, başta öyle zannedilse de iki kişi hakkında değil, her zaman-halihazırda kendi aşırılığına da sahip olan bir kişinin, iki ayrı kişiliğini konu alır. Bu kavramlar yazarlar tarafından uzun yıllar yoğun şekilde tartışılagelmiştir, ancak bu film Zizekçi derealizasyon (gerçeklikten kopuş), biçim, ideolojik fantezi ve sinizm kavramlarıyla çok benzer bir yörüngeyi takip eder. Bu yazı, Zizek’in bahsi geçen kavramlarını, çokça eleştirilen ve aynı zamanda da çok sevilen Dövüş Kulübü filmi eşliğinde tartışır.

Dünya Ticaret Merkezi’nin bombalandığı ve 3 bine yakın kişinin ölümüne ve 6 binden fazla yaralıya yol açan 11 Eylül saldırıları, medyada bu büyük yıkımın ve yitirilen bedenlerin görüntülerine neredeyse hiç yer verilmemesine rağmen Amerikan toplumunda sürekli tekrar eden bir travma yarattı. Üçüncü dünyanın acılarını gösterirken sıklıkla kanlı sahnelere yer verilirdi, ancak Amerikan toplumunun acılarında bu görüntüler asla yer almadı. Bu yönüyle, diğeri ve biz arasındaki ayrımın tekrar ortaya çıkmasının yanı sıra, insanların dehşeti medya ve tüketim kültürü gibi birçok aktörün yardımıyla derealize edilmiş, gerçekten koparılmışlardır. Filmde, bu gerçekten koparılış, bir uçak yolculuğu sahnesinde ele alınır. Acil iniş ve çıkış prosedürünün açıklandığı kart, güvenlik illüzyonu, tamamen sahte bir güvenlik hissi olarak ifade ediliyor. Derealizasyon, gerçekten koparılma, insanların çok rahat ve güler yüzlü tasvir edildiği acil durum planlarında ortaya konulur. Gerçek hayatta durum böyle değildir, acil durumlarda insanlar birbirlerine bağırmalı, çığlık atmalı ve dehşet içinde koşturmalıdır. Korkmuş insanlar, yangınlar ve tüm bunları içeren planlarla karşı karşıya kalınacağı durumlarda, imaj iş görmeye başlar ve bu korkunç gerçeklikle insanların arasına bir perde çekerek bu kopuşu sağlar. Bu manada insanların gerçeklik olarak deneyimlediklerini sembolik koordinatlar belirler.

Zizek
Zizek

Zizek’e göre, “-mış gibi”ye inanmak gerçek soyutlamadır. Bu şu demektir: “…bir nesne veya meta, onun ‘kullanım değerini’ belirleyen bir dizi özelliğe sahip olduğu şekilde ‘değer’ içermez. Değiş tokuş eyleminde insanlar, metanın fiziksel, maddi değişikliklere maruz kalmadığını düşünür ve ona göre davranır; üretim ve bozulmanın doğal döngüsünden etkilenme‘-miş gibi’ ve satın aldıkları günkü gibi kullanacaklar ‘-mış gibi.’” Evi bir yangınla yok olduğunda filmdeki anlatıcı: “Mobilya satın alıyorsunuz. Kendi kendinize, hayatınızda ihtiyacınız olan son kanepe olduğunu söylüyorsunuz. Kanepeyi satın alın, sonra birkaç yıl boyunca ne yanlış giderse gitsin, en azından koltuk sorununuzu çözdüğünüz için tatmin olursunuz. Sonra doğru yemek takımı. Sonra mükemmel yatak. Perdeler. Kilim. Sonra sevimli yuvanıza ve sahip olduğunuz şeylere hapsolursunuz, şimdi size sahipler” diyor. Zizek’e göre, metaların soyutlaştırılması gerçek anlamıyla budur.

Aynı durum para için de geçerlidir. Tıpkı alınıp satılan metalar ve diğer maddi nesneler gibi, para da kullanımın etkilerine maruz kalır ve zamanla çürür, bozulur; ancak yine de piyasada, zamanın üzerinde olumsuz etkisinin olmadığı, değişmez ve yok edilemez bir madde olarak kabul edilmekte ve değerini kaybetmeden olduğu gibi durmaktadır. Bir kâğıt parçası, para olarak damgalandığı anda, biçimi ve fiziksel varlığı sosyal yaşamda etkinlik kazanır ve sosyal bir işlevin taşıyıcısı haline gelir. Para ile değiş tokuş işleminin soyutlanmasından sonraki kademe ise kredi kartlarıdır. Bir sonraki adım olarak sanal paralar düşünülebilir. İlerleyen her adımda soyutlama daha iyi ortaya çıkar.

Derealizasyon, gerçekten koparılma, insanların çok rahat ve güler yüzlü tasvir edildiği acil durum planlarında ortaya konulur.
Derealizasyon, gerçekten koparılma, insanların çok rahat ve güler yüzlü tasvir edildiği acil durum planlarında ortaya konulur.

Aslında insanlar, onu kullanmanın sihirli bir tarafı olmadığının çok farkındadır. Para, yalnızca maddeselliğiyle toplumsal ilişkilerin bir ifadesidir. Para, gündelik ve kendiliğinden oluşan ideoloji tarafından, bir bireyin toplumsal ürünün belirli bir kısmına sahip olma hakkının basit bir göstergesi haline indirgenmiştir. Günlük ilişkilerinde insanlar, şeyler arasındaki ilişkilerin arkasında insanlar olduğunu bilirler. Mesele şudur ki, insanlar, sanki para, sosyal faaliyetlerinde, zenginliğin cisimleştiril”-mişi gibi” davranıyorlar ve yaptıkları da sadece bu. Yani sorun bilmekle ilgili değil, yapmakla ilgilidir. Dolayısıyla Zizek'e göre insanlar teoride değil pratikte fetişisttir. Toplumsal faaliyetlerinde, alışveriş eyleminde, kendi toplumsal gerçekliklerinde fetişist yanılsama tarafından yönlendirildiklerinin ve nesnelerin evrensel değerin somutlaşmış hali gibi davrandıklarının farkında değildirler.

Marx'a göre insanlar bir illüzyon yaşarlar. Hakikate ulaşmayı engelleyen ve böylece yanlış davranışa neden olan bir perde ile engellenirler. İnsanlar bilmezler ve bu yüzden yaparlar. İdeoloji, insanların eylemleri ile yaptıklarını düşündükleri şey arasında uyumsuzluk yaratır, insanların ait oldukları sosyal gerçekliğin yanlış bir temsiline sahip olmalarına neden olur. Marx’tan farklı olarak Zizek’e göre ise gözardı edilen şey hakikat değil, gerçek sosyal faaliyetlerinde oluşturdukları illüzyondur. Bu bir çifte illüzyondur. Bu göz ardı edilen bilinçsiz yanılsamaya Zizekçi kavramlarda ideolojik fantezi denir. İdeolojinin temel seviyesi, şeylerin gerçekliğini örten bir illüzyon değil, insanların sosyal gerçekliğini yapılandıran bu bilinçsiz fantezidir.

Zizek
Zizek

Dövüş Kulübü’nün iki farklı yaşam hakkında, iki farklı kişinin hayatı değil, iki farklı kişiliği yaşayan bir adamın hayatı olduğuna değinmiştik. Karakterlerden biri anlatıcıdır. Tek başına yaşar, bir araba şirketinde çalışır ve geçirdiği kazaları analiz ederek arabaların gücünü test eder, bu sebeple şirketin, insanların hayatını nasıl görmezden geldiğinin farkında olan bir karakterdir bu. Orta sınıf, beyaz yakalı bir işçi, zeki biri olmakla beraber bunalımda ve uykusuzluktan mustarip. Patronundan nefret ediyor. Monoton hayatının ve başkalarının monoton hayatlarının farkında. Patronunun haftanın her gününe özel olarak taktığı kravatının renginden günleri tahmin edebilir. Tıpkı herkes gibi, tüketiciliğinin kölesidir ve o da bunun farkındadır: “Tıpkı birçok kişi gibi ben de IKEA yuva kurma içgüdüsünün kurbanı olmuştum. Erika Pekkari yatak eteği sipariş etmek istiyorum. Yin ve yang şeklinde bir sehpa gibi zekice bir tasarım gördüğümde ona sahip olmalıydım. Klipsk özel ev ofisi ünitesi. Hovetrekke ev egzersiz bisikleti. Veya yeşil çizgili Johanneshov koltuk gibi. Hatta çevre dostu, ağartılmamış kâğıttan yapılan Ryslampa abajurları. Katalog sayfalarını karıştırırken ne tür bir yemek takımı kişiliğimi yansıtır, diye merak ederdim. Hepsinden almıştım, dürüst, çalışkan yerliler tarafından el emeği olduğu belli olsun diye minik kabarcıkları ve kusurları olan cam tabaklardan bile vardı. Eskiden okuduğumuz açık saçık yayınların yerini şimdi Horchow Koleksiyonu almıştı.”

Orta sınıf, beyaz yakalı bir işçi, zeki biri olmakla beraber bunalımda ve uykusuzluktan mustarip. Patronundan nefret ediyor.
Orta sınıf, beyaz yakalı bir işçi, zeki biri olmakla beraber bunalımda ve uykusuzluktan mustarip. Patronundan nefret ediyor.

Bu sözler bir iç mimar veya uzman bir tasarımcı tarafından söylenmiş olsaydı şaşırmazdık. Bu anlatıda bize itici gelen ve onu çirkin yapan şey, anlatıcı tarafından anlatıldıklarını bilmemiz. Filmde anlatıcının gerçek adı geçmiyor, farklı topluluklarda sahte isimler kullanıyor. Ürünlerin reklamcısı gibi satın aldığı ürünleri modellerinden, renklerinden, tarzlarından, malzemelerinden bahsederek tanımlıyor. Kendine o katalog içinde bir hayat kuruyor ve çok mantıklı bir şekilde kurguladığı bu hayatta aslında bunları yapmanın ne kadar faydasız olduğunun bilincinde olarak yaşıyor. Anlatma tarzından bunu hissedebiliriz. Bu metaların sadece meta olduğunun ve kendi başlarına bir değeri olmadığının farkındadır. Sanki değerleri var “-mış gibi” davranıyor. Yemek takımlarının onun kişiliğini tanımlayacağına inanmıyor ama yine de inanmak istiyor ve satın almaya devam ediyor.

Zizek, Freudyen rüya kavramını üç yapıyı kullanarak açıklar; açık rüya bağlamı, gizli rüya bağlamı ve bilinçdışı arzu. Zizek'e göre bilinçdışı arzu kendini rüyaya dahil eder, rüyadan daha derin veya daha gizli değildir, ama biçim olarak yerini bularak rüya eserine eklemlenir. Biçim, rüya işlemesi tarafından yaratılır ve rüya görmenin özünü oluşturur, rüyanın kendine özgü doğası, biçiminden kaynaklanır. Althusser ise özneyi boş bir kap olarak kabul eder ve daha doğmadan belirli bir yapı tarafından şekillendirildiğini iddia eder. Ama belirli bir öznenin bu belirli çağrıya neden cevap verdiğini görmezden gelir. Gözden kaçırdığı şey, öznede olduğu kadar yapıda da eksikliğin olmasıdır. Çağırma (interpellation), yapı içerisinde yerimizi almamız için bir hücredir. Hem rüyada hem de çağırmada göz ardı edilmemesi gereken şey, biçimin rolüdür. İnsanların, eylemlerinin ve gerçek hayattaki davranışlarının usulünü belirleyen fanteziye ulaşmalarının tek yolu rüyadır. Kendini sadece rüyada ilan eden arzunun gerçeğiyle yüzleşmek, ideolojik figürlerin gücünü kırmanın tek yoludur. Bu anlamda insanlar, ideolojik figürlere -devlet, hukuk, çalışma, para, kredi kartları, kadın- bilinçsiz arzularıyla nasıl yatırım yaptıklarıyla ve bu figürleri arzularının belli bir çıkmazından kurtulmak için nasıl yapılandırdıkları ile yüzleşmelidir.

Zizek, Freudyen rüya kavramını üç yapıyı kullanarak açıklar; açık rüya bağlamı, gizli rüya bağlamı ve bilinçdışı arzu.
Zizek, Freudyen rüya kavramını üç yapıyı kullanarak açıklar; açık rüya bağlamı, gizli rüya bağlamı ve bilinçdışı arzu.

Filmdeki anlatıcı, çaresiz hayatından kaçmak için tam olarak bunu yapıyor; başka bir karakter yaratıyor ve arzularını, anlatıcının fantezisini farklılaşmamış, dolayımsız bir kimlikle yaşayan Tyler Durden adı altında yaşıyor. Rüya gördüğünü sandığında, aslında Tyler Durden'ın hayatını yaşıyor. Neden Tyler Durden? Diğer karakteri bir kadın, bir çocuk, bir Müslüman, bir Yahudi, bir Boşnak, bir katil, bir bürokrat olabilir; o her şey olabilir. Hayatından memnun olmadığı açık, ama neden uygarlığın, tüketim kültürünün, kitle toplumunun, materyalizmin, kapitalizmin, mülkiyetin, hemen hemen tüm teknolojinin ve toplumsal düzenin sıkı bir karşıtı olan Tyler? Biçim, Tyler Durden'ın yaratılış sebebidir. Tyler doğası gereği gece çalışıyor, şirketleri sabote ediyor, müşterilere zarar veriyor, çalıştığı lokantadaki çorbaya pisliyor ve bir tür neo-paleolitik ütopik topluma dönmek için her şeyi yapıyor. Hızlı sanayileşme hareketi zamanlarından kalan kimsesiz evlerden birinde yaşıyor. Neredeyse elektrik kullanmıyor. Evde hiçbir şey düzgün çalışmıyor. Sık sık su kesiliyor. Önemli olan ise, onun bunları umursamamasıdır. Piyasanın soyutlamalarının ve bunun hayatına etkilerinin farkındadır. Bu nedenle, kredi kartlarının merkezi olan on binayı havaya uçurmayı amaçlayan bir Kargaşa Projesi tasarlar, böylece ekonominin çöküşünü görecek ve küresel dengeye bir adım daha yaklaşmayı sağlayacaktır. Fikirleri birçok erkeği etkileyen dövüş kulübünün eş liderlerinden biridir. Bu adamların hepsi hemen hemen aynı şekilde çağrılıyor, ama biçim onu kahraman ve diğerlerini takipçisi yapacak bir öneme sahip.

Biçim, aynı çağrılmayı farklı yollardan yanıtlamayı ifade eder. Tüm insanlar rüyayı yaşarlar, ancak kendilerince.
Biçim, aynı çağrılmayı farklı yollardan yanıtlamayı ifade eder. Tüm insanlar rüyayı yaşarlar, ancak kendilerince.

Peki anlatıcı neden Tyler'ın imajını yaratmaya zorlandı, neden Tyler'ın hayatını yaşamadı? Zizek'e göre bu sorunun cevabı sinizmdir. İnsanlar, ideolojik evrenselliğin kendine özel çıkarı olduğunu kabul eder, bunu hesaba katar, ideolojik maske ile gerçeklik arasındaki mesafeyi bilir, ancak yine de maskeyi korumak için nedenler bulur. Yalanın çok iyi bilinmesine ve ideolojik bir evrenselliğin ardında saklı olan ilginin farkında olunmasına rağmen, yine de ondan vazgeçilmez.

Sinizm, doğrudan bir ahlaksızlık durumu olmak yerine ahlaksızlığın kendisine yüklenen ahlak gibidir. Dürüstlük, doğruluk ve namusluluk, yalanın en yüksek şekli olarak algılanır. Ahlaksızlığın en yüce şekli olarak kabul edilen ahlak ve hakikat, bir yalanın en etkili şekli haline gelir. Ahlak çarpıtılır ve ahlaksızlık haline gelir ve bunun tersi de geçerlidir. Bahsedildiği gibi anlatıcı, arabaların gücünü kontrol ettiği ve arabanın geri çağrılıp çağrılmayacağına karar verdiği bir otomobil şirketi için çalışıyor. Şirketinin “... üçüncü dünya ülkelerinde doğum kusurlarına neden olduğunu bildiğimiz kimyasallarla tedavi edilen deri koltuklar konusunda kasıtlı olarak hiçbir şey yapmadığını, fren balatalarının bin mil sonra bozulduğunu ve yakıt enjektörlerinin insanları diri diri yaktığını" biliyor.

Sinizm, doğrudan bir ahlaksızlık durumu olmak yerine ahlaksızlığın kendisine yüklenen ahlak gibidir.
Sinizm, doğrudan bir ahlaksızlık durumu olmak yerine ahlaksızlığın kendisine yüklenen ahlak gibidir.

Bu şirketin kuralıdır; işler böyle yürür ve birçok kişi böylece kazanç sağlar. Şirket politikaları yüzünden insanlar ölür ama bu norm kabul edilir, burada ahlaksızlık ahlak haline gelmiştir. Şirketin çalışmasını sürdürmek ve insanlara para kazandırmakla gerçeklik çarpıtılır, ahlaksız bir şey ahlaki bir şeye dönüşür ve bunu inkâr etmek, yalanın en yüksek şekli olur. Bu yanlış algılama sadece ahlak sisteminde değil, ideolojide de yaygındır. Bu nedenle, ideolojik şahsiyetler hakkında düşündüğümüzün gerçek kökeniyle neredeyse hiçbir ilgisi yoktur. Bir ideoloji, insanları, ancak onunla gerçek arasında herhangi bir zıtlık hissetmediklerinde gerçekten kucaklar ve ideolojinin en büyük başarısı, ona karşı çıkan argümanları kendi lehine işleyecek şekilde dönüştürmeye başladığında elde edilir.

Kabaca özetlemek gerekirse, geç kapitalist tüketimci toplumlarda yaşadığımız hayatlarda, tüketicilik, medya ve diğer aracıların dolayımından hayatın derealizasyonundan kaynaklanan bir sanallık algısına sahibiz. Zizek, gerçekliği görmemizi engelleyen bir perdenin varlığını öngören Marx'ın fikirlerinin aksine, hayatlarımızı yaşıyor ‘-muş gibi’ devam ettirmemizi sağlayan gerçek bir soyutlama olduğunu iddia ediyor. Meta fiziksel, maddi değişikliklere maruz kalmamış gibi yaşıyoruz; sanki alış veriş eylemindeki doğal üretim ve bozulma döngüsünden etkilenmiyormuş gibi. Ancak aslında, paranın büyülü bir tarafı olmadığının çok farkındayız; o, yalnızca maddeselliğiyle toplumsal ilişkilerin bir ifadesidir. Dolayısıyla Zizek'e göre insanlar teoride değil pratikte fetişisttir. Fetiş yalnızca piyasada değil, aynı zamanda ideolojik figürler ve etikte de yaygındır. Kendini sadece rüyada açık eden arzunun gerçeğiyle yüzleşmek, ideolojik figürlerin gücünü ve fetişini kırmanın tek yoludur. Bu anlamda insanlar kendileriyle yüzleşmelidir.

Biçim, aynı çağrılmayı farklı yollardan yanıtlamayı ifade eder. Tüm insanlar rüyayı yaşarlar, ancak kendilerince.

Filmde tüm kulüp yaşadıkları hayatlara farklı şekillerde tepki verir. Tyler Durden'ın imajı böyle yaratılır. Sinizm, ahlak maskesi altında ahlaksızlığın rasyonelleştirilerek elde edilmesidir; bir tür çarpık olumsuzlamanın olumlanmasıdır. İnsanlar şirketlerinin neden olduğu zararları bilmelerine rağmen, yine de yaptıklarını rasyonelleştirerek çalışmaya devam ederler. İdeolojik fantezi ise gerçek ilişkileri bilerek sanal olana inanma ve onu gerçekleştirme eylemidir. Bu manada göz ardı edilen şey hakikat değil, hakikatle kurulan gerçek ilişkimizi yapılandıran illüzyondur.

Dövüş Kulübü, gerçek ile rüya, tüketimcilik ve neo-paleolitizm, arzuları yaşamak ya da onların esiri olmak arasındaki karşıtlığı; monoton, kapitalist yaşamın ahlaksızlığını ve anarşinin etiğini, bilerek ve bilerek yaşayarak analiz etmemizi sağlayan filmdir. Bu karşıtlık en iyi yine Tyler'ın sözleriyle anlaşılabilir: Kişisel gelişim kendini tatmindir. Çözüm ise kendi kendini yok etmektir.